Hilmi Ziya Ülgen’e Göre Ziya Gökalp

Büyük Filozof ve Sosyolog Hilmi Ziya Ülgen’in gözüyle Ziya Gökalp konusunu ele alacağız.

“İkinci Meşrutiyetin belirli karakteri olan üç karşıt fikir hareketi arasında ahenk bulmaya çalışan düşünürlerin başında Ziya Gökalp gelir.”

“Çalışmaları ile kendi kendini yetiştirmiştir. Felsefe ve sosyal ilimler merakı idadi sıralarında başladı. Diyarbakır gazetelerinde yayınladığı ilk yazılarında Namık Kemal gibi düşünüyordu. ‘Çeşitli unsurlardan mürekkep ve Müslümanlıktan kuvvetini alan Osmanlı milleti, tıpkı bir Amerikan milleti gibi gerçek olabilir’ diyor. Babasının ölümünden sonra amcası tarafından yetiştirildi. Arapça ve Farsça öğrendi, Fransızca dersi aldı. Bazen Mehmet Ziya, bazan Ziyaettin ve Ziya adlarıyla Şiirler yayınlıyordu… Geçirdiği psikolojik bir kriz dolayısı ile intihara teşebbüs etmesinden sonra olmuştur. Görünüşünde bu felsefi bir buhrandı. Yorgi efendi kendisine felsefe öğretiyor, Yunan filozoflarını tanıtıyordu. Bir yandan da aile bakımından dinci ve muhafazacı idi. Bu iki yön kafasında kaldı.”

Ülgen’in de belirttiği gibi Gökalp Namık Kemal gibi düşünüyor dilimizin sadeleşmesinden yanaydı. Esasında o dönemde Namık Kemal’den etkilenmeyen aydın ve düşünür yok gibidir. O yüzden Ziya Gökalp’ın da Namık Kemal’den etkilenmemiş olması düşünülemez.

Burada bir durum var; Gökalp doğudan yükselen bir yıldız idi. Aileden edindiği İslami bilgiler ve inanç dünyası onu tamamiyle sarmıştı. Daha sonra bazı hocalardan Yunan düşünürleri hakkında bilgiler almıştı. Bu durum Gökalp’ın dünyasında ikileme sebep olmuş ve intihara varan psikolojik krize kadar gitmişti.

“İlk devre yazılarında Osmanlı milliyetçisidir. Fakat bu sırada kültürünü genişletmeye çalışıyordu. Yeni açılan bir kütüphane yardımı ile Alfred Fouillée, Gabriel Tarde’i okudu. Tarde o yıllarda kendisine çok tesir etti.”

“Yazılarında Ziya’dan başka Vedat, Tevfik Sedat, Mehmet Mehdi gibi takma adlar kullanıyordu.”

“=İlmi İçtima= adlı yazısında onu Osmanlı ideoloğu olarak görüyoruz. Burada Osmanlı milletinin sosyolojik tahlilini yapmaya çalışıyor: “Osmanlı milleti birtakım unsurlardan ibarettir. Bu heyet her türlü içtimai şekli içine almaktadır. İmtizaç etmemiş unsurlardan mürekkep olduğu için tabii bir intizamı yoktur.”

Gökalp ilk yazılarında tabii olarak Osmanlıcıdır. Fakat zamanla görüşlerinde bazı değişiklikler olacak ve o dönemde ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerini terkib edecekti. Ama Gökalp Turan fikrinden vazgeçmediği gibi bu fikrin de çeşitli aşamalardan sonra ancak mümkün olabileceği üzerinde durur

“Osmanlılar eski Türk hakanlığını yeniden kurmağa teşebbüs etselerdi başaramazlardı. Zira hakan bütün Turan’ın hâkimi demektir ve bu büyük gaye “hayali-gaye” yi elde edebilmek cihangirce fütuhata bağlıdır. Cengiz Han bu işi yapmaya çalıştı. Türk dilini konuşan ülkeleri birleştirdi. Fakat bu geniş ülkenin parçalanmasının önüne geçemezdi. Osmanlılar kan kardeşi olmayan kavimleri can kardeşi yapmaya çalıştılar”. “Sonra da Osmanlı eğitimini anlatıyor. Çeşitli unsurların eğitimi ile tek bir unsur meydana getirerek yeni bir millet yarattıklarını söylüyor. Osmanlılar artık Türk değildir diyor.” “Hâkim unsur Türkler değil Osmanlılardı. Bu hale göre Türkçenin üstünde bir de “Osmanlı dili” kuruldu. Osmanlılar kendilerine Türk demedikleri gibi dillerine de Türkçe demiyorlardı.”

Şimdi burada biraz durmak gerekiyor; Türklerde cihan hâkimiyeti veya Turan fikri her zaman olmuştur. Bu hâkimiyet için savaş yaptıkları ve mücadele verdikleri doğrudur. Fakat burada önemli bir hususu göz ardı etmemek gerekir. Türkler cihan hâkimiyeti yolunda ister istemez başka ırktan ve başka dinden ve mezhepten topluluklarla da karşılaşmışlar ve onları da idareleri altına almışlardır. Yani kısaca pek çok milleti de içine alan İmparatorluklar kurmuşlardır. İdareleri altında bulunan tebaa’larına ise ayırım yapmadan Allah’ın bir emaneti gözüyle bakmışlar ve hizmette ayrım yapmamışlardı. Esasen o çağlarda neden devletin adı Türk değil, neden Türk idareciler yanında tebaa olan başka milletlerden de liyakat ve kabiliyetlerine göre unsurları hizmete koşmuşlardır. O çağlar için bu yadırganacak veya eleştirilecek bir durum değildir. Bugünden geriye doğru bakarak neden öyle yapmadılar, neden böyle olmadı gibi sorular sormak tarihi anlamamak manasına gelir.

“Genç Osmanlılar bu fikrin Osmanlı âlemine de tatbikini istiyorlar, şarkta da Osmanlı tasavvuru kavmi hususiyetlerin üstünde bir içtimai manayı ifade eder.”

“Ziya Selanik’e gidince şiddetli bir ruhi dönüş geçirdi. Bu fikirlerini bıraktı. Yalnız medreselerin düzeltilmesi, eskiler-yeniler, tekkelerin düzeltilmesi gibi yazıları vardır ki, bunlarda savunduğu fikirleri hayatı boyunca saklamıştır.”

“Tasavvufi Arap felsefesini mistisizm ekolüne eşit saymak yanlıştır. Tasavvuf umumi anlamı ile, ülkücülük meslekinin karşılığıdır. Mutasavvıflar arasında ülkücülüğün bütün şekillerini temsil edenler bulunduğu gibi, esrarcı olanlar da vardır. “Tasavvuf kelimesi duyular alemine gerçeklik vermeyen çeşitli mesleklere yaygın umumi bir tabirdir. Ülkücülerden bir kısmı gerçeği tasarıda, başkaları duyarlıkta, bir başka zümre iradede görürler.”

Burada da biraz durulması gerekir. Tasavvuf konusunda bunun Arap mistisizmi olarak kabul etmemek gerekir gibi bir düşünce elbet doğru olabilir. Fakat şurası unutulmamalıdır ki Tasavvuf konusu hem daha çok Türkler arasında uygulama alanı bulmuş hem de tasavvufi düşünce ister istemez diğer tasavvuf erbabının yazdıklarından ve görüşlerinden hem etkilenmişlerdir hem de onları da etkilemişlerdir.

“Gökalp’ın birçok takma adlarla yazdığı bu ilk yazıları tam bir manevi dönüş (conversion) geçirdiğini gösteriyor. Diyarbakır’daki Ziya ile Selanik’teki Ziya’nın bambaşka iki ayrı kişiliği vardır. Birincisi Tanzimat devrinin yaşayan Osmanlı milliyetçisidir; ikincisi sarih olarak Türkçüdür.”

“Türk Yurdu’nda çıkan “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” yazısı ona asıl hüviyetini kazandırdı. Türk Ocağında olduğu gibi, İttihat ve Terakki içinde de nüfuzu artıyordu. Bu siyasi nüfuzu birçok teşebbüslerini başarmasını sağladı. Dârülfünûn’da Emrullah’ın başladığı reformu Türkçülük ve moderncilik açısından tamamladı.”

Ziya Gökalp gerçekçidir. İnandığı ve bağlı olduğu fikirlerinden belki bir sapma yoktur, fakat durum ve şartlara göre milletine hizmet etmenin yollarını aramış ve ona göre fikirler geliştirmiştir. Osmanlı döneminde Osmanlıcı, meşrutiyet döneminde Meşrutiyetçi ve cumhuriyete geçişimizle birlikte de ister istemez Cumhuriyetçidir. Bunu yadırgamamak gerekir. O milletinin geleceği için sürekli bir ümit içindedir.

“Devlet, kendine vergi bir hükümet, toprak ve nüfusa sahip zümre demektir. Devletleri kavmî, sultanî, millî diye üçe ayırabiliriz. Emevî devleti kavmî bir devletti, zira Araplar idare ediyordu. Abbasi devleti “Mevali” yi devlete ortak ettiler. Bu devlet Ümmet-i İslâmîye ’ye dayandığı için “Sultani” bir devletti. Milletler ise imparatorlukların çözülmesinden sonra doğmuştur.”

“Ziya yine Tarde’e dayanarak: “Milliyeti gazete yarattığı gibi, milletlerarası hali de kitap meydana getirir” diyor. Çünkü kitaplar halk dili ile değil, ilim terimleri ile yazılmıştır. Bu terimler de uzmanlara hitap eder. Her millet kendi terminolojisini dini kitabının yazıldığı dilden almaktadır. Avrupalılar bunun için Latinceden yaptıkları gibi biz de Arapçadan yapmalıyız. Her yerde ilim kitabından önce din kitapları yazılmıştır. Enternasyonallik her çağda görülür. Bugün bile enternasyonalliği dinden ayırmak güçtür. Aynı medeniyet dairesine mensup olan kavimler milletlerarası birlik teşkil ederler. Tarde, modernizmin teknikten doğduğunu söylemekte idi. Ziya bu tekniğin kendimiz tarafından yapıldığı zaman modern olacağımızı söylemektedir. “Dinden ve milliyetten doğan manevi ihtiyaçlarımız Batıdan alınamaz. Ondan teknik ve ilim alınacaktır. Ülkümüz modern bir İslâm Türklüğüdür.” Diyor. Ziya’ya göre enternasyonallik din çerçeveleri ile birbirinden ayrılıyorsa da yavaş yavaş bu çevrelerden çıkılmaktadır. Çünkü Avrupa medeniyeti de Hristiyan medeniyeti olmaktan çıkmaktadır. Zaten bu günkü medeniyetin belirli karakteri ilimdir.”

“Gökalp ısrarla böyle söylediği halde birden sözü değiştiriyor: Mümkünse bütün terimleri Türkçe kelimelerden yapmak daha iyidir. Mümkün olmazsa terimler Fransızca veya Rusça olacağına Arapça ve Farsça olması daha doğrudur.” Diyor. Fakat yine de dil konusunda şöyle bir formül buluyor: “Yeni kavramlar asrın, terimler ümmetin sözcükler milletin düşüncesidir” diyor.”

Ziya Gökalp milli endişelerle hareket ettiği için aynı zamanda terkipçidir de. Ülkenin geleceği için ileri sürülen fikirlerin bir kısmın kökten ve toptan reddetmek yerine makul bir yol bulmaya çalışır. Yaşamakta olan bu değişik fikirleri terkip ederek yeniden ele alır.

“Edebiyatımızın Yunan ve İran mitolojisinden kurtularak, milli mitoloji ile süslenmesi milli uyanışın arkasından, ondan ayrılmayan dini bir uyanışın gelmesi, mensup olduğumuz ümmet ve enternasyonalliğin belirlenmesi, milli iktisat, milli ahlakın gelişmesi, genlerde ideal duygusunun doğması, fertlerde sorumluluk duygusunun yerleşmesi milliyetin başlıca faydalarıdır. Türkçülerin gayesi çağdaş bir İslam Türklüğüdür.”

Gökalp’ın nihai gayesi İslam Türklüğüdür. Bu demektir ki o dönemde de Türklüğü olmayan bir İslam ve İslami olmayan bir Türkçülük düşüncesi varmış.

Gökalp Türkçülerin Ümmet programını da şöyle özetler:

“1-Bütün İslam kavimleri arasında ortak Arap harflerini bozmadan saklamak.

2-Bütün İslam kavimlerinde ilim terimlerini ortak hale getirmek ve bunun için terminoloji kongreleri yapmak, terimleri Türkçeden değil, Arapçadan ve kısmen Farsçadan yapmak.

3-İslam kavimlerde ortak bir eğitimin kurulması için eğitim kongreleri yapmak.

4-İslam kavimlerin müftü teşkilatları arasında devamlı bir bağlantı kurmak.

5-İslam ümmetinin sembolü olan “Ay” ın kutsallığını saklamak. Bunlardan anlaşılır ki Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır.”

Gökalp’ın bu görüşlerine katılmamak mümkün değil. Yukarıda da belirtmiştim. Ziya Gökalp hem gerçekçidir hem de terkipçidir. Bir takım olmadık hayali konular meydana getirerek o hayaller peşinde koşmaz. Gökalp hayatın katı gerçeklerinden ve ülkenin içinde bulunduğu durumları asla göz ardı etmez ve ona göre fikirler oluşturur. Hiçbir fikri ve düşünceyi dışlama düşüncesi olmaz. Bazı konuları eleştiriye tabi tutabilir fakat o konuları ihtiva eden fikirlerden de faydalanır.

Gökalp konusuna devam edelim:

“Eğitim sistemi deyince iki şey anlaşılır: İslamiyet’in eğitimdeki metodları, yetişecek çocukların İslamiyet’e göre yetiştirilmesi. Birincisi eğitim tarihine düşer. Biz burada ikinci noktadan bahsedeceğiz diyen Ziya, şu noktaları tesbit ediyor: A-Milli dil ve tarihimizi öğretiriz. B- İslam esasları ve İslam tarihini okuturuz. C-Matematik ve tabiiyat dibi ilimleri ve yabancı dilleri öğretiriz.”

Görüldüğü üzere Gökalp’ın teklif ettiği eğitim bugün milliyetçilerinde ileri sürdüğü fikirlerle aynılık gösteriyor. Madem ülke olarak Müslüman ve Türk’üz o halde Müslümanlığı da Türklüğü de eğitim yoluyla öğretmek gerektiği ortadadır.

“Gökalp’ın programında bazı noktalar geçen yarım yüzyıl içinde kaybolmuş, bazıları da ters bir yönde gelişmiştir. Avusturya Macar imparatorluğu gibi bir Türk-Arap imparatorluğunun devamını istiyordu. Fakat her ikisi de Gökalp’ın hayalinden pek az sonra yıkıldı. Arap harfleri bırakıldı. İslam milletleri arasında ortak eğitim, müftü teşkilatı, ortak İslam vatanı kalmadı. Yalnız imparatorluktan ayrılan, hatta dışında kurulan İslam devletleri türlü şekillerde bayraklarında “Ay”ı kullanıyorlar. Türk kavimleri arasında yazı ve lehçe farkları büyüdü. Kısaca olaylar tahminlere göre gelişmedi.”

Evet maalesef öyle oldu özellikle de dış müdahalelerle devletimiz parçalandı ve bu parçalar arasından irili ufaklı 50 kadar devletçik çıkardılar. İmparatorluğun asli unsuru olan biz Türkler ise halkıyla, aydınıyla, askeriyle, efesiyle, dadaşıyla ortak bir milli mücadele verdi ve kendi bağımsızlığını hem kurdu hem de korudu.

Kaynak: Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Selçuk yayınları Konya. Ahmet Sait Matbaası İstanbul 1966, sayfa: 493-527

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen