Dün (7 Ekim 2023) sabahki haberlerde, NOBEL Barış Ödülü’nün, İranlı Nergis Muhammedî’ye verildiği bildiriliyor, adında Reiss kelimesi de bulunan şık, temiz görünüşlü, orta yaşlıya yakın bir bayan konuşuyordu. “Temiz görünüşlü” sözünü, