Necdet BAYRAKTAROĞLU
İstiklal, Türk Milletinin asil karakterin de var olan ve yaşayan milli bir değeridir. Milli değerler, milletler tarafından yaşanılır ve korunur. İstiklal, çetin ve zor şartlarda ve fedakarlıkla elde edilir. İstiklal olmadan millet olmaz, vatan olmaz, bayrak olmaz dil ve din olmaz. Bu nedenle, istiklalin kıymetini bilmeyen milletler yok olmaya mahkumdurlar. Bu kadar hayati öneme haiz olan istiklalimize ve istikbalimize sahip çıkmalıyız.
İstiklal, kendi başına olmak, kimseye bağlı olmamak, hür, müstakil olmak anlamındadır. Bir milletin tam bağımsız olması demektir. Bir başka devletin esareti altında yaşamamak, idare edilmemek ve kendi geleceğine kendi iradesi ile karar verip, kendi vatanında hür ve bağımsız olarak yaşaması demektir. Bir milletin bağımsız olması demek adli, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alan gibi birçok hususlar da bağımsız olması demektir. Bunlardan birinde eksiklik olursa, millet ve devlet tam manasıyla bağımsızlıktan mahrum demektir. Mustafa Kemal Atatürk 1921 yılında bu konuda: “Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, adli, askeri, kültürel ve benzeri hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diye açıklamıştır.
İstiklalin milli özelliği vardır. Vatan, millet, bayrak, dil ve kültür gibi değerleri içine alır. Milletin, varlığının devam ettirilmesinin baş amilidir. Milletin onurlu, güçlü ve başarılı olması, bağımsızlığının milli olmasına bağlıdır.
Bağımsız milletlerin hür iradesi olması lazımdır. Bağımsız olan, özgürce yaşayan demektir. Böyle milletler, sömürülemez, haklarından vazgeçemez ve idarelerinde yön verilemez. Hür milletinde kendine ait, kendi yönetiminde devleti olur. Zenginliklerini ve kaynaklarını kendi halkı ve ülkesi için kullanır. Bu devlette millet, kararlarını kurumları vasıtasıyla serbestçe, kendi iradesi ile alıyor ve uyguluyorsa, o zaman bağımsız demektir. İşlerine başka devletler, güçler ve kuruluşlar karışamaz. Eğer bir devletin, bir gücün etkisinde kalıyorsa, egemenliği kalmaz, esaret hayatı başlar. Bağımsızlık ise, esareti ve sömürgeciliği kabul etmez.
Bir milletin sadece siyasi, askeri ve kültürel bağımsızlığı yeterli değildir. Aynı zamanda ekonomik kıymetlerini bağımsızca kullanması, ticaretinin ve sanayisinin gelişip yükselmesi için bağımsızlığı ile mümkündür. Mustafa Kemal Atatürk bu hususla ilgili olarak: “Hiç bir uygar devlet yoktur ki, ordusundan önce ekonomisini düşünmemiş olsun. Bağımsızlığın korunması için ilk koşul olan tüm araç ve gereçler, ekonomi alanındaki gelişmelerle oluşur. Bir ulus ekonomik bağımsızlığını elde ederse, o denli güçlü bir temel üzerine yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ki, artık onu yerinden kımıldatmak mümkün değildir” diye söylemiştir.
Türklerde vatan, millet ve istiklal hisleri çok köklüdür. Her zaman kudretli, canlı, ve ayakta kalmasının sebebi bu duygularının sağlam olmasındandır. Beş binlik yıllık bir tarihe sahip olmak her millete nasip olmamıştır. Tarihin her döneminde istiklaline çok önem vermiş, bu uğurda seve seve çok canlar vermiştir. İstiklali için yaşama arzusu, geleceğinde bir ilke, hedef ve bir hayatiyet olmuştur. Bu nedenle dünyada hiç bir millet, Türkler kadar istiklaline düşkün değildir. Esarette yaşamaktansa, ölmek en güzel yol olarak tercih etmiştir. İstiklalini yaşamak için Orta Asya’dan çıkıp Anadolu’ya ve buradan Avrupa içlerine kadar toprakları yurt edinmiştir. Farklı dil, din, ırkta olan üç kıtadaki toplumlara adalet, hoşgörü, barış ve huzur götürmek için zaferden zafere koşmuştur.
Ancak, Osmanlı Devletini son yüzyılında ilim, fen, teknoloji, sanayi ve askeri alanlarda gelişmeleri takip edememiş, batılı gelişmiş güçlü devletlere karşı çeşitli yollardan ayrıcalıklar tanımış, nüfuz ve egemenliğinde sıkıntılar yaşamaya başlamıştır. Bu emperyalist devletlerin amacı, Osmanlı İmparatorluğunu ekonomik olarak sömürü olup, siyasi ve askeri bakımdan zayıf bırakmak ve topraklarını paylaşmaktı. Sermaye verme, borçlandırma ve devletin ekonomik kilit noktalarını ve kaynaklarını ele geçirme politikası gütmüşlerdir. Sürekli borçlanan ve borçların faizlerini bile ödeyemez durumda olan ve siyasi, ekonomik ve askeri güç ve imkanı kalmayan Osmanlı Devletine karşı, daha sonra topraklarına saldırmaya başladılar. İngiliz, Fransız, İtalya, Sırbistan, Bulgar ve Yunanistan, İmparatorluğun batı ve güney kısımlarında, Ruslar ve Ermenilerde doğu bölgesinde, topraklarımız işgal etiler ve bu toprakların her bir köşesinde istiklal mücadelesi veren Türk evlatlarının kanını akıttılar.
Bakü, Batum ve Sivastopol, Tebriz ve Basra’da, Halep ve Kütül Amere, Medine ve Yemen, Filistin’de, Şam ve Kerkük, Süveyş, Trablusgarp ve Bingazi’de, Kıbrıs ve Girit, Rodos’ta, Üsküp ve Kosova, Varna’da Türk askeri göğüslerini siper ettiler. Topraklarımızı işgale doymayan bu devletlere karşı, Çanakkale, Gelibolu, Conkbayır ve Arıburnu’nda, destanlaşan zaferleriyle tarih yazdılar.
İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiş, Yunan ordusu İzmir, Aydın, Manisa ve Kütahya’yı ele geçirmiş, Sakarya’ya kadar dayanmıştı. Güneyde İtalyanlar Antalya bölgesi, Fransızlar Antep, Urfa ve Maraş’ı işgal etmişlerdi. Ruslar ise, Trakya’da Edirne’ye kadar gelmiş, doğuda ise Kars, Erzurum ve Erzincan’ı ele geçirmişti. Osmanlı İmparatorluğu üç kıtadaki topraklarını kaybetmiş, Anadolu’nun ortasında ki topraklara hapsedilmişti. Silah ve teçhizatlarına el konulmuş, ordusu dağıtılmış, ekonomik hayatına ambargo konulmuş ve bağımsızlığı elinden alınmıştı. Devletin ve milletin maddi ve manevi hayatına, gelişmesine ipotek konulmuştu. Memleket toprakları düşman devletlerin nüfuz ve egemenliğine geçmişti.
Vatanın işgale uğradığı her bir toprağında, şehirleri yakıp yıktılar, ateşe verdiler, yağmaladılar. Silahsız insanları çocuk, kadın, yaşlı, ihtiyar demeden işkence ettiler, evlere ve camilere doldurup acımasızca katlettiler. Kadının kızın ırzına geçip vahşet yaşattılar. Vatanın dört bir yanında zalimce, insanlık dışı unutulmaz izler bıraktılar ve binlerce şehit kanı döktüler.
Memleketin bu acılı anlarında Sabiha Zekeriya adlı Hanımefendi, vatan topraklarının işgali ve düşmanın yaptığı katliam, zulüm karşısında Allah’a dua ediyor yalvarıyordu:
“Allah’ım… Ak saçlı ihtiyarlar, bağrı yanık analar, gönlü yaralanmış yetimler, bütün Türk ve Müslüman kulların hep birden duaya geldik… Sesimiz sana minareler memleketinin bütün Müslüman dünyasına ses veren mabetlerinden yükseliyor… Kalbimizi sana açtık. Gözlerimizde senin nurun, kalbimizde senin vecdin, ruhumuzda senin aşkın var… Mabetlerinde ağlayan surların üzerinde feryat eden, Müslüman iklimlerinde matem tutan yeisli Türk sedasını işiten Tanrım. Bizi de dinle. Ruhumuzdan kopan feryatlara acı ve bizi koru Allah’ım. Günahlarımıza tövbe ederek şehitlerimizin ruhundaki kutsiye sığınarak sana secde ediyoruz. Müslüman ruhunu temsil eden camilerine haç diktirme Allah’ım. Yedi yüz seneden beri minarelerinde okunan ezan sesine bizi hasret etme Allah’ım. Topraklar altında millet için ölen şehitlerini mezarında ağlatma Yarabbim. Babaları için ağlayan bir milyon yetimin hıçkırıklarını işit, bizi o şehitlerin ruhu hürmetine inayet eğle Yarabbi. Yedi yüz seneden beri denizlerin hâkimi, şarkın hükümdarı olduk. Bizi düşmanlarımıza esir eyleme Yarabbi…. İşte biz bugün o siyah bayrağın altında, ruhumuzdan taşan hıçkırıklar arasında, sana yalvarıyoruz Allah’ım. Asırlardan beri hükümran olan Türk’ün bugün bütün milletlerin telin edeceği bir zulüm ile mukaddesatı istiklali hayatı her şeyi mahvoluyor. Biz Allah’ım senin adaletine sığındık… Cihadımıza sen zahir ol Yarabbi. Sesini sana ilahi mabetlerinden tekbirler tehlillerle yükselten Türk’ün sesini işit ve bizi kurtar Allah’ım…”
İşte böyle bir zamanda Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıkışı, bir İstiklal mücadelesinin başlamasıdır. Amasya’da: “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyor, Erzurum’a geçerek: ““Türk hükümeti yabancıların elinde esirdir. Anadolu’da teşkilatlar kurularak İstiklal için mücadele edilmesini” Türk milletinden istiyordu. Sivas ve diğer il kongrelerinde: “Düşmanı vatan toraklarından temizlemek ve atmak, memlekette tam bir milli bağımsızlığı kurmak ve sağlamaktır.” diye kararlar alınıyor ve amaçlar tespit ediliyordu. Bu amaç ve milli şuurla yola çıkılarak, cemiyetler ve teşkilatlar kuruldu ve milleti mücadele için tek yürek haline getirildi.. Bağımsızlık için verilen Milli Mücadelenin en önemli hedef ve amaçlarının başında “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası vardı. Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık anlayışı, kayıtsız ve şartsız tam bağımsızlık fikrine dayanıyordu ve “Bir milletin yaşayabilmesi için, özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerekir” diyordu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde Türk Milleti, tek yürek olup milli bir şahlanışla, topraklarımızı işgale doymayan bu devletlere karşı, Çanakkale, Gelibolu, Conkbayır ve Arıburnu’nda, destanlaşan zaferlerle tarih yazdı. Erzincan, Erzurum, Sarıkamış ve Kars’ta, Şanlı Urfa ve Gazi Antep, Adana’da, İzmir ve Aydın, Manisa’da, Sakarya, Kütahya’da düşman, amansız bir savaş ve mücadele sonunda vatan topraklarından temizlendi.
Türk Milleti, her türlü zorluk ve şartlara rağmen, vatanın her tarafında zaferlerle elde dilmiş fedakarlıklarla, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayı başarmıştır. Bu devletin iki temel unsuru vardır. Birincisi “Tam Bağımsızlık”, diğeri ise “Milli Egemenlik” tir. Milli mücadeleyi başlatan ve istiklalimizi sağlayan Atatürk ve arkadaşları, bu esaslar üzerine devleti inşa etmişlerdir. Bunlardan biri olmadan diğeri olamaz. Milli egemenliğe dayanmayan bir milletin, tam bağımsızlığından bahsedilemez. Millet bağımsız yaşayamaz ve devlette varlığını sürdüremez.
24 Temmuz 1923 yılında Lozan’da imzalanan Lozan anlaşmasında, galip devletler ekonomik ve siyasi zorluklar çıkarıyorlardı. Atatürk ve arkadaşları bu engellemelere karşı koydu ve tam bağımsızlıktan geri adım atmadı ve şöyle dedi: “Biz barış istiyoruz, dediğimiz zaman ‘tam bağımsızlık istiyoruz’ dediğimizi herkes bilmelidir. Bunu istemeye hakkımız ve gücümüz vardır. On yıl, yirmi yıl sonra aşağılanarak ölmektense, şimdiden onurumuzla ölmeyi yeğleriz.” Ayrıca, batılı gazetecilere verdiği beyanatlarında: “Bütün topraklarımızda gerçek bağımsızlık istiyoruz. adli, mali ya da askeri kapitülasyonlardan hiç birini tanımıyoruz… Siyasal, adli, ekonomik ve mali bağımsızlığımızı, dolayısıyla yaşama hakkımızı inkara ve ortadan kaldırmaya yönelik Sevr Anlaşması bizce mevcut değildir… Ulusal sınırlarımız içinde tam olarak bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye istiyoruz” demiştir.
Bu mücadele de memleketin her ocağından, yuvasından çıkan şehitlerinin kanları, dul eşleri, yetim yavruları gözü yaşlı ana ve babaları geride kaldı. Vatanperver gazilerimizin yiğitlikleri, sakatlıkları, yaraları ve yürekleri dağlayan acıları, üzüntüleri ve gözyaşları kaldı. Mustafa Kemal Atatürk, Tür milletinin kazandığı bağımsızlığı konusunda: “Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiç bir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır” diye, bütün dünya alemine seslenmiştir. Türk milletinin istiklal ve istikbalinin yaşaması içinde Türk gençlerine reçetesini sunmuş ve şöyle demiştir: “Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur.”
Türk milletinin istiklali için verdiği milli mücadele döneminin bilinmesi çok önemlidir. Bu dönemin önemini ve yaşananları öğrenerek geleceğe ve yeni nesillere aktarmalıyız. İnsanlarımızın bilinçlenmesini sağlayarak tarihi bu olaylardan, vahşetlerden dersler almalıyız. Kutsal bir amaç için vatan, bayrak, ezan ve istiklal diyerek zulüm gören, eziyet çeken, kanlarıyla bu toprakları vatan yapan bize emanet bırakan şehitlerimizi ve gazilerimizi unutmamalıyız. Şehit olanlar son nefeslerinde “Varlığım Türk varlığına armağan olsun, vatan sağolsun” diyerek öldüler. Kaynağını milletinin tarihinden alan neslin, milli şuuru daima canlı ve uyanık olur. Bugünkü ve gelecek nesiller bu milli şuurla beslenirlerse tarihini ve geçmişini iyi bilmiş olurlar. Büyük alim, ata Şeyh Edibali “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın” diyor.
Türk Milleti bin yıldır, şehit kanlarıyla sulanmış bu Anadolu topraklarında, İstiklalini korumak ve yaşatmak için mücadele vermiş ve istiklalini ve istikbalini yaşatmak için mücadele vermeye de devam edecektir. Atatürk bu hususu: “Türkiye Devletinin bağımsızlığı mukaddestir. o ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır” diyerek, emanete sahip çıkmamızı istemiş ve Türk gençliğine de seslenerek. “Ey Türk Gençliği! Birinci Vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” diye söylemiştir. Her Türk gencinin milli ülküsü bu olmalıdır.
KAYNAKLAR
Yahya Kemal Beyatlı – Eğil Dağlar – İstanbul Fetih Cemiyeti Yay. – İst. 2007
Kazım Karabekir – İstiklal harbimiz – Yapı kredi Yay. – İst. 2010
Necdet Sevinç – İstiklalin Bedeli – Bilge oğuz Yay.- İst. 2013
Mehmet Turgut Argun -İstiklal Harbi ve Anadolu – İş Bankası Yay. – İst. 2014
Gökçe Fırat – Ya İstiklal Ya Ölüm – İleri Yay. – İst. 2004
Doç. Dr. Ali Güler – Kurtuluştan Kuruluşa – Truva Yay. -İst. 2010
Fatih Bayhan – Hür Yaşadım Hür Yaşarım – Timaş Yay.- İst. 2018
Musa İlhan – Kurtuluş ( İstiklal Harbi Gazetesi )- Mercek Gazetesi- 2010-Aydın