Hükûmet neden kepenk indiriyor?

Güçlü kuvvetler ayrılığı, diğer sistemlerden farklı olarak (örneğin Avam kamarası karşısında hızla gerileyen Lordlar) iki güçlü kuruma dayalı (bicameral) yasama ve federalizm kanun yapım sürecinde çok sayıda “veto mekanizması”nı devreye soktuğundan müzakere ve uzlaşmayı zorunlu hale getirmiştir. Bunun yanı sıra denge ve denetleme mekanizmaları ve talep olunan nitelikli çoğunluklar da “siyasal alan”ın paylaşımını düzenlemiştir.

Madison’ın aralarında bulunduğu ABD demokrasisinin mimarlarının günümüzdekinden farklı bir yapının “siyaset”ini şekillendirmeye gayret ettikleri unutulmamalıdır. O dönemde ülke 13 eyâletten oluşuyordu, dünyanın merkezi durumuna gelmiş olan Avrupa’dan okyanusla ayrılıyordu ve siyasete karışmaları söz konusu olmayan köleler istisna edilirse türdeş sayılabilecek bir nüfus yapısına sahipti. Bunun yanı sıra “kurucu babalar” siyasal partilere yönelik derin şüpheciliği içselleştirmişlerdi.

*****

Bu yazı Sabah Gazetesi’nin 28 Ocak 2018 târihli nüshasından alınmıştır

 

M. Şükrü HANİOĞLU[i]

 

ABD’de yaşanan ve sistem zaafı olarak görülebilecek “hükûmet kepenk indirmesi,” kurucu ideolojiden kaynaklanan bir tercihi yansıtmaktadır.

ABD’de bütçe konusunda uzlaşma sağlanamaması nedeniyle federal hükûmetin “faaliyetini durdurması” dışarıdan bakıldığında ciddî bir sistem sorunu olarak görülebilir. Yürütmeyi elinde bulunduran, yasamada da çoğunluğa sahip bir iktidarın bütçe yapamaması ve hükûmetin “kepenk indirmesi” sık rastlanan bir gelişme değildir.

Aslî olmayan federal devlet çalışanlarının zorunlu ücretsiz izne çıkarıldığı; pasaport, vize, asker ailelerine ölüm aylığı bağlanması türünden işlemlerin durdurulduğu; ABD’nin en önemli sağlık araştırma kurumu olan NIH’in yeni hasta kabul edemediği; grip salgınlarını izleme programı benzeri programların askıya alındığı “hükûmet kepenk indirmeleri” pek çok toplumda “güçsüz yönetim” ve “sorunlu sistem” algısının dile getirilmesine neden olabilir.
Buna karşılık, konu tartışılırken, 2013 sonbaharında yaşanan gibi uzun süren örnekleri de bulunan “kepenk indirmeler“in, “siyasal alan“da hegemonya oluşumunu engellemeyi hedefleyen ABD kurucu ideolojisinin ürünü olduğu göz ardı edilmemelidir.

Söz konusu irade siyasal alanın “paylaşımı“nı sağlamanın, karmaşık “denge ve denetleme ağı“nı tahkim edecek bir düzenleme olduğu düşünmüştür. Bunun düşünsel arka planında ise “siyasal alan tekeli“nin “zayıflatılmış, kolay karar alamayan yönetim“den daha kapsamlı sorunlara neden olacağı varsayımı yer almıştır.

Başkanlık ve sınırlanan yönetim 

ABD siyasal sistemi “başkanlık sınıflamasına dahil edilen, buna karşılık, aynı adı taşıyan yapılardan karar alma, kanun yapma ve kilit atamalar“ı zorlaştırmasıyla ayrılan bir örnektir. Bunun neticesinde ABD’deki başkanlık, “güçlü yönetim” ve “hızlı yasa yapımı” konularında parlamenter ve yarı başkanlık sistemlerinin gerisinde kalan uygulamaların hayata geçirilmesine neden olmaktadır.

Ana hatları on sekizinci asır sonlarında “Amerikan anayasasının babası” olarak görülen James Madison tarafından şekillendirilen, buna karşılık, James Harrington ve Montesquieu’nün tezlerine dayanan bu sistem, antik Yunan ile Roma ve çağdaşı İngiltere örneklerinden yola çıkarak sadece erkler arası dengeyi gözetmekle kalmamış, bunun yanı sıra onlar içinde tekel oluşumunu önlemeyi de hedeflemiştir.

Güçlü kuvvetler ayrılığı, diğer sistemlerden farklı olarak (örneğin Avam kamarası karşısında hızla gerileyen Lordlar) iki güçlü kuruma dayalı (bicameral) yasama ve federalizm kanun yapım sürecinde çok sayıda “veto mekanizması“nı devreye soktuğundan müzakere ve uzlaşmayı zorunlu hale getirmiştir. Bunun yanı sıra denge ve denetleme mekanizmaları ve talep olunan nitelikli çoğunluklar da “siyasal alan“ın paylaşımını düzenlemiştir.

Madison’ın aralarında bulunduğu ABD demokrasisinin mimarlarının günümüzdekinden farklı bir yapının “siyaset“ini şekillendirmeye gayret ettikleri unutulmamalıdır. O dönemde ülke 13 eyâletten oluşuyordu, dünyanın merkezi durumuna gelmiş olan Avrupa’dan okyanusla ayrılıyordu ve siyasete karışmaları söz konusu olmayan köleler istisna edilirse türdeş sayılabilecek bir nüfus yapısına sahipti. Bunun yanı sıra “kurucu babalar” siyasal partilere yönelik derin şüpheciliği içselleştirmişlerdi.

Bunun neticesinde, sadece eşit üç erk ve eyâlet yönetimleri tarafından dengelenen bir “siyasal alan” değil onun “paylaşımı” da öngörülmüştü. Diğer bir ifade ile ABD sistemi, güçlü yasama ve yargı denetimi ve federal devletlere ait sınırlayıcı mekanizmaların yanı sıra “siyasal alan“ın “bütünüyle seçimi kazanana terki“ni önleme temelinde şekillendirilmişti.

Güçlü yönetim arzusu 

Lloyd Cutler, Robert Dahl ve Sanford Levinson benzeri anayasa hukuku ve siyaset bilimi uzmanları, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Madison’ın parti örgütlenmelerinin bulunmadığı on sekizinci asır gerçekliğinde şekillendirdiği siyasal sistemin değiştirilmesi talebini dile getirmişlerdir.

Bu talepler sistemin, kanun yapımı, karar alımı ve kilit atamaları ağırlaştırdığını, bunun yanı sıra, Cumhuriyetçi ve Demokratik partiler arasında kızışan particilik ve bunun yarattığı “kutuplaşma“nın “nitelikli çoğunluk” ve “veto“ları “uzlaşmama siyaseti” yolunda araçsallaştırdığını vurgulamışlardır.

Günümüzde de parti yönetimlerinin yasama temsilcileri üzerindeki etkinliğinin artması ve kutuplaşmanın güçlenmesi benzeri nedenlerle “siyasal alanpaylaşımı“nın terk edilmesi ve “kazanan hepsini almasa bile geniş hareket alanına kavuşmalıdır” yaklaşımının benimsenmesini isteyenler seslerini yükseltmektedir.

Bu talebi dile getirenler, önceleri satranç oyununda şahın kiş çekilmemiş ama gideceği yer kalmadığı pozisyona atfen “stalemate,” daha sonra karşılıklı kilitleme vurgusu yapan “deadlock,” günümüzde ise farklı yönlerden gelen araçların açılmaz biçimde tıkadığı trafiği telmihen “gridlock” olarak tanımlanan ve “hükûmetin kepenk indirmesi“nın örneklerinden birisi olduğu gelişmelerin “siyasal alan paylaşımı“ndan kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Başkan Donald Trump da yönetimin elini bağladığını ileri sürdüğü böylesi gelişmelerin önlenebilmesi için “nükleer seçenek” adını verdiği yöntemle “nitelikli çoğunluklar“ın ortadan kaldırılmasını ve bunun neticesinde siyasal alanda “çoğunluk“un tartışmasız egemenliğinin önünün açılmasını savunmaktadır.

Alınacak ders 

Bu yaklaşımın siyasetin bir bölümü ile bâzı akademik çevrelerde gördüğü desteğe karşılık toplumun genelinde revaç bulmaması ilginçtir. Toplumun çoğunluğu “hükûmetin kepenk indirmesi benzeri uygulamalar, çıkarılamayan kanunlar ve engellenen atamaları eleştirmekte, ama bunları ortadan kaldıracak “seçimi kazanan siyasal alana bütünüyle egemen olur” seçeneğinin daha kapsamlı sorunları beraberinde getireceği endişesiyle kurucu ideolojinin yarattığı dengelerin, koşulların fazlasıyla değişmesine karşılık, korunması gerektiğini savunmaktadır.

Bunun güçlü ve hızlı karar alan yönetim ile siyasal alanda tekel oluşumunu önleme arasında yapılan önemli bir tercihi yansıttığı ortadadır. Dışarıdan bakıldığında bu konudaki ısrarın anlamsız görülebilmesi mümkündür; buna karşılık, söz konusu tercihin “kurucu felsefeye bağnazlık düzeyinde bağlılık“a indirgenmesi yanlış olur.

Tüm sorunlarına ve uygulamada neden olabildiği tıkanıklık ve gecikmelere karşılık “siyasal alanda tekel oluşumu“nun engellenmesi neticesinde muhalefetin de siyaset yapımını etkileyebilmesi, ABD başkanlık sisteminin diğer örneklerden başarılı olmasına ciddî katkıda bulunmaktadır.

Yakın geçmişte sistem değişikliğine giden, buna karşılık henüz işleyiş konusunda düzenlemeler yapmayan Türkiye’nin de bundan çıkarabileceği önemli dersler olduğu şüphesizdir.

YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

————————————————-

Kaynak:

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/01/28/hukmet-neden-kepenk-indiriyor

—————————–

[i] Prof.Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Program Direktörü Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Siyaset Bilimi ve Ekonomi lisans derecesi ile Siyaset Bilimi Doktorası’nı İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Son dönem Osmanlı politika ve diplomasi tarihi ile Türk siyaset hayatı konularında Türkiye’de ve Columbia, Wisconsin, Michigan ve Chicago Üniversiteleri’nde dersler veren ve seminerler yöneten Prof. Hanioğlu, Ahmet Ertegün Vakfı Başkanlığı, Yakın Doğu Çalışmaları Program ve Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Geç Osmanlı dönemi tarihi alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından birisi olarak kabûl edilen Prof. Hanioğlu, aynı zamanda, 19. yüzyıl entelektüel tarihinin en önemli kaynakları arasında sayılan pek çok eser ve makalenin de sahibidir. 2010’da TÜBİTAK Özel Ödülü’nü alan Prof. Hanioğlu, son olarak Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün entelektüel biyografisini yayınlamış, 2012 yılında da Türk tarihini evrensel boyuta taşıması dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne lâyık görülmüştü.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen