Odgurmuş (1): Pek çok konu var ki sanki iktidar mevkiindekileri beğenmez hatta iktidarının bir ortağı da bizmişiz gibi davranırız. Buna ne diyeceksiniz?
Ögdülmüş (2): Evet maalesef böyle davranırız.
Öncelikle şöyle bir izahat getirmek lazım. Demokrasiler, halkın temsilcileri vasıtasıyla kendi kendini idare etmesi değil midir? Evet öyledir. Bu seçimin yapıldığı yer ister dernek, ister sendika, ister bir vakıf, ister bir sivil toplum kuruluşu olsun durum böyledir. Seçilen kişilerin görevi bir seçim dönemidir. Siyasi partilerimiz için de böyledir. Seçim kazanıp iktidara gelen parti için de bu böyledir. Bir seçim dönemi için seçilenler veya bir siyasi parti seçilir ve iktidara gelir. Seçim dönemi müddetince daha önceleri seçim meydanlarında vaad ettiklerini ve açıkladığı kendi programında bulunan görüşleri doğrultusunda icraatlarını yapar. Fakat genellikle bir kanaat vardır. “Demokrasi bizde oturmamış” vs denilir ya tıpkı onun gibi seçip getirdiğimiz insanlara güvensizlikten midir nedir hemen onu eleştirmeye, onun aleyhte konuşmaya başlarız, yapılan her iş-icraat konusunda olur olmaz sözler söyleriz. Mantık yaklaşımı da şöyledir.“Seçip gönderdiğimiz insanlar o işleri asla yapamazlar, asla başaramazlar. Ve onlar asla güvenilemezlerdir. O halde sürekli akıl vermek ve yön vermek gerekir.”
Sık sık duyarız: Dış politikada bir karar alınır uygulamaya konulur ve biz söylenmeye başlarız.
“Böyle dış politika olmaz, ben yaptım oldu mantığı ile idare edilmez “.
” İstersen % 50 çoğunluğu sağla. Böyle mesele çözülmez.”
“Şu icraat yanlış, bu icraat hatalı”
“Milli Eğitim yaz-boz tahtası değil”.
“Öyle her istediğin icraatı kafana göre yapamazsın”
Demekten kendimizi alamayız.
Esasında, yukarıda sıralanan cümleleri hem uzatmak ve hem de hayatın her safhasına yaymak mümkün.
Aslında bu cümleler tek parti döneminin sona ermesinden sonra muhalefete düşen Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet stratejisinin ürünleridir. Karşısında oldukları ve eleştirdikleri iktidarlara gizli bir tehdit de gönderirler. İşin garip tarafı; CHP’nin bu stratejisi adeta salgın bir hastalık gibi, ne yazık ki hem siyasi partilere ve hem de toplumun tamamına da yayılmış vaziyettedir.
Mesela: “Milli Eğitim yaz-boz tahtası değildir” derken geri planda başka düşünceler söylenmek isteniyor da söylenemiyormuş gibi bir yaklaşım vardır.
Yani bir nevi; “Milli Eğitimi yazboz tahtası gibi kullanıp birtakım değişikliklerle düzeltmeye kalkma, sistem böyle kalsın. Bizim şikâyetlerimiz de devam etsin. Sen problemi çözersen verimli bir netice alırsan bizim halimiz nice olur. Biz bundan böyle neyi nasıl eleştiririz. O zaman Milli Eğitim ile uğraşma, kalsın öylece” . Demek manasına gelmiyor mu?
Milli Eğitim konusunda, karar alanlar sanki hiç müzakere etmezler. Hiç danışmanlar veya kurullar yoktur. İlgililerle müşavere içinde değildirler. Alınan kararın, yapılan uygulamanın getirisi nedir, götürüsü nedir hesap etmezler. Ve kafalarına estiği gibi davranırlar. Bir takım kararlar alırlar ve bütün bunları da bizim hiç haberimiz olmadan yaparlar. Ve biz konuşur da konuşuruz.
Aslında genel olarak insanlar böyle davranıyorlar, kendileri karar merciinde olmayınca, karar merciinde alınan kararlar, her zaman şüphe ile bakılacak kararlardır. Veyahut insanlar “alınan kararlara, yapılan icraatlara ve uygulamalara değil de karşı olduğu siyasi görüşün her şeyine itiraz ediyorlar” demek daha doğru olur.
Sanki bazı insanlar meselelerin çözülmesini istemezler. İsterler ki sorunlar çözülemesin uzasın gitsin. Ayrıca sorunların uzamasından fayda uman guruplar da vardır elbet. Onlar her devirde ve özellikle de istikrarın olmadığı zamanlardan çok çok memnundurlar. Çünkü onlar sisteme, nizama, devlete, millete ve her türlü milli değere karşıdırlar. Bu yüzden bu gibi kimseler ne kadar çık problem olursa kendilerinin kar hanelerine kazanç olarak yazarlar.
Odgurmuş: İnsanlar neden sorunların çözülmesini istemezler ki?
Ögdülmüş: Mesele sadece Milli Eğitim konusu değil. Her konu bu şekilde değerlendirilir. Hatta Milli Eğitim gibi dış politikada ve iç siyasette de durum aynıdır. Karşıdakine “böyle olmaz” derken aslında “sen öyle yapma-yapama, sakın sorunları çözme yoluna girme dış politikada sakın başarılı olma işleri eline yüzüne bulaştır.” der gibiyiz. Maksat Milletin menfaatleri yerine karşıdakini yıpratma, itibarsızlaştırma, hatta yıkıp devirme olunca, karşısında olduğumuz kimseler yüzde yüz oy dahi alsalar bize göre hiçbir zaman meşruiyetleri yoktur, hiçbir şekilde bize yaranamazlar. Ne zamanki, büyük hatalar yapıp, ülkeyi kargaşa ortamına sokarlar ve istifa ederler bizim için o gün en önemli gündür ve düğün! Bayramdır!
Bu yüzden; Bazı insanlar kendilerinin başarılı olma ihtimali ve iktidara gelip durumu düzeltme gibi bir seçenekleri olmadığı için karşısında olduğu insanlar ve iktidarlar için “bırakın hatalar yapsınlar, bırakın tökezlesinler, bırakın yönetemesinler” düşüncesi vardır. Karşısında olduğumuz gurup ve ekip başarısız olurken bu arada ülke de zarar görüyormuş, memleket batıyormuş kimin umurunda. Burada önemli olan rakibin alt edilmesidir.
Bizde muhalefet etme ve muhalefet davranışı ne yazık ki bu şekilde tecelli ediyor. Kendileri bir şeyler ve kayda değer görüşler ileri süremeyen insanlar, sürekli karşıda bulunanların hatalar yapmasını beklemeye koyulurlar. Bu hatalar üzerinden görüşler ve stratejiler geliştirirler.
Odgurmuş: Genellikle bizim başaramadığımız ve bizim yapamadığımız şeyleri yapan ve başaran, bizim gelemediğimiz yerlere gelen insanlar hakkında çok ileri geri konuşuruz.
Ögdülmüş: Evet çok haklısın, neredeyse % 1 bile rey alamayan partiler, karşısında oldukları diğer partiler hakkında olmadık sözler etmekte, eleştirmekte, itibarsızlaştırmakta ve onu korkutup yıldırmak için olmadık söz ve davranışlarda bulunmakta üstümüze yoktur. Bu konularda o kadar çok söylenecek sözümüz vardır ki kimse elimize su dökemez.
Yine bir misal verecek olursak:
Özellikle de basınımızın köşelerine çöreklenmiş olan okur-yazar-aydın (!) Takımı muhalif oldukları kişi ve kuruluşları, siyasi partileri köşelere sıkıştırmak için her yolu denerler.
“Senin aldığın oy oranının yüksek olmasının ne önemi var.”
“Yüzde 60, 70 çoğunluğu sağlasan ne yazar.”
“Sen kimsin? Taşradan, kenardan çıkıp gelecek ve ülke yöneteceksin. Hem de bize rağmen.”
“Biz senin gibi çok adam gördük, senden öncekiler bizimle görüşmek için sıraya girerlerdi.”
“Memlekette biz varken sana ne oluyor.”
“Ben seni ne yapayım?”
“İstediğim zaman ayağıma gelmiyorsun..”
Nitekim Adnan Menderes İnönü’ne karşı çok ezici bir şekilde iktidara gelmişti. Chp’nin yaptığı bu tip muhalefet sonucunda 1960 darbesiyle karşılaşmış ve iki arkadaşı ile birlikte kendisini darağacında bulmuşlardı.
Bu tehditvari sözler, tek parti döneminden sonra iktidara gelen veya iktidara gelme ihtimali olan her partiye ve görüşe söylenmiştir. Söylenmektedir. Yoksa bu hizaya getirme ve tehdit içeren sözler sadece bu günkü iktidara yönelik sözler değildir. Yarın ülkede başka bir parti iktidar olsa bu insanlar yine aynısını yapar her konuya mutlaka bir eleştiri getirirler.
Yukarıdaki diyaloglar; Kendilerini ülkenin sahibi olduğunu inanan/sanan tek parti döneminin elit takım tarafından, Anadolu’dan, halkın arasından, köyden şehirden gelerek bir siyasi partinin başkanı yöneticisi olmuş ve seçimler sonucu iktidara gelmesi muhtemel herkes için her devirde düşünülen ve bazen de dile getirilen gerçeklerdir. Bu yaklaşım tarzı maalesef ki bu günde devam ediyor, hem de yaygınlaşarak.
Onlara göre Başbakan ve hükümetler, atamayla, tayinle, bunların onayıyla, zinde güçlerin izniyle gelmelidir. Laik basınımıza biat etmelidir. Aksi takdirde yüzde 60 çoğunluk elde etse bile. Basınımızın köşe başlarında “Sana iktidarı dar ederiz” diye düşünen pek çok demokrat(!) Geçinen köşe yazarı var ülkede.
Bunlar hem demokrat geçinir “demokrasi dünyanın en iyi rejimidir” derler hem de olmadık konularda niyet okuyarak suçlarlar. Demokrasinin uygulanmasına geçilince, “sen beni seçersen demokratsın, beni seçmezsen gericisin, yobazsın. Ben seçilemezsem ülkede demokrasi yoktur. Ben varsam demokrasi vardır” diye düşünürler.
Kendilerini” “ülkenin gerçek sahibi” sanan ve “Cumhuriyeti kendilerinin kurduklarını savunan bu insanlar her devirde, halkın iktidara uzanmasına karşı olmuşlardır ve halkın iktidarını engellemek istemişlerdir.
Siz hasbel kader iktidar olabilir, hükümete gelebilirsiniz, imar ibate işleri ile dilediğiniz kadar uğraşabilirsiniz, Elde ettiğiniz makam ve Belediyeler kanalıyla, çöp toplama, kaldırım yapma, ağaç çiçek dikme işlerini sınırsız yapabilirsiniz, ama asla idarede bir takım tasarruflara gidemezsiniz. Siyasi işlere karışamazsınız, onlar tarafından tayin edilen yetkilerinizi ve haddinizi aşmamalısınız, o zaman hem demokrasi elden gider!, hem de laiklik.
İşin garip tarafı; Milletimi çok seviyorum, milletim için canımı veririm diyen ve milli iradeye en çok inanması gereken ve milli iradeyi temel alması gereken insanlar da yukarıda zikrettiğim düşünceleri paylaşmakta beis görmüyorlar.
Milliyetçiliğin esası millettir. Millet olmadan Milliyetçilik de olmaz. Millete dayanan bir fikir hareketinin savunucularının böyle bir garip düşünceleri savunmaları hayret vericidir.
Halkın iradesine inanmayan bir milliyetçilik düşünülebilir mi? Aksi takdirde bu despotizmdir.
“Hakikat güneşini örten bulutların en kesifi menfaattir.” vecizesi anlaşılabilir bir gerekçe olsa da, her şeye muhalefet geçerli bir maslahat aslâ değildir.
Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah (c.c.) da onların durumlarını değiştirmez. Öyleyse deforme olmuş kurumları reforme etmek ve evvelemirde de çocuklarımızı körelten ve ruh kökünden koparan eğitim sistemimizi millî ve ilmî esaslara göre düzenlemek mecburiyetindeyiz. Zâten biz ipliğin kalitesini düzeltmediğimiz müddetçe kumaşlarımız hep defolu olacak ve insanın ruh, gönül, şuur irtifasını yükseltmediğimiz sürece toplum hep alçalacaktır.
…
Odgurmış (1): Kanaat – Akıbet- Afiyet
Ögdülmiş (2): Akıl – Ululuk
Kadim Kitabımız olan “Kutadgu Bilig” de geçen iki şahsiyet:
***
Kenan EROĞLU