İbn Haldun’un Düşünceleri Işığında Devlet’in Ekonomideki Yeri
Volkan HAN[i]
Özet
14. yüzyılda yaşamış olan İbn Haldun, insanın tek başına yaşamasının mümkün olmadığını, cemiyet içinde yaşamasının gerektiğini ve geçimlerini sağlamak için yardımlaşmaya ihtiyaç duyacağını belirtmiştir. Özellikle asabiyet kavramına vurgu yapan Haldun bu kavramın devlet görüşünün temelini oluşturduğu savunur ve insanların, bir araya gelmeleri ve dayanışma içine girmelerinden sonra birbirinin saldırılarından korunmak için bir yasakçıya (devlete) ihtiyaç duyacaklarını belirtmiştir. Haldun’a göre insanların birbirine yönelttikleri saldırıları engelleyen bir güç olmadan güvenlik içinde yaşamaları imkânsızdır ve devlet olmazsa bu saldırılardan insanları kimse koruyamaz.
Haldun, devletin tek gelir kaynağının vergiler olması gerektiğini savunur, ancak harcamalarının arttığı (lüks ve israftan dolayı) dönemlerde giderleri karşılayamayacağından piyasaya ekonomik bir aktör olarak gireceğini ileri sürer.
Bu çalışmada Haldun’un görüşleri ışığında devletin ekonomideki yerinin belirlenmesi ve sınırlarının neler olması gerektiği iktisat literatürüyle karşılaştırma yapılarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İbn Haldun, Devlet, İktisat, Devlet Müdahalesi, Piyasa Ekonomisi.
Giriş
Devletler tarih sahnesine çıktığı andan itibaren bellirli işlevler üstlenmiştir. Tarihsel süreç içerisinde yaşanan sosyo-ekonomik gelişmelere bağlı olarak devletlerin işlevleri de değişiklikler göstermiştir (Öztürk, 2006: 17).
Genel olarak iktisat tarihine bakıldığında devletin ekonomiye müdahalesini gerekli ve yararlı bulanlarla müdahalenin gereksiz ve zararlı olduğunu düşünenler arasında bir mücadele görülmektedir. Devletin ekonomideki rolüyle ilgili daha önce sorulan soruları şöyle sıralayabiliriz: Ekonomik anlamda devlete niçin gereksinim duyulmaktadır? Devletin ekonomideki rolü nedir? Devlet ekonomide nasıl bir rol oynamalıdır? Devletin ekonomik anlamda yetki ve görevleri neler olmalıdır? Ekonomik yaşamın yönlendirilmesi ve toplumsal yaşamın örgütlenmesinde devlete düşen pay nedir? (Colclugh ve Manor, 1993: 1-25).
Ortaçağ İslam düşünürlerinden farklı olarak belirli bir iktisadi görüşe ve tarih anlayışına sahip olmakla dikkat çeken İbni Haldun (1332-1406), “Mukaddime” adlı eserinde Devleti ve ortaçağ toplumunu incelerken toplumlardaki “asabiyyet” kavramını ortaya koymuştur. Eserinde İbni Haldun, “düşmanların saldırısından korunmak ve saldıranları kovmak (ve servet kazanmak) ve istilalar, kişilerin bir araya toplanması ile olur ve buna Asabiyyet adı verilir’ diyerek asabiyeti tanımlamıştır ve asabiyetin amacı için de, “asabiyyetin sonuç ve gayesinin devlet kurmak olduğu anlaşılmıştır” demektedir (Haldun, 2009: 323-355). Ancak yine İbni Haldun’a göre; “her asabiyyet sahibi devlet kurarak hükümdar olamaz, ancak tebaayı kendine boyun eğdiren, vergiler toplayan, delegeler gönderen ve sınırları koruyan hükümdar olabilir’ (Haldun, 2009: 473).
İbni Haldun insanlar gibi devletlerin de ömürleri olduğunu söylemekte, bir kuşağın ortalamasının 40 yıl olduğunu belirterek devletlerin üç kuşak yaşayabildiklerini belirtmektedir. Buna göre devletlerin ömürleri 120 yıldır. Yine İbni Haldun’a göre devletler beş aşamadan geçerler (Haldun, 2009: 444-447):
- Birinci aşama: Zafer ve maksatlara erişme aşamasıdır. Bu aşamada devletin toprakları alınır, vergiler konur. Kuruluş için gerekli kaynaklar ve düzen sağlanır.
- İkinci aşama: Egemenliğin kişileşmesi aşamasıdır. Bu aşamada, tek bir kişinin asabiyyeti bütün herkes üzerinde egemen kılınır. İktidara gelirken işbirliği yapılan ortaklar uzaklaştırılır.
- Üçüncü aşama: Özveri ve rahatlık çağıdır. Bu aşamada devlet artık servet biriktirir, bayındırlığı geliştirir, tebaalarına makam dağıtır.
- Dördüncü aşama: Kanaat ve barışla yaşama çağıdır. Bu aşamada devlet kendinden önceki durumu aynıyla sürdürür. Bir anlamda duraklama dönemine girilmiş ancak gerileme ve çökme başlamamıştır.
- Beşinci aşama: İsraf çağıdır. Bu aşamada önceden biriktirilenler yenir. Artık devlet iyice ihtiyarlamıştır.
1. İbn Haldun’a Göre İktisadi Hayatın Teşekkülü
İbn Haldun diğer birçok düşünür gibi insanın tek başına yaşamasının mümkün olmadığını, cemiyet içinde yaşamasının gerektiğini vurgulamıştır. İbn Haldun’a göre insanların toplu halde yaşama nedeni ise, geçimlerini sağlamak için yardımlaşma ihtiyacına dayanmaktadır. Zaten insan yaratılış itibariyle medenî bir varlıktır ve yalnız başına yaşayamaz (Haldun, 2009: 323).
İbn Haldun toplumda diyalektik ilişki veya sürecin bulunduğunu, toplumların politik- iktisadi gelişmeleri ve durgunluğa düşmeleri arasında devamlı bir etkileşimin varlığını vurgulamıştır. Bu yüzden toplumsal olayların nedenini toplumun kendisinde bulmalı, toplumun iç mekanizmasını incelemeli ve yeryüzünde gelişen olayların temel nedenlerini yine yeryüzünde aramalıdır (Falay, 1978: 16).
İbn Haldun’a göre insanın ilk yaşam biçimi bedeviliktir. Bedevî kavramını sadece çölde göçebe olarak yaşayan Araplar bağlamında değil, ayrıca iptidai hayat yaşayan küçük yerleşim birimlerini de içerisine alan bir kavram olarak ele almak gerekmektedir. Bedevilik, yaşam tarzı olarak oldukça sade olup, iktisadî olarak ortaya koyduğu bir faaliyetten söz edilemez. Bedevi tabiatın sunduğu ile yetinerek sadece hazır nimetleri tüketmekle yetinmektedir. İçerisinde bulunduğu şartlar gereği üretici değildir. Bulunduğu çevreyi kontrol etme yeteneği olmayıp, aksine çevre şartları onun hareket alanını tayin eder. Çevrenin sunduğu olanaklar ile idare etmek ve zor şartlar altında hayatını sürdürme mücadelesi vermek zorundadır. Buna bağlı olarak bedevî ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli hareket halindedir (Özkılıç, 2007: 2).
İbn Haldun, insanın ihtiyaçlarım tabii ve sûni olmak üzere ikiye ayırır. Bedevilerin ihtiyaçları tabiidir. Yerleşik hayatta ise değişen şartlara göre sunî ihtiyaçlar ortaya çıkar. Bu nedenle farklı meslek dalları yerleşik hayat ile birlikte başlar ve çeşitlenir. İbn Haldun’a göre insanın “zaruri”, “hâci” ve “kemali” olmak üzere üç çeşit ihtiyacı vardır. Zaruri ihtiyaçlar; insanın yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan asgari ihtiyaçlarını ifade ederken, hâci ihtiyaçlar; zarurî olmayan fakat insanın rahatına katkı sağlayan, o an olmasa bile ilerde ihtiyaç duyabileceği şeyleri ifade etmektedir. Kemali ihtiyaçlar ise gelecekteki ihtiyaçlarını da karşılamış insanların fikir, estetik gibi kaygılarını karşılamaya yönelik ihtiyaçlardır. Bedevîler bunlardan zarurî ihtiyaçlar ile yetinirken, hâcî ve kemali ihtiyaçlar ile sadece hadari olanlar ilgilenmektedir (Görgün, 1999: 547).
İbn Haldun’a göre insanı hadariliğe zorlayan sebep mülk ve servettir. Bedevî zaman içerisinde elde etmiş olduğu imkânların ve içerisinde bulunduğu durumun zorlamasıyla hadariliğe yönelir. Sonuçta insan mal ve mülk elde etmeyi sever. Belli bir noktadan sonra biriktirdiği mülkü seyyar olarak taşıması söz konusu olamayacağından bu durum onu hadariliğe doğru iter. Zarurî ihtiyaçların temininde doyum noktasına ulaşılması insanı hadariliğe götüren psikolojik bir sebeptir. Hadarilik hayat tarzı zorunlu olarak yeni düzenlemelerin oluşmasını gerekli kılar. Söz konusu düzenlemeler bir çeşit medenîleşme olup, düzenlemelerin aile yapısı, aile içi iş bölümü ve iktisadî hayat üzerinde tesirleri görülür. İnsan zamanla çevreyi kontrol altına almaya başlayarak, yerleşik hayatın ilk adımlarını da atmış olur (Özkılıç, 2007: 3-4).
İbn Haldun, ihtiyaçlar gibi zanaatları da üç kısma ayırır (Haldun, 2009 II: 723):
1. İnsanın yaşaması için zarurî olan meslekler, (çiftçilik, terzilik, kasaplık, dokumacılık ve marangozluk vb.).
2. İnsanın daha üst düzeyde olan ihtiyaçlarını karşılayan meslekler (ilim, sanat ve siyaset ile ilgili mesleklerdir ki bunlar kâğıtçılık, ciltçilik ve şairlik gibi meslekleri ihtiva eder).
İbn Haldun’a göre ihtiyaçların bu sıralama doğrultusunda giderilmesi kültür ve medeniyetin doğuşunu hazırlayan ana mekanizmadır. Yalnızca zaruri ihtiyaçları karşılayan bir toplumda ne ilim ne sanat olur. İlimler ve sanatlar son iki merhale içinde gelişme imkanı bulur ve medeniyet böylece doğar ve gelişir (Şeker vd., 2010: 19).
2. İbn Haldun’a Göre Devlet ve Ekonomi
İbn Haldun’a göre yönetimin güçlü olması, bürokrasinin daha etkin olmasını, giderek iktisadi faaliyetlerin teşvik edilmesini ve iktisadi büyümeyi sağlar. Bu da uygarlığın ve kurumların gelişmesi demektir. Öyleyse iktisadi anlamda yüksek bir refaha sahip toplum ve etkin bir politik güç var demektir. İktisadi güce dayanmayan mutlak politik güç genelde olmaz ve bu güç sonsuza kadar devam etmez. Mutlak güç, lüks hayata alışmış bürokrasinin yüksek harcamalar yapması, bu da gelirin devamlı artmasını sağlayan bir sistemin kurulması demektir. Bu gelirler ya yeni vergilerin salınması ya da mevcut vergilerin oran veya miktarının arttırılması ile sağlanabilir. Vergi yükünün artması ise iktisadi faaliyetlerin olumsuz etkilenmesine sebep olur. Öyleyse devletin vergi gelirlerinin azaldığı noktaya doğru gelinmiş olur (Falay, 1978: 16-17).
İbn Haldun’un düşünce sisteminde asabiyyet olgusu toplumların bedevilikten (göçebelik) hadari (yerleşik) hayata ilerleyişinin ve toplumun bir devlet kurmasının itici gücüdür. İbni Haldun devleti iktisadi hayatta karar alıcı bir mekanizma olarak görmez. O’na göre devletin dolaylı işlevleri bakımından iktisadi hayatta önemli bir rolü vardır. Devletin sağladığı emniyet, güvenlik ve adalet ortamı iktisadi faaliyetlerin yürütülmesini sağlar. İslam düşüncesindeki adalet kavramı İbni Haldun’un düşüncelerinde de temel hareket noktasıdır. Çağdaş iktisadi sistemlerden kapitalizmde hürriyet ilkesi, sosyalizmde eşitlik ilkesi hâkimken İslami düşünce sisteminde adalet ilkesi hâkimdir (Kozak, 1999: 243).
Toplumu iç ve dış tehlikelerden koruyan güç devlettir. Devletin otoritesi güçlü bir askeri örgütlenmeye bağlıdır. Askeri gücün devamlılığı vergi gelirlerinin toplandığı devlet hazinesinden alınan payla sağlanır. Hazinenin gelirleri halkın çalışma ve üretim yeteneği ve isteğiyle oluşan zenginliğine bağlıdır. Bunun sağlanması adalet ilkesinin varlığına bağlıdır (Kozak, 1999: 244). Devletin siyasi otorite olarak sağlayacağı adil, hak ve özgürlüklerin korunduğu ortam iktisadi refahın belirleyicisidir. Devletin geliştiği ve iktisadi açıdan refahın arttığı dönemde toplumda iktisadi açıdan bir rahatlık oluşur. Bu süreci devlet iyi yönetmelidir. İsrafa yol açacak davranışlardan kaçınmalıdır. Bu rahatlık askeri otoriteye de yansıyacağı için devletin zayıflaması olasıdır. Bu durumda devletin çöküşü ve yıkılışı kaçınılmaz olur.
Haldun’nun belirttiği politik-ekonomik buhran ve devrelere ilişkin süreci şöyle özetleyebiliriz: yeni ve güçlü bir kavim ortaya çıkınca, egemenliği altındaki toprakları genişletir. Giderek şehirde yerleşme ve nüfus artışı başlar. Çeşitli zanaatlar ortaya çıkar ve geniş çaplı bir iş bölümü görülür. Bu zanaatlar ve iş bölümü toplam ülke gelirinin yükselmesi, nüfusun büyümesine, birey başına verimliliğin ve üretimin artmasına, pazarın genişlemesine ve ülkenin yaşam ve kültür düzeyinin yükselmesine bağlıdır. Bu gelişim geniş ölçüde devlet harcamaları ile desteklenir. Toplumun genel anlamda gelişmesi, zevklerdeki değişmeler ve gelir seviyesindeki yükselme nedeniyle talep artışı görülür. Bu ise ancak arzın taleple çakışması ile olur. Lüks tüketim ve daha rahat yaşam tarzının yerleşmesi, kavimin ve nüfusun giderek niteliklerini ve dinamizmini kaybetmesine de yol açar (Falay, 1978: 43).
3. Devlet Kuramı ve Asabiyyet Kavramı
İbn Haldun toplumların tarihsel evrimine ilişkin görüşlerini temellendirmek için iki topluluğu: bedeviler (göçebeler) ve hadarileri (yerleşikler) karşılaştırarak açıklar. O’na göre bedeviler devlet kurabilir çünkü kabile üyeleri dayanışma içindedir ve aralarındaki asabiyyet bağı çok güçlüdür (Lacoste, 2012: 108).
İbni Haldun’un görüşlerinin temel ekseni olan asabiyyet kavramı bütünüyle siyasal ve karmaşık bir kavramdır (Lacoste, 2012: 117). İbn Haldun devletin kuruluşu aşamasında asabiyyet kavramını ortaya koyar. Asabiyyeti tarif ederken, “Himaye müdafaa, mutalebe ve ortaklaşa yapılan her türlü içtimaı faaliyet ve o sayede husule gelir. Memleketlerin fethi, zaptı, istilası, zaferlerin kazanılması bu şekilde tahakkuk eder’ (Haldun, 2009: 96). Asabiyyet toplumların ilkellikten uygarlığa doğru ilerleyişinin temel güdüleyici toplumsal bağıdır. Ayrıca toplumsal ve hukuksal düzenin kurulup sürdürülmesinin yanında ilkel toplumsal yaşam biçiminden devlet kurmaya ve uygarlığa doğru ilerlemeye yönelten güç de asabiyyetdir. Asabiyyet bağları sayesinde iç ve dış saldırılara engel olan devlet, toplumun bütününe egemen olur (Yıldız, 2010: 41).
İbn Haldun’a göre iki türlü asabiyyet vardır (Haldun, 2009: 125):
Nesep, şecere (soy) asabiyyeti: Kan temelli bu asabiyyet bağı bir toplumun devlet kurmasına kadar yeterli olur.
Sebep, (mükteseb) asabiyyeti: Devlet kurma aşamasından sonra kan bağı yetmez ve yerine din ve hanedana bağlılık şeklindeki sebep asabiyyeti gelir.
Birincisinde aynı soydan gelmek ve kandaş olmak kaçınılmaz bir şart olduğu halde, sebep asabiyyetinde böyle bir şart aranmaz. İbni Haldun’a göre nesep asabiyyeti ilkel toplumlarda ve bedevilerde yaygın iken, sebep asabiyyeti daha çok hadari toplumlarda yaygındır (Haldun, 2009: 125).
Asabiyyet kolektif bir davranış biçimidir. Asabiyyetin amacı ve sonucu üstünlük sağlayarak devlet kurmaktır (Falay, 1978: 18). Asabiyyet devletin kuruluş aşamasında büyük ölçüde yer alır ve kabile iktidarı ele geçirdikten sonra azalır. Asabiyyetin yok oluşu devletin dağılmasına yol açar. Asabiyyet devletin oluşumundaki itici güç olarak nitelendirilebilir. Asabiyyet kavramı; toplum dayanışması ve bütünleşmesiyle ortak bir irade oluşturan bir kamu ruhudur. Asabiyyet kabile olgusundan ayrılmayan, kabilesel yapılarda var olan ve bu yapıların özelliklerini taşıyan bir kavramdır. Ancak İbn Haldun şu noktayı kesin olarak belirtir: asabiyyet, ne genel bir kavram ne de tüm yönetimlerin ve tüm toplumların temelidir; çünkü Müslüman dünyasının büyük bir bölümünde, özellikle de göreli olarak en güçlü devletlerin kurulmuş olduğu yörelerde asabiyyet yoktur (Lacoste, 2012: 117-122).
Kabile önderleri göçebe yaşamındaki çetin koşulların ürünü olan bu dayanışma duygusuyla fetihler yapabilir ve imparatorluk kurabilirler. Devletin sağlamlığı, kurucularını birleştiren bu dayanışmaya bağlıdır. İbni Haldun’a göre devletin kurulmasıyla ortaya çıkan siyasal iktidarın üstünlüklerinden yararlanmaya başlayacak, zenginleşecek, rahatlık arayacak ve bunu elde etmek için yerleşik duruma geçecektir. Yerleşik hayata geçişle birlikte devleti kuranların savaşçılık yeteneği ve dayanışma ruhunda bozulma olur. Bu durum devletin güçsüzleşmesine sebep olur ve kaba ve yalnız yaşamayı seven başka bir bedevi toplum hadari yapıdaki bu devleti yıkarak yeni bir devlet kurar. Kurulan yeni devlet eski devletin izlediği evrimi izler ve bu durum aynı şekilde sürüp gider. İbni Haldun’un devlet kuramı bu döngüsel duruma dayanır (Lacoste, 2012: 108).
4. Devletin Fonksiyonu
İbni Haldun’a göre devletin iktisadi faaliyetlerdeki fonksiyonu müdahaleci değil düzenleyici bir nitelikte olmalıdır. Devlet egemenliği altındaki iktisadi mallar korunmalıdır. Aşırı vergiden kaçınılmalı ve ticaret vergi dışında tutulmalıdır. Devlet, ticarete ve üretime serbestlik tanımalıdır. Devlet politikası hâkimiyet altındaki toprakların az sayıda kişinin elinde toplanmasını engelleyecek şekilde olmalıdır. Bu politika doğrultusunda kölelik kaldırılmalıdır (Falay, 1978: 48-51).
Devletin toplum ile mali ve iktisadi sistem arasındaki ilişkiyi yönlendiren önemli bir fonksiyonu vardır. Toplumun iktisadi gereksinimlerinin karşılanabilmesi için güçlü bir kamu maliyesi politikası yürütülmelidir. Devletin dayandığı iki önemli unsur asabiyyet ve devlet geliridir (para). Devletin bekası ve korunması için asker ve gelir (para) gereklidir. Devletin kuruluş aşamasında elde ettiği ganimet ve paralar, devlet için çalışanlar arasında dağıtılır. Zamanla hükümdar hazinesini doldurur ve halkın üstündeki egemenliğini ve baskısını arttırır. Devlet büyüdükçe refah ve gelirleri de artar ancak devletin masrafları ve israfı da artar. Devlet zayıflamaya başlar ve gelirleri azalır (Haftacı, 2014: 299-300). İbni Haldun’a göre vergi; “Belli ve maruf kanun ve kaidelere göre, tebaanın malından kuvvetle mecburi surette alınan mal ve paralardır” (Haldun, 2009: 325). Devletin kuruluş ve gelişme aşamasında haraç ve cizye gibi normal vergiler alınırken, devlet zayıflamaya başladığında vergi çeşitleri ve oranları artar. Devletin çöküşü döneminde durum daha da ağırlaşır (Haftacı, 2014: 299-300). Devletin çöküş evresinde paraya olan gereksinim artar ve sonuçta isyanlar başlar, iktidar el değiştirir. Devlet harcamaları azaldığında talep oluşmaz ve bu durum beraberinde bunalımları getirir. Devlet ölçülü bir şekilde olması gereken yerlerde harcama yaparak talebi arttırmalıdır. İbn Haldun’un bu düşüncesi Keynesyen iktisadi düşünceyle örtüşür.
Keynes’e göre; piyasa sistemindeki aksaklıklardan ve çağdaş demokrasi sisteminin işleyişinden kaynaklanan nedenlerle devlet adalet, savunma, güvenlik, diplomasi gibi asli görevleri yanında sosyal refah devleti olarak da toplumsal ve sosyal olaylarla ilgilenmeye başlamıştır (Türk, 2003: 15). Piyasa mekanizmasının kamusal mal ve hizmetlerin üretiminde yetersiz kalması, dışsallıkların ve aksak rekabetin varlığı halinde optimum kaynak dağılımının sağlanamaması, asimetrik bilgi, risk ve belirsizlik gibi durumlarda fayda ve kar maksimizasyonuna ulaşılamaması gibi nedenlerle devletin ekonomiye müdahale etmesi kaçınılmaz olmuştur. Devlet yalnızca geleneksel işlevi olan kamusal mal ve hizmet üretmek için değil, piyasadaki rekabet koşullarını iyileştirmek amacıyla da ekonomiye müdahale eder (Benett ve Johnson, 2004: 1).
5. Devletin Görevleri
İbni Haldun’a göre devlet harcamaları toplumdaki en büyük harcama gücüdür ve bu yüzden üretimin gelişmesinde devlet harcamaları teşvik edici ve yönlendirici bir unsurdur (Haldun, 2009: 74-75). Devlet gelirlerinde bir azalma olduğunda devlet harcamaları kısılırsa; bu durum devleti ve devletten maaş alanları güç durumda bırakır.
İktisadi faaliyetler bu durumdan etkilenir çünkü devletin ve devletten maaş alanların harcamaları piyasadaki talebin önemli bir kısmını oluştur, onlardan gelecek olan bir daralma toplam talebi daraltır ve piyasada durgunluk baş gösterir. Bu durum sürerse alışveriş azalır, üretim yavaşlar ve geriler; bunların sonucu devlet gelirleri daha da düşer (Haldun 2009: 289-291; Boulakia, 1971: 1115-1116). İbn Haldun’un bu doğrultudaki görüşleri Keynesyen politikaları hatırlatır. Gelişmiş ülkelerde devlet harcamalarında bir azalmanın sonucu olarak toplam talep azalır. Talebin daralmasıyla iktisadi hayatta bunalım başlar. Bu durumda İbn Haldun’un bunalımdan kurtulmak için devletin piyasada aldığı tedbirleri Keynes’ten beş yüz yıl önce söylenmesi şaşırtıcıdır.
İbn Haldun İslami geleneğe bağlı olarak devletin görevlerini geniş bir perspektiften açıklamıştır. İktisadi faaliyetlerin tümü müdahale etmeksizin refah devleti anlayışı doğrultusunda devletin gözetim ve denetimi altındadır. Korunmaya muhtaç tüm kesimler devlet tarafından korunur. Geleneksel devletin görevi halkın refah ve mutluluğunu sağlamaktır (Kozak, 1999: 248-250).
İbni Haldun’a göre, “Halka ihsan ve iyiliklerde bulunmak onları korumak hükümdarların varlık sebebidir. Onların geçim işleviyle ilgilenmek iktisadi durumlarını gözetmek; devlet ve hükümdarlarını halkın kaynaşmasının temelini oluşturur’ (Haldun, 2004:476). İbni Haldun’un eseri Mukaddime incelendiğinde refah devleti anlayışı doğrultusunda devletin görevleri arasında şunların olduğu görülür (Haldun, 2009: 556576): Hastaneler kurmak, kurulan hastanelere doktor, hasta bakıcı yerleştirmek, çalışmayanların iktisadi durumlarını düzeltmek, halkı kötülükten uzaklaştırıp iyiliğe yönlendirmek, halkın toplumun genel hedeflerine uygun hareket etmelerini sağlamak, gıda maddelerinin sağlığa zararlı olup olmadığını kontrol etmek, ölçü ve tartıları denetlemek ve aşırı fiyat uygulamalarını önlemek.
6. Devletin Ekonomiye Müdahalesi
İbn Haldun’a göre bir ülkede devlet en büyük pazardır. Devlet bir taraftan yol inşaatı, hamam, cami, hastane, okul, anıt ve bilimsel kuruluşlarla ilgili hizmetleri yapmasıyla, diğer taraftan da gelir ve harcamalarıyla ekonomiyi ve toplumsal yapıyı etkiler. Bu bağlantı; devlet askerle korunur, asker para ile beslenir, mal haraç ile elde edilir, haraç memleketin mamurluğu ile temin olunur, memleketin mamurluğu ise adalet iledir (Haldun, 2009: 94, 208-210).
İbn Haldun, sosyal ve iktisadi anlamda devlete önemli sorumluluklar yükler. Ancak buna rağmen devletin iktisadi faaliyette bulunarak ticaret ve tarımla uğraşmasına karşı çıkar. Bu durumda haksız rekabet şartları ortaya çıkar. Devletin elinde önemli maddi olanaklar ve siyasal güç vardır ve devlet bu üstünlüğü kullandığında karşısındaki tüccar ve çiftçiler iktisadi faaliyetlerdeki rekabete dayanamaz ve pazardan çekilmek zorunda kalırlar. Sonuç olarak çalışma ve üretme isteği yok olur ve iktisadi hayat çıkmaza girer ardından devlet yıkıma doğru gider (Toku, 2002: 119-120).
Devlet toplumsal ve ekonomik yapıyı kamu harcamaları ve kamu gelirleriyle etkiler. İbni Haldun’a göre devletin iktisadi faaliyetlere katılması ve bu alana müdahalesi toplumu ve iktisadi süreci olumsuz etkiler. İktisadi süreçte serbest rekabetin varlığı esastır. İktisadi faaliyetlerde tekelleşme geçici olmalıdır. Aksi halde tekelleşme ile faaliyetleri yürütmek zararlıdır. Hükümdarlar ve yöneticiler ticaretle uğraşmamalıdır. Bunun dayanağı ise, “Alışverişte kar, sermaye nispetinde olduğu ve devlet ricalinin elinde büyük servetler bulunduğu için sermayeleri az olan tüccarları zor duruma sokarlar” (Haldun, 2009: 63). Büyük serveti olan hükümdarın ticarete başlaması satılmak üzere getirilen malları istediği fiyattan almasını ve vakti gelince de istediği fiyattan satmasını sağlar. Hükümdarın istediği malı başkasının isteyemeyecek olması monopson karı elde etmesini sağlar. O maldan sadece kendinde olması da satarken monopol kârı elde etmesine sağlar. Böylelikle hükümdarların ticaretle uğraşmaları sosyal hayatın ve uygarlığın çöküşünü hazırlar. Ayrıca Haldun devletin ticarete girmesiyle bozulan piyasa mekanizmasından dolayı tebaadan vergiyi toplamanın zorlaşacağı ve gelirini azaltacağını savunarak devletin meşru yoldan elde edilen servete karışmaması gerektiğini savunur (Falay, 1978: 49).
Devletin iktisadi faaliyetlere ilişkin temel politikasının sınırları yine İbn Haldun tarafından belirtilmiştir. Buna göre, yetkililer egemenliğindeki kişi ve malları korumalı ve suiistimal etmemeli, ılımlı vergiler toplanmalı ve ticaret vergi dışı tutulmalı, ticaret ve üretime serbestlik tanınmalıdır. Ayrıca toprakların az sayıdaki kişilerin elinde toplanması yasaklanmalı ve kölelik kaldırılmalıdır. Öyleyse İbn Haldun’un düşüncelerinde özel girişimciliği temel aldığı ve mevcut kapitalizme karşı çıktığı söylenebilir. Onun sosyalist bir teorinin temelini atan kişi olduğunu varsayan bir görüşü çürüten nokta ise, ona göre meşru yollardan edinilen mülk ve servete devletçe el uzatılmamalıdır. Ekonomide liberalizmi ilk savunan düşünür diyebiliriz (Falay, 1978: 50-51).
Sonuç ve Değerlendirme
İbn Haldun’a göre iktisadi faaliyetler toplumların gelişim ve değişim süreçlerinin temel dayanağıdır. Bedevilikten hadari hayata geçilmesiyle birlikte insan ihtiyaçlarının çeşitliliği artar ve üretim biçimleri değişir. Bu süreç işbölümü ve uzmanlaşmayı beraberinde getirir. Böylece üretim sürecinde zamandan tasarruf edilir ve kaliteli üretim yapılır. Bu birleşik emek üretimi iktisadi refahın artmasını sağlayan artı değeri doğurur. Bu gelişme emeğin etkinliğini de arttırır. Asabiyyet olgusu bir toplumun devlet kurmasında itici bir güçtür.
İbni Haldun iktisadi faaliyetlerde özel girişimciliği esas alır. Devletin ve devleti yönetenlerin bizzat iktisadi faaliyetleri yürütmelerine karşı çıkar. Devlet yalnızca denetim ve düzenleme görevlerini icra etmelidir. Böylece iktisadi refah ve devlet gelirleri artışı sağlanır.
Adalet kavramı İbni Haldun’un düşüncelerinin temel hareket noktasıdır. Devlet, siyasi otorite olarak adaleti sağlayarak iktisadi refahın artmasına öncülük etmiş olur. Refahın arttığı dönemde toplumda oluşacak rahatlığın israfa yol açmasını engellemek için devlet süreci iyi yönetmelidir. Aksi halde devlet, çöküşüne giden süreçte iktisadi faaliyetleri kontrol etme fonksiyonunu kaybeder ve çöküş sonrasında devletin yıkılışı kaçınılmaz olur.
Devletin iktisadi faaliyette bulunarak ticaret ve tarımla uğraşmasının işleyen piyasa mekanizmasına bozucu etki yapacağını savunan İbn Haldun, devlet müdahalesi durumunda haksız rekabet şartlarının ortaya çıkacağını belirtmiştir. Devletin elinde önemli maddi olanaklar ve siyasal güç bulundurması ve devletin bu üstünlüğü kullanması durumunda, karşısındaki tüccar ve çiftçiler iktisadi faaliyetlerdeki rekabete dayanamaz ve pazardan çekilmek zorunda kalırlar. Sonuç olarak çalışma ve üretme isteği yok olur ve iktisadi hayat çıkmaza girer ardından devlet yıkıma doğru gider.
Kaynakça
Bennett, James T. and Johnson, Manuel H., “Devletin Büyümesi Teorileri’, Kamu Ekonomisinin Genişlemesi ve Özelleştirme, Çeviren: Aytaç Eker.
http://www.canaktan.org/ekonomi/anayasal iktisat/diger yazilar/eker-benett devletbuyumesi.htm (Erişim Tarihi: 04.09.2015).
Boulakia, Jean David C. (1971), “Ibn Khaldun: A fourteenth-Century Economist’, Journal of Political Economy, Volume 79, No. 5, 1105-1118.
Colclough, C., James,M. (1993), “States or Markets? Neo-liberalism and the Development Policy Debate”, Oxford: Clarendon Press.
Çiftçi, A. ve Yılmaz, N. (2013). “İbn Haldun’un Siyaset Teorisi ve Siyasal Sistem Sınıflandırması”,Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/7, 83-93.
Erol, Sevgi I. (2012), “İktisadi Kalkınmada Değerlerin Rolü,” Çalışma İlişkileri Dergisi, Temmuz, 3(2), 49-65.
Falay, N. (1978), “İbn Haldun’un İktisadi Düşünceleri”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Enstitüsü.
Göze, A. (1987), “Siyasal Düşünceler ve Yönetimler”, İstanbul Beta Yayıncılık.
Haldun, İ. (2009), “Mukaddime I-II”, (Çev. Süleyman Uludağ), 6. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kozak, İbrahim E.(2000), “İbn Haldun”, DİA, İstanbul.
Lacoste, Y. (2012), “İbn Haldun Tarih Biliminin Doğuşu”,(Fransızcadan çeviren: Mehmet SERT) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Özkılıç, İ. (2007), “İbn Haldun’da İktisadî Kalkınmanın Dinamikleri ve Girişimcilik”, Akademik Bakış, (10), 1-14.
Öztürk, N. (2006), “Ekonomide Devletin Değişen Rolü”, Amme İdare Dergisi, Cilt 39, Sayı 1, ss. 17-38.
Stiglitz, J. (1998); “Redefining the Role of The State”, MİTİ Research Institute, Tokyo, Japan, March 17. http://www.worldbank.org/html/extdr/extme/issp031798.htm.
Toku, N. (2002), “İlm-i Umran – İbn Haldun’da Toplum Bilimsel Düşünce”, Ankara: Akçağ Yayınları.
Türk, İ. (2003), “Maliye Politikası”, Turhan Kitabevi, 15. Baskı, Ankara.
Yıldız, M. (2010), “İbn Haldun’un Tarihselci Devlet Kuramı”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (10), 25-55.
—————————————————-
[i] Araş. Gör., Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi, [email protected]