Esat ARSLAN
Beklenen oldu, devlet aklı ve liderlerin akl-ı selimi sayesinde Moskova Zirvesinde katliamları durduracak “ateş kes”sağlandı, ne diyelim, her şeyden önce insanlık kazandı. Baas rejiminin her ne pahasına olursa olsun, gözleri kan bürümüş iktidar hırs ve kaprislerine egemen olan “Şerden bir hayır doğmuştur.’Yadsınamaz bir gerçektir ki, öldürmekten katliamdan insaniyet hiçbir şey kazanamaz. Şunu öncelikle ifade etmek istiyorum ki insanlık ayıbı terör amacına ulaşamamıştır. Neden bunu öncelikle söylüyorum, efendim, savaş yoğunlaştıkça kinler bilenir, kişisel düşmanlıklar bütün çevreyi kan gölüne çevirmekte hiçbir beis görmez. Hele buna bir de kitle psikolojisi eklenirse, yığınlar katil sürüleri haline gelirler. “Kitle Psikolojisi” işte böyle bir şey. Her iki lider, Suriye’de tarihinin en dramatik seçimlerinden birini olumlu yönde yapmışlar, sorumluluğu üzerlerine almışlardır. Bırakın onun bunun eleştirilerini. “Moskova Zirvesi hezimettir”diyen ağızları, ya da “Pyrus Zaferi”teranelerini, size tavsiyem bardağın dolu tarafını görmeye çalışmalıyız. Bırakın, bir tarafta “Esad’sız çözüm olmaz!”diğer tarafta “Esad’la asla!”dayatmalarını, kırmızıçizgilerini, bırakın izansız bilek güreşi pof poflamalarını. Bakın Cumhurbaşkanı Erdoğan ne de güzel son noktayı koydu: “Esat’ın haberi var mı?”diyerek. Ben mikrofonun açık olup, olmamasına bakmıyorum. Neticeye bakıyorum. Anımsayın, “toplantının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile sohbet eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu yanına çağırıp, “Esed ile görüşüldü değil mi?” diye sordurmasını kastediyorum. Eğlenceli skeçleri ile bir tiyatro klasiği haline gelen bilinen teatral etkinlik gibi “Çok güzel hareket bunlar.” Diyorum ve de kutluyorum. Ateşkes hayırlı olsun. En sonda söyleyeceğimi en baştan söylememe müsaade ediniz: Moskova mutabakatı, iki ekonomik partner arasında lider diplomasisinin olumlu bir sonucudur.Unutmayalım, Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler çok boyutlu ilişkilerdir, her ne olursa olsun kişisel hırs ve kaprislere kurban edilemez. Ayağımızı yorganımıza uzatmak zorunda olmak bilinciyle gelin, bu noktaya nasıl gelindi bunu bir irdeleyelim.
Rusya Federasyonu (RF)resmî olarak İdlib’e yönelik operasyonlarını “terörizmle mücadele”şeklinde tanımlasa da, ortaya koyduğu açılım, ünlü Rus yazar Gogol’un söylediği gibi “Rusya akılla kavranılamaz” özdeyişini betimler nitelikte olmuştur. Galiba, “Rusya akıllı anlaşılmaz, arşınla ölçülmez; Rusya’ya inan yeter” diyen şair Tyutçev, muhtemelen haklı olduğu teyit edilmiştir. Bir başka gerçek daha var, Rusya XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar olan 500 yıllık sürenin 489 yılını savaşta geçirmiştir. En çok savaştığı ülke 242 yıl süre ile 12 defa olmak üzere Osmanlı’dır.
Bu bütün dünyanın bildiği tarihî bir gerçektir, işte belki de bu nedenle bu tarihi gerçek sömürülmeye hatta iki ülke savaştırılmaya çalışılmış ve elan da çalışılmaktadır. Ama ne RF, ne de Türkiye Cumhuriyeti (TC)İdlip’te birbirilerine angaje dahi edilmemelidir. Aslında yapılmaya çalışılan, ortadaki gizli plan Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmesi ve savaştırılmasıydı. Hem İran hem de Türkiye’nin alanı iyi okuyan akl-i selimliği ve devlet aklı buna izin vermemiştir. Doğrusu budur. Öte yandan sayısız ortak çıkara sahip hem RF hem de TC kesinlikle karşı karşıya gelmemelidir. Peki, neden karşı karşıya gelmek için, yarıştırılmakta ve adeta arkalarından İdlip savaş alanına itilmektedirler? Neden? Bunun nedeni açık. Bölgede Rusya-Türkiye ilişkilerini hedef alan Türkiye ile Rusya’yı aynı kampta buluşmasını engelleyen çok fazla güç ve değişken bulunmaktadır, da ondan. Oysa Türkiye-Rusya çıkarlarının kesiştiği birleştirici ve bütünleştirici büyük resme bakmak gerekmektedir. Türkiye-Rusya çıkarlarının kesiştiği birbiriyle bağlantılı üç noktadan birincisi yoğun sıcak çatışmaların yaşandığı hem de iki garantör ülkenin karşı karşıya geldiği İdlib, Fırat’ın doğusu ve Libya’dır.Bu üçleme Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tamamen meşru “Mavi Vatan”stratejisi ile de bir bütünlük arz etmektedir. Ayrıca her şeyden önemlisi RF da TC’nin bu meşru duruşunu uluslararası zeminde desteklemektedir.Rusya’nın dış politikasına yön veren isimlerden siyaset bilimci Prof. Dr. Aleksandr Dugin, “Avrusya” değil, “Avrasya Jeopolitiği”nde bunun geçerliliğini özellikle belirtmektedir. Bundan da öte, PeKaKa’yı terör örgütü olarak saymamakla birlikte Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki meşru ve ulusal çıkarlarını, ayrılıkçı “PeKaKa”ve türevlerine karşı mücadelesini kabul etmekte ve anlayışla karşılamaktadır. Bu son derece önemli bir yaklaşımdır.
Şimdi gelin, RF ve TC arasındaki ilişkilerin kırılma, onarım ve bütünleşme sürecine. Anımsayalım, Halep’in tahliyesi ile başlayan ASTANA görüşmeleri ve 4 Mayıs 2017 tarihinde imzalanan ateşkes anlaşmasıyla TC ile RF’yi aynı düzlemde buluşturmaya yetmemiştir, görüntü barışçı olsa da. Oysa görüşmelere iki ülke zıt tarafları temsil ederek katılmış, ateşkeste Rusya ve İran Suriye Rejiminin “garantörü”olurken, Türkiye de muhalif cephenin “garantörü”olmuştur. Suriye’nin kaderiyle ilgili bu garantörlüğün bölgedeki çıplak bir sonucu olarak Trump yönetiminin Esad rejimine karşı muhalifleri desteklemekten vazgeçmesi olgusunu getirmiştir. Bu bakış açısının en çarpıcı yanı, zıt kutuplarca kapalı kapılar arkasındaki yeni mutabakatların haberciliğini müjdelemiş(?) olmasıdır. Oysa ABD ile Türkiye’nin Esad rejimine karşı muhalif bir cephe kurulması 19 Şubat 2014 tarihinde NATO’nun eğit-donat programı kapsamında gerçekleşmiştir. Bu aynı zamanda “Özgür Suriye Ordusu”nun da kuruluş tarihidir. Şunu söylemeye çalışıyorum, Ankara kendiliğinden ürettiği bir sinerji ile bu konuya müdahil olmamıştır. Kuşkusuz, Bu kararlarla ilgili olarak, İncirlik Üssü 23 Temmuz 2015 tarihinde DAİŞ’le mücadeleye tahsis edilmiştir. DAİŞ’in ABD’nin “Yeşil Kuşak Kuramı”ile bir stüdyo projesi olarak kurulduğunu bildiği halde Türkiye de bir gün sonra 24 Temmuz 2015 tarihinde bu mücadeleye fiilî olarak katılmıştır. Peki, bütün bunlardan sonra n’olmuştur? Söyleyelim. ABD 2017 yılında ÖSO’yu desteklemekten vaz geçmiştir. Anlamı çok açık. ABD, 2015 ve 2016 yıllarında, “Timber Sycamore” adlı CİA planı çerçevesinde muhaliflere bir milyar dolar civarında yardım yapmıştı. Bu yardımı kesmiştir.[1]Bunun önemi her halde anlaşılıyordu. ABD biline tavrını göstermiştir. Her zaman olduğu gibi Türkiye’yi bu yola iten, özendiren ve de kandıran ABD tarafından yine yarı yolda bırakılmıştır. Trump, 2016 Kasım’ında Wall Street Journal’a, “aynı zamanda hem Esad, hem de DAİŞ’le savaşmanın ahmakça bir şey olduğunu”söylemiştir. Lütfen buna bir bakar mısınız? Nasıl anlayalım?
2017’deki ikinci önemli gelişme İdlib’de Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) örgütü, rakibi Ahrar el Şam’ı alt etmesi ve eyalette egemenliğini kurması olmuştur. Tüm muhaliflerin garantörlüğünü üstlenen TC bu şekilde hiç istemediği halde El Kaide tedrisatlı Cihatçıların destekçisi görülmesine neden olmuştur. Bir de bunun üzerine Türkiye’ye eksen kayması ithamları gelmeye başlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018 yılı içinde Putin ile 7’si baş başa, 18’i de telefonla olmak üzere, 25 defa görüşmüş, ayrıca 6 zirvede de bir araya gelmiştir. Ancak, öte yandan 2018’de Helsinki’de Putin’le yaptığı zirve toplantısında ABD’nin Rusya ile Suriye’de uyum içinde olduğunu, hatta “askerlerin, Suriye ve başka yerlerde siyasilerden daha sıkı işbirliği yaptıklarını”ilan etmişlerdir. Bunun anlamı şu? Hem RF hem de ABD aralarında yaptıkları mutabakatla ASTANA sürecini parçalamışlar, çoğunu bir stüdyo projesi olarak kendi kurdukları illegal örgütlere yönelmişlerdir. Öte yandan, ABD’nin İsrail Hava kuvvetlerini yoğun bir şekilde kullanarak İran’ın bölgedeki varlığını diğer bir deyişle Pastaranları, Hizbullah’ı, Haşdi Şaabi’yi hedef almasını sağlamıştır. Bu yolun açılması İsrail ile RF arasındaki “Lieberman Anlaşması” sayesinde olmuştur. Nedir bu Lieberman Antlaşması? 2018 yılında, o zaman Savunma Bakanı esasen eski bir Sovyetler Birliği yurttaşı olan, Rusçayı çok iyi bilen bir Eşkanizi Yahudisi Avigdor Lieberman İsrail Hava Kuvvetlerinin Suriye Hava Sahasında serbest uçma hakkı veren bu anlaşmayı RF ile yapmıştır. Türk Hava Kuvvetlerine yasak olan Suriye Hava sahası İsrail uçaklarına fütursuz bir şekilde açılmıştır. Öte yandan kimin eli kimin cebinde yaklaşımını bütünüyle hıfz eden ABD’de de, bu belirsizlik ortamında bölgedeki Kürt varlığını İsrail yararına olacak şekilde dizayna yeltenmiştir. Diğer bir deyişle CIA-MOSSAD ortaklığı Suriye PeKaKa’sını yani PYD / YPG bir stüdyo projesi olarak Suriye Demokratik Güçleri biçimiyle bir vekil güç yaratmışlardır. Bütün bu yapılanlar Türkiye’deki akl-i selim’i temsil eden devlet aklının hedef alındığı, bir komplodur. Türk milletinin sağduyusuna yöneltilen bir akıl tutulmasıdır.
Ruslar, çocukluktan itibaren Rus atasözleriyle büyümüş, akıl dünyaları bunlara göre biçimlenmiştir. “Kurttan korkuyorsan ormana gitmeyeceksin.”(Волков бояться в лес не ходить.)derler, ormanın zalim ayısına karşı “yalnız kurt”un tek başına meydan okumasına. Aslına bakarsanız, burada aslolan “yalnız kurt”un korkusuz cesaretidir. Buna biz de bir Türk atasözüyle şöyle cevap verelim:“Ayıyı ateşe atmışlar, yavrusunu ayağının altına almış.” Duygudan ve insanlıktan nasibini almayanlar, kendilerini kurtarmak için gerekiyorsa çocuklarını bile tehlikeye atmaktan çekinmezler. Onlar için aslolan sadece ve sadece kendileridir.
İşte bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, Moskova mutabakatı, iki ekonomik partner arasında lider diplomasisinin olumlu bir sonucu olmuştur, ama söylediklerimi, irdelediklerimi de gözlerden uzak tutmayalım, derim, sevgili okurlar.
[1]N.Y. Times Gazetesi, 2 Ağustos 2017