Hücrelerin Dilinden Bir Öykü: Akciğer Yassı Hücreli Kanseri

İnsanların bir öyküsü olduğu gibi hücrelerinde bir öyküsü vardır.

Şimdi size kendi öykümü ve nasıl bu hale geldiğimi anlatacağım…

Hani insan suçlu doğmaz, sonradan suçlu hale gelir ya, bizim öykümüzde biraz öyle. Çok masum amaçlarla görevlendirilmiştim. Akciğer denilen ve içine hava dolan, oksijen kana karışırken, karbondioksiti dışarı atan o süngersi dokunun içindeki milyonlarca hücreden sadece birisiydim. Esas görevim soluk borusu ile birlikte alveol denilen küçük üzüm benzeri keseciklerin içini döşemek, sodyum-potasyum ve su geçişi ile birlikte oksijen ve karbondioksit değişimini sağlamaktı.

Vücutta en fazla kirlenen hücreler kim deseniz herhalde bizlerdik. Her nefes alındığında, çeşit çeşit gazlar, küçücük gözle görülmeyen tozlar, damlacıklar hepsi başımızdan bir kova pis su gibi üstümüze dökülüyordu. Allah’tan çevrede temizliği sağlayan makrofaj denilen hücreler vardı da, bu pislikler çok uzun süre üzerimize yapışıp kalmıyordu.

Ama dakikada neredeyse 20 kere bu pis su ile yıkanıyorduk. Geceleri rahat ederken sabahın ilk saatlerinde kahvaltının ardından, sigara denilen ve içinde envaı çeşit zehir olan bir illetin pislikleri bu su ile birleşiyordu. Yapıştı mı çıkmayan katran, elimizi ayağımızı felç eden nikotin, böcek öldürme de kullanılan kimyasallardan geçilmiyordu. Bir de hava kirli ise, günlerce kendimize gelemiyorduk. Sadece benim değil, birçok arkadaşımın karakteri değişmeye başladı, temiz mahalle çocuğundan kirli pasaklı adamlar haline gelmiştik.

Makrofajlar bizleri yıkayıp paklamaya ve tekrar iyi mahalle çocuğu yapmak için bu zehirleri lenf kanalları (yani bir çeşit kanalizasyon boruları) aracılığıyla taşıyorlardı. Ama artık bu kanallar yetmemeye başlamıştı.

Benim içinde bulunduğum vücudun makrofajları ancak bu kadar temizleyebiliyorlardı. Oysa nadiren de olsa her şeyle baş edebilen, makrofajların çok hızlı çalıştığı ve enerjilerinin hiç bitmediği vücutlar olduğunu duymuştum.  

Yaşadığımız vücudun durumu kötüydü. Her tarafı pislik götürüyordu…

Ben de dâhil olmak üzere, birçok arkadaşım artık bu pislikten bıkmış ve ağzımızı bozmaya karar vermiştik. Yeter artık demenin zamanı gelmişti. Yavaş yavaş iyi mahalle çocuğundan, bildiğiniz asilere dönüşmüş ve sonu hüsran da olsa hakkımızı kendimiz aramaya karar vermiştik.

Sayımız her geçen gün biraz daha artıyordu. Bizleri kontrol altında tutmaya çalışan lökositler kalabalığımız karşısında yavaş yavaş önümüzden kaçmaya başlamışlardı. Neredeyse bağımsız olacaktık. Önce akciğerin lob denilen ve ayrı soluk borusu olan beş bölgesinden birini ele geçirmiştik. Hava kirliliğini ortadan kaldırmak için soluk borusunu tıkadık. Yanlış yapmıştık. Tıkanık soluk borusunun ardında oluşacak pisliğin ne kadar fazla olacağını o zaman anladık. Hiç olmazsa arada temiz hava alırken, artık o da yoktu.

Bazılarımız bu pisliğe dayanamayıp lenf yollarına yüklendiler. Büyük bir direnç vardı ama akciğerin içerisindeki bazı lenf kanallarını ele geçirmeyi başardık. Kalbe yakın bölgelere doğru ilerliyorduk.

Bu esnada soluk borusunu tıkayan bazı hücre arkadaşlar hayatını kaybetti ve oluşan kanama öksürük ile dışarı çıkmaya başladı. İşte o esnada yanımızdaki kalbin hızının arttığını hissettik.

Bir süre sonra sigara dumanı ile yıkanmamız sonra erdi. Soluk borusundaki arkadaşlar parlak bir ışığın gelip içinde bir kepçe ile bazı arkadaşlarımızı yakaladığını ve götürdüğünü söylediler. Hatta lenf bezine kaçan bazı arkadaşların ise lenf bezini tamamen çıkaran bazı kepçeler ile kayboldukları şeklinde rivayetler vardı.

Tüm bunlara rağmen sayımız her geçen gün artıyordu. Artık isyan ateşi her yeri sarmıştı.

Tam bu esnada akıl sır erdiremediğimiz yeni silahlar ile karşı karşıya kaldık. Bunlar dış dünyadan gelen silahlardı.

Birisi bildiğiniz nükleer bomba idi… Yüz binler halinde ölüyorduk. 

Diğeri ise herkesi ve her şeyi zehirleyen kimyasal silahlardı. İçine nüfuz ettiği her şeyi öldürüyordu. Kurunun yanında yaş ta yanıyordu.

Anlaşılan isyanı bastırmak için dış destek alınmış ve büyük bir gayret içine girilmişti. Bazılarımız tekrar temiz çocuk olmuşlar, olmayanlar ise bu yeni silahların hışmına uğramışlardı.

Başka vücutlarda nükleer veya kimyasal silahları atlatan çok arkadaşlar olduğunu duyuyorduk. Ben de temiz çocuk olmaya karar vermiştim.

Etrafımda yorgun argın, savaştan çıkmış, ama geleceğe ümitle bakan bir hücre topluluğu oluşmuştu. Geçirdiğim bunca badirenin sonucunda tek bir şey öğrendim.

Her nefeste bir kova pis su ile yıkanmak istemiyordum. Hele hele tekrar sigara dumanı ile kirlenirsem, ölümüm pahasına da olsa isyanı tekrar başlatmaya ve bu işkenceye son vermeye yemin ettim…

Benim hikâyem bu. Çok aşina geldi değil mi?

 

 

 

 

 

Yazar
Hasan Fevzi BATIREL

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesidir (Prof.Dr.). Avrupa Göğüs Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu üyeliği de yapmaktadır.

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen