İbn Battuta, memleketi Fas’ın Tanca şehrinden ayrılarak yaklaşık otuz sene seyahat etmiş ve geriye Orta Çağ İslam dünyası için çok önemli bir kaynak eser bırakmıştır. O, “Tuhfetü’n-Nüzzâr fi Garâibi’l-Emsâr ve Acâibi’l-Esfâr” adlı seyahatnâmesinde kaldığı zaviyeler, ribatlar, imaretler hakkında bilgi verdiği gibi satır aralarında İslam dünyasında gerçekleşen bu yolculukların sebeplerini de anlatmaktadır. İbni Battuta, seyahatnâmesinde Türklerin hâkim olduğu coğrafyalardan, Âhilerden ve özellikle henüz kuruluş yıllarını yaşayan Osmanlı Devleti’nden bahsettiğinden eseri, bizim için ayrıca bir değer taşımaktadır. O, seyahatnâmesinin girişinde şöyle der:
“Kutsal evi haccetmek ve Yüce Peygamberimizin mezarını ziyaret amacıyla Yediyüzyirmibeşte Tanrı ayı Receb’in ikisinde, Perşembe günü doğum yerim olan Tanca’dan hareket ettim. Ne sohbetiyle ferahlayacak eşim ve dostum ne de beraber yürüdüğüm bir kervan vardı. Lakin kalbime bu kutsal toprakları görme arzusu iyice yerleştiği için dostlarımdan ayrılmayı göze alarak kuşların yuvadan gidişi gibi terkettim yurdumu. Annem ve babam henüz hayatta oldukları için ince bir hüzne boğuldum ayrılırken. Ayrılıktan benim payıma düşen neyse onların payına da düşen oydu. O zamanlar 22 yaşındaydım.”[1]
Bu satırlar bir bakıma büyük bir özgüvenin de ifadesidir. Kalbine kutsal toprakları görme arzusu düştüğünü söyleyen seyyah aslında gezip görmeyi istediği başka memleketlere bu bahane ile gitmek istiyor gibidir. Onun tek derdi yollarda olmaktır. Zira bunu diğer seyyahların seyahatnâmelerinde rahatlıkla görebildiğimiz gibi İbni Battuta’nın yazdıklarından da okuruz. Seyyah, yola tutku ile bağlanan kimsedir. Aksi halde burada İbn Battuta’nın onlarca yıl süren seyahatlerini açıklamak çok zor olurdu.
İbn Battuta, seyahatine hacca gitmek niyetiyle başlar. Fas’ın Tanca şehrinden başladığı yolculuğu boyunca, yaklaşık otuz sene yüz on yedi bin kilometre yol kat eder. Onun gezmiş olduğu bazı memleketler şunlardır: Kuzey Afrika, Orta Afrika, Hicaz, İran, Anadolu, İstanbul, Irak, Filistin, Suriye, Kırım, Semerkand, Harezm, Herat, Tus, Delhi, Maldivler, Bangladeş, Malezya, Çin, Sumatra, Cava…[2] Bu da gösteriyor ki, İbn Battuta o zamanlar dünyada bilinen hemen her yere gitmiştir.
İbn Battuta’nın yazdıklarından seyyahların izzet ve ikram ile ağırlandığını, kendilerine ihtiyaç duyabilecekleri at, deve ve çeşitli hediyelerin verildiğini anlıyoruz. İbn Battuta seyahatleri vesilesiyle Anadolu’ya gelen seyyahları koruyup gözeten Ahi birliğinden sık sık bahseder. Seyyaha göre memlekete gelen yabancıları karşılama, ağırlama, onlarla ilgilenme, kalacak yer temin etme, kötü kimselerin elinden seyyahları koruma bunların görevidir. Yine İbn Battuta’ya göre Ahiler kazandıkları paraları tekkelere getirirler. Beldeye bir misafir geldiğinde onu ağırlarlar ve alınan yiyeceklerden onlara ikram ederler.[3] Ahilerin kendilerini ağırlayışından son derece memnun kalan İbn Battuta seyahatnâmesinde şöyle der: “Ben, dünyada onlardan daha güzel davranan kimse görmedim. Şiraz ile İsfahan halkının davranışları onları andırmakta ise de, bunlar gelen ve giden yolculara daha fazla ilgi ve saygı göstermekteler, şefkat ve iltifatta onlardan daha ileride bulunmaktadırlar.”[4]
Burada Şiraz ve Isfahan şehirlerinin isimlerinin anılıyor olması -benzer kuruluşların buralarda yer aldığını göstermesi açısından- önemlidir. İslam dünyasında bir seyyahın güven içinde ve ihtiyaçlarını temin ederek seyahat etmesini sağlayan bazı sosyal imkânlar, kuruluşlar vardır. Bunların başında da zaviyeler geliyordu. Bu zaviyeler, tasavvufî hayatın yaşanmasından başka yolcuların rahat seyahat etmelerine, ücretsiz yiyip içmelerine ve ekonomik hayatın akıp gitmesine de imkân tanıyordu.[5] İbn Battuta, onlardan azami derecede istifade etmiş ve seyahatini büyük ölçüde zaviyeler sayesinde gerçekleştirebilmiştir.
İbn Battuta, Denizli’ye geldiği sırada burada başından ilginç bir hadise geçer. Seyyah, maiyetiyle beraber şehre girdiğinde çarşıya girer. Derhal etrafını bir grup insan çevirir ve atları yanlarına almak ister. Başka bir grup da onlarla çekişmeye başlar. Çekişme o kadar ilerler ki sonunda hançerler çekilir. Seyyah, bunların yolunu kesen eşkıyalar olduğunu, malına ve canına kast edeceklerini düşünür. Tam o sırada Arapça bilen birini bulur. Ondan durumun mahiyetini öğrenen seyyah çok şaşırır. Öğrendiğine göre bunlar Ahilerdir. İlk gelenler Ahi Sinan’ın, sonraki gelenler ise Ahi Duman’ın kardeşleridir. Her iki taraf da gelenlerin kendilerinde misafir olmasını istemektedir. Nihayet iş kur’a çekmeye kalır. Kur’a, Ahi Sinan’ın grubuna çıkar. Ahi Sinan, İbn Battuta’yı öyle ağırlar ki, seyyah bundan çok memnun kalır.[6]
İbn Battuta, Anadolu’daki seyahati boyunca Antalya, Burdur, Denizli, Muğla, Konya, Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Amasya, Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, İznik, Bolu, Kastamonu, Sinop gibi şehirlerde otuz iki civarında Ahi zaviyesinde kalmıştır. Seyahatnâmesinde bunların bazılarının isimlerini vermektedir.[7]
Sadece bu kuruluşlar eliyle değil, devrin hükümdarlarının, beylerin ve diğer yöneticilerin seyyahları ve tüccarları korumak gayesiyle aldığı tedbirler ve huzurlarına gelen seyyahlara verdikleri hediyeler de bunlara eklenince bir seyahati mümkün kılan sebepler ortaya çıkmış olur. Nitekim İbn Battuta da seyahatnâmesinde hasta olduğu halde ziyaret ettiği ve kendisine sonradan çeşitli hediyeler gönderen Antalya beyi Yunus Bey’den söz eder. O, yöneticilerin tavrını şu cümlelerle tespit eder: “Bu ülke hükümdarlarının âdetleri arasında yolculara ilgi göstermek, onlarla tatlı dille konuşmak ve ufak tefek hediyeler vermek bulunmaktadır.”[8] İbn Battuta’nın Anadolu’da hüküm süren devlet adamlarının veya sultanların yolculara muamelesiyle ilgili tespitleri bununla sınırlı değildir. O bir yerde de şöyle der: “Bu ülkede, hükümdarların, bir gelen bineğinden inerse, onların da atlarından inmeleri gerekir gibi âdetleri vardır. Gelen yolcunun gösterdiği saygı, onların daha üstün davranmalarını gerektirecek bir memnuniyeti ifade eder. Selâmın at üzerinde iken verilmesi iyi karşılanmaz, memnuniyetsizliğe ve yolcunun felâketine sebep olur.”[9] İbn Battuta, Aydınoğlu Mehmed Bey’in oğlu ve Tire beyi Hızır Bey’i böyle selamladığı için bir felaketle değilse bile büyük bir memnuniyetsizlikle karşılaşmıştır.
Anadolu’daki beyliklerin yanı sıra medreselerin ve müderrislerin de onun seyahatlerine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim İbn Battuta Eğridir’de Ulu Cami karşısındaki bir medresede müderrislik yapan, Mısır, Irak ve Suriye’de okumuş Muslihiddin adında birinden söz eder. Muslihiddin kendisine son derece saygı göstermiş ve iltifatta bulunmuştur.[10]
İbn Battuta örneği bize Anadolu’da rahat bir şekilde yolculuk yapabilmek için gerekli şartların oluştuğunu, mükemmel bir sosyal dayanışma kurumu olan Ahilik üzerinden anlatır. Bu, gittiği her Anadolu şehrinde bir Ahi tarafından karşılanan ve onların tekkelerinde kalan seyyahın seyahatlerinin önemli bir bölümünün bu türden vesileler sayesinde gerçekleştiğini ifade etmektedir. Öyle ki, seyyah, seyahatnâmesinde bu kimseler hakkında şöyle dua eder: “Cenab-ı Hak kerem sahibi ve cömert olan, yabancılara, gariplere büyük şefkat ve muhabbet gösteren, gelene geçene yardımlarını esirgemeyen, bunları en güzel şekilde, sonsuz bir sevgi ile karşılayan, gelen yabancıları kendi hısımlarıymış gibi kucaklayan bu dervişleri hayırlarla mükâfatlandırsın.”[11]
Dipnotlar
[1] Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî, İbn Battûta Seyahatnâmesi, Çeviri, İnceleme ve Notlar: A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2004, s. 9.
[2] Aydın Ünal, “Seyahat Aşk İmiş…”, Hece Dergisi, Medeniyet, Edebiyat ve Kültür Bağlamında Şehirlerin Dili, Özel Sayı: 18, S. 150 / 151/ 152, Haziran / Temmuz / Ağustos 2009, s. 440.
[3] İsmet Parmaksızoğlu (Haz.), İbn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, MEB Yayınları, İstanbul 1993, s. 7-8.
[4] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s. 8. İbn Battuta Seyahatnamesi’nde sadece Anadolu ve civarındaki zaviyelerden değil, Arabistan coğrafyası ve İran’daki zaviyelerden de söz eder. Mesela Basra’da her konak başında bir zaviyenin olduğunu söyler. Her zaviyenin mükemmel bir teşkilatı ve yolcularla yakından ilgilenen görevlileri vardr. Bu zaviyelerde yolculara bedava et, ekmek ve helva verilmektedir. Yine aynı seyyah, Tüster civarına hâkim olan Atabey Afrasiyab’ın dört yüz seksen civarında zaviye yaptırdığından söz etmektedir. bkz.: Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015, s. 195.
[5] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar Makaleler-İncelemeler, Timaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2015, s. 226.
[6] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s. 16-17.
[7] Ahmet Yaşar Ocak, a. g. e., s. 227-228.
[8] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s. 18.
[9] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s. 24.
[10] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s. 9-10.
[11] İsmet Parmaksızoğlu, a, g, e., s..58.