09 Ekim 2004 Cumartesi sabâhı, GAP Televizyonu’nda, Ağrı Kültür Müdürü Sn. Bulut, muhakkak ki iyi niyetle, yöreye turist çekmek için, Hz. Nûh’un gemisi’nin Ağrı Dağı’na inme iddiâsı sanki bir gerçekmiş gibi, Halk Eğitim Merkezi’nin bahçesine gemi maketi yapıldığını vb. gibi anlatıp duruyordu. Yıllar önce de, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden arkeologlarımız, Hz. Nûh’un gemisini, “Batı’lılar orada arıyorlar, orada olmalı” zannıyla olsa gerek, Ağrı’da aramağa çıkmışlardı! Kültür kopukluğunun şâheser iki örneği‘ni teşkîl eden bu iki olayın kahramanlarını kınamağa hakkımız olmadığını düşünüyorum: onlara, kendi kültürleri ile ilgili ne verdik ki başka türlü davranmalarını bekleyelim!
Hz. Nûh’un gemisi, Tevrât’a göre (Tekvîn 8/6) Ararat (Ağrı) Dağı’nda, Kur’ân-ı Kerîm’e göre ise (Hûd Sûresi <11> 44. âyet-i kerîme) Cûdî dağı üzerinde karaya oturmuştur. Cûdî Dağı, Dicle’nin, Türkiye’den çıkıp Sûriye’ye girmek üzere yanından geçtiği Cizre ilçemizin yakınındadır.
Vâkı‘alar ise özet olarak şöyledir:
Ağrı Dağı’nda gemi kalıntısının olduğu zannının kaynağı, (Ağrı Dağı’ndaki bir çoban’ın, daha sonra Kudüs ve Bâbil Archdeacon’u Dr Nûri’nin, Birinci Dünya Harbi’nde orada uçan Rus pilotu Roskowitzki’nin, İkinci Dünya Savaşı sırasında bölgede uçan bir Rus ve dört Amerikalı pilotun)[1] iddiâları‘dır.
Tûfân Uzmanı Amerikalı Dr. Aaron Smith yıllarca çalışıp Nûh’un Gemisiyle ilgili yayınların tam bir koleksiyonunu yaptı. Tûfân hakkında 72 dilde 80 000 eser vardı ve bunlardan 70 000 i, Gemi’nin efsânevî kalıntısından söz ediyordu. Dr Smith 1951 yılında, 40 kişilik ekibiyle Ağrı Dağı’nın buz tepesinde 12 gün kaldı: HİÇBİR ŞEY BULMADI. (In 1951 Dr. Smith spent twelve days with forty companions to no purpose on the ice-cap of Ararat: Loc. cit.)
1970 li yıllarda Alman araştırmacı Freideric Bender ise Cûdî dağına çıkmış ve orada bulunan tahta parçalarının 6630 yıllık olduğunu duyurmuştur.[2] İktibâs ettiğimiz The Bible as History‘de, Tûfan anlatılırken, Gılgamış Destanı ile Tevrât nakli paralel olarak verilmektedir. Gılgamış Destanı’nda geminin Nisir dağında, Tevrat’ta ise Ararat dağlarında karaya oturduğu anlatılmaktadır.[3] Eski Bâbil çiviyazı tabletlerinin, Nisir Dağı’nın yerini itinâ ile belirttiği, onun Dicle ile Zab ırmağının mansabı arasında olduğu bildirilmektedir.[4] İlk basımı 1956 yılında yapılan, kullandığımız nüshası, 13 üncü basım olarak 1967 de yapılmış olan kitapta belirtilen, Nisir adı ile geçen dağın Cûdî olduğu anlaşılıyor. Bu bakımdan, kitabın yayımlanmasından onlarca yıl sonra da olsa, Alman araştırmacı Bender’in yaptığı iş, önemlidir; gerçeğe yöneliş‘in habercisi, öncüsü sayılır.
Gerçekte, Hz. Nûh’un gemisinin Cûdî Dağı’na oturmuş olduğu yolunda yüzyıllardanberi süregelen, canlı bir gelenek mevcûddur. 1965 yılında Cizre Müftüsü Mahmut Bilge‘nin bu konuda yazdıklarından bir kısmını nakledelim:
“Kur’ân-ı Kerîm’de Münzel kelimesini menzil olarak okuyana göre, Cudi aynı zamanda mübarek ve kutsal bir dağdır. Zaten bu inanışa müsteniden yüz yıllardan beri Cudi dağında, etrafındaki ilçe halkı Temmuz ayının ilk Cuma gününde tepesine çıkarak bir hafta kadar panayır kurarlar ve ziyaret ederler. Bu tarihî an‘ane bu duygunun mahsulü olsa gerektir. Zaten dağda putlarla dolu mağaraların mevcudiyeti bu iddiayı, isbat eder…
Tûfanın Temmuzda ve çok sıcak bir günde vukuu ile Temmuz’un ilk Cum‘a gününde halkın Cudi de panayır yaptıklarına bakılırsa şiddetli bir münasebet sezilecektir. Gemiden çıktıktan sonra bir yere gelerek orada kendilerine bina yapmışlar ve yerleşmişlerdir. İşte tûfandan sonra ilk yapılan köy burasıdır. Nuh arkadaşları ile beraber 80 veya 8 kişi oldukları için o köye (Heştiyan) (sekiz veya seksen manasındadır) denilmiştir. Muhakkak bir şey varsa şimdi Cudi’nin kuzey doğusu tarafında bir kaç evden mürekkep Heştiyan adında bir köyün bulunmasıdır…
Şimdi Cizre ilçesindeyim ilçenin hemen hemen bütün köy ve çevresini görmüşüm. Cudi dağının tepesine çıkmış ve oralarda tetkikat (inceleme) ve hafriyatta (kazıda) bulunmuşum. Umumiyet itibariyle gördüğüm ve inandığım bir hakikat varsa; o da bütün bu muhitin (çevrenin), dağı, tepesi, bayırı, deresi her tarafının su baskınına ma‘ruz kaldığı ve arazinin tamamen maî teressübattan müteşekkil olduğudur (suyun bıraktığı, suyun dibine çöken şeylerden meydana geldiğidir). En yüksek tepelerde bile içinden ve dışından hep kum, çakıldaşı ve hayvanî, nebatî müstehaselerden mürekkeptir (hayvan ve bitki fosillerinden oluşmuştur)… Cudi’nin tam tepesinde 500 metrekare bir düzlük vardır. Geminin burada durduğu söylenmekte ve ötedenberi burası bir duvarla çevrilmiştir ve burada taştan ma’mûl bir mescitte vardır. Bu sahada bir iki karış derinliğine kadar kazdım kara sakız zift çıktı ve artık kazma ile kazılmıyacak kadar sert bir tabaka çıktı. Her sene Temmuz ayının ilk Cuma gününde Cizre, İdil, Şırnak ve bizde olduğu zaman Irak’ın Zaho ve Suriye’nin Dicle ilçeleri halkı bu dağa panayır yaparlar. Ateş yakarlar ve mevsimi her tarafa ilân ederlerdi. Bu işle vaktile bir memur da tavzif edilmiş (görevlendirilmiş) idi.“[5]
Mahmut Bilge (Nuh A.S.ın gemisinin Cudi’de olduğunun delillerini sıralamağa) devâm ediyor: (Bir kısmını naklediyoruz)
“9-Heştiyyen köyünün inşasından sonra Nuh Cudi’nin kuzeyindeki dağın yamacına giderek orada bir köy daha yapmıştır ve orada oturmuş, köy gittikçe büyümüş, bu gün biz bu köye (Şarnuh – Şırnak) diyoruz.
10- Tam Cudi dağının güney batısında ovada (BANUH – Babanuh) adında bir köy vardır. Ve bu köyde bir mezar vardır ki öteden beri bu mezarın Nuh mezarı olduğu söyleniyor.
13-Rivayete nazaran, şimdi Nusaybinin batı-güneyinde ve Suriye topraklarında kalmış bir kubbenin içindeki mezarın Sam‘a ait olduğu söylenmekte ve bu güne kadar da yahudilerce ziyaret edilmektedir.”[6] (Bilindiği gibi, Yahûdîler’in, Nûh A.S.ın Sâm adındaki oğlundan, biz Türklerin Nûh oğlu Ya‘fes soyundan geldiğimiz kabûl edilir. M.M.)
Cûdî Dağında inceleme yapan diğer bir araştırmacı, Abdullah Yaşın’ın “Hz. Nûh’tan Günümüze Cizre” Sempozyumu’nda sunduğu tebliğden bâzı bölümleri okuyalım:
“1973 Temmuzunda beş arkadaşımla birlikte binlerce yıldan beri her sene yapılan Cûdî panayırına katılmak üzere Hesana köyüne gittik. Oradan altı saatlik bir tırmanışla yaya olarak Cûdî dağına tırmandık. 150 kişiden fazla insan Cizre, Şırnak, İdil, Silopi, Uludere, Beytüşşebap ve köylerinden Cûdî panayırına gelmişlerdi. Her sene rûmî temmuzun bir, iki ve üçüncü cumalarında bu panayır yapılırdı. Tefler çalınır, gece ateşler yakılır, zikir edilir, kurban kesilirdi. Biz de üç gece Cûdî dağının zirvesinde kaldık. Geminin durduğu yer, 2114 m. yükseklikte zirvede 500 metrekarelik bir alandır. Duvarlarla çevrili olan geminin durduğu yere “Sefîne” denilir. Sefîne Arapça’da “gemi” demektir. Sefîne’nin batısında Nûh’un mescidi bulunur. Binlerce yıldan beri ilk tevhid dininde Enigah (Tembıl) diye adlandırılan daha sonra Havra ve Manastır (Kilise) olan bu ibâdet yeri İslâm’ın gelmesi ile Cami olarak kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda Deyrül-cûdî (Cûdî manastırı) geçmesinin sebebi de budur. Cûdî’de kalacak insanların ihtiyacı için yapılan üstü kapalı üç adet sarnıç vardır. Ayrıca orada şeytan kovuğu, Gabriel kapısı olarak adlandırılan kısımlar gördük.
1983 Ağustosunda Amerikalı astronot James Irving ile Ağrı dağına çıkan Süddeutschzeitung gazetesinin başyazarı Hans Thomas başkanlığında Bavyeralı altı araştırmacı günlerce yapılan inceleme ve araştırmalarında bir şey bulamadıklarından, Cûdî’de araştırma yapmak üzere Cizre’ye geldiler. Bir tercüman iki asker yanımıza alıp, danışman ve rehber olarak Cûdî’ye gittik. Yukarıda sayılan tûfanla ilgili tarihî eserleri tesbit ettik. Ayrıca Çeko tepesine ikinci gece tırmanarak, Asur kralı Sanherib‘in kabartma heykellerini görüntüledik. 1984 yılında bu gezimiz Almanya’da adı geçen gazetede yayımlandığında “Ve Nûh Ararat dağlarına indi” şeklindeki İncil’in sözleri yanlış değil. Ama Kur’an daha sınırlayıcı. Bu koca dağ silsilesinde belli bir tepeyi tesbit etmiş, Cûdî tepesini. Tepe, Mezopotamya üstünde ve 2124 m. yüksekliğinde bir duvar gibi duruyor” şeklindeki ifadelere yer verilmiştir.”[7]
Böylece, kesin olarak isbât edilmiş oluyor ki:
1- Hz. Nûh’un gemisi, Ağrı’da DEĞİL, Cûdî’dedir.
