“Hüzün” bizim kültürümüzün, hele de musikimizin temel elemanıdır.
Derinlerde bir noktada ağlayan çocukluğumuzdur sanki…
Şen şakrak anlarımızda bile saklı saklı sızlayan boynu büküklüğümüz, âcizliğimiz, elimizin ermezliği, gücümüzün yetmezliği…
O gönül sızısı, aşklarımız kadar kahramanlığımızın da menşeidir. O sızı duyulup duyurulmasa aynı hedefte kilitlenme, birlik ruhunun tesisi mümkün olmazdı. Kaldı ki aşk da bir kahramanlık türü… Bedeli can ve baş olan kahramanlık talebinizde de O’na ve O’ndan niyaz o hüzünle mümkün görünür…
***
Hüzün, varoluş sırrını içinde taşıyan bir duygu kanaatimce. Bir tarafı “eksiklik” duymağa dayanıyor; bir yüzü “ötelere” bakıyor, bir taraftan da gönlünüzdeki ağırlığı ve ağrısının tazyiki Hakk’a uçuvermeye tahrik ediyor… Eksiğinizi, cüz’iyyetinizi, hasretinizi, aslınızı… duyuran bir var olma biçimi hüzün…
***
Sultânü’ş-Şuarâ ne diyor bakın, bütün saltanat ve îtibârına rağmen:
Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var
Ser terkine kâ’ildir dünyâya gönül virmez
Terk ehlinin ey Bâkî başında sa’âdet var
***
“Onlar için korku ve hüzün yoktur” diye nitelenen bir zümre de var tabiî…
Aramızda yaşadıkları muhakkak!
Korku ve hüzün yok!
Azc, fânilik, binbir yüzüyle ayrılıklar yok yani.
Şâhitler, âşıklar, varlıklarında gurbeti bitirmiş olanlar!
Varlıklarındaki hüzün ve korku sebeplerine dâir ne varsa hesâbını görmüş, artık cüziyyete mahkum olmadığını duymuş, artık “ayrılık” kalmadığını, buna imkan bulunmadığını tecrübe etmişler…
***
Dünyâyı terk, ukbâyı(ahreti) terk, terki terk!
Edebiyâtımız bununla dolu. Bütün atasözlerimiz, hikemiyâtımız bizi o terki terk noktasına dâvet ediyor. Yesevî’den, Yûnus’tan hergün örnekler verip duruyoruz. Bu defâ da farklı bir ses olsun. Buyurun Enderunlu Vâsıf’a:
Bir necm-i baht doğsa eğer her şeb istemem.
Bir iki günlük ömre celî kevkeb istemem.
Osmanlı bu boyutuyla ele alınmadı.
Ecdâd dünyasının bir “Terki Terk Medeniyeti” olduğunu yeniden gündeme taşıyamadık. Bıkıp usanmadan onların iktidar alanlarına hayran ve tâlibiz, ama o iktidarın elde ediliş sırrına kulak asanımız yok… “Etmesin kulluktan âzat Allahım beni!” diyen cihan sultanlarının iktidârına gıbtâ ediyor, ama Hakk’ın kudretini nefsimiz emrine alma hırsını terke yanaşmıyoruz…
İbnü’l Arabî Hz.’nin Füsûs’unu şerh eden Ahmed Avni Konuk, bir yerde meâlen diyor ki:
“Yolun başındakiler özlerindeki hayat sırları olan Allah’ı nefsleri emrine alıp kul edinirken, kemal ehli nefslerini Hakk’a kul ederler”.
…
Üç satırlık şeriat ezberiyle bu ulular kervanını karalamaktan, dinden atmaktan ürkmeyen, hem de “Osmanlıcı”, Osmanlı’nın rûhuna düşman cesedine âşık stres ehliyle bu vâdiye ulaşmak, bu lugatin madde başlıklarında gezinmek mümkün mü?!
Buraya kadar okuyan arkadaşlardan helallik dileriz.