(2114 veya 2124 m. yüksekliğindeki Cûdî’nin, Ağrı (Ararat) dağı silsilesinin bir tepesi olarak kabûl edilmesi, kendilerine “Hristiyan” diyenler için bir rahatlama vesîlesi olsa da, “araştırıcıların” geminin kalıntısını aramak için, hiç olmazsa bundan böyle, Doğu Bayazıt’a DEĞİL, Cizre’ye gitmeleri gerekir. (Aradıkları, gerçekten gemi kalıntısı ise!)
2-İsa Peygamberden (İslâm inancına göre, Hz. İsa, Peygamberdir, kendilerine “Hristiyan” diyenlerin iddiâ ettiği gibi hâşâ İlâh veya Allah’ın oğlu (summe hâşâ) değildir!) altı yüzyıl sonra Peygamber olarak gönderilen, okuma yazma bilmediği gibi, okuma-yazmanın yaygın olmadığı bir toplumda yaşayan (ümmî) Muhammed A.S.ın bildirdiği, Hz. Nûh’un gemisinin Cûdî’de karaya oturduğu, GERÇEKTİR: Hz. Muhammed A.S. Hak Peygamberdir. (Müslümanların zâten O’nun Peygamberliğinin isbâtına ihtiyaçları yoktur; sözümüzün muhâtabının kimler olduğu bellidir.)
Düşündürücü olan, yüksek öğrenim görmüş, “yetişmiş” kabûl edilen insanlarımızın, kendi Kutlu Kitabı Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Nûh’un gemisinin Cûdî’de karaya oturduğunu belirttiğini bilmemeleri, ülkemizin mârûz kaldığı kültür istilâsının ürünü olarak, tahrîf edilmiş kitaplarına sıkı sıkıya bağlı diğer dinler mensûplarını sorgusuz sualsiz tâkip etmeleridir. Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevâsından bîhaber olanlar sâdece bâzı arkeoloji mezûnlarımız değildir; tek parti devrinde önemli bir adam olan, çarık giyerek ülkeyi dolaşan, birkaç dil bilen çok ünlü bir politikacımız da 20 yıl kadar önce yabancılarla birlikte Ağrı’ya gitmiş ve (Hz. Nûh’un gemisine âid olduğunu îmâ ile) bâzı tahta parçaları bulduklarını bildirmişti!
KAYNAKLAR
[1]Werner Keller, The Bible as History, (translated from the German by William Neil D.D.), (London: 1967) pp. 58-59. (Bu kitabın 1967 basımını kullanıyorum. Daha sonraki basımlarında bâzı değiçiklikler gördüğümü belirtmeliyim.
[2]Cavit Yalçın, Kavimlerin Helâki, İstanbul 1995, s. 23 ten naklen : Mûsa Kâzım Yılmaz, “Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsirlerde Hz. Nûh ve Tûfan”, Cizre Kaymakamlığı, Hz. Nûh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, 1999, s. 27.
[3]“İlkçağlardan bugüne kadar Cûdî dağı, Novakin, Hılgirt, Gudi, Missir ve Cûdî adları ile anılmıçtır… Asurlular Gudi adını yasaklayıp, yerine Asurca bir kelime olan Missir (Nissir) adını kullandılar ve Cûdî dağınının adı artık Missir dağı oldu… Missir adının Cûdî (Gudi) dağı olduğunu biz yine bölgedeki incelemelerimizden de anlıyoruz. Cizre’nin 3 km. kuzeyinde adı Kurtuluç köyü olarak değiçtirilen köyün adı Missiri köyüdür.”: Abdullah Yaçın, “Nûh’un Gemisi, Cûdî ve Cizre” Hz. Nûh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, 1999, s. 38.
[4]The Bible as History, p. 57.
[5]Mahmut Bilge, Nuh (A.S.) ve Tûfan, Ankara 1965, ss. 18-20.
[6]age., s.22.
[7]Abdullah Yaçın, “Nûh’un Gemisi, Cûdî ve Cizre” Hz. Nûh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, s.41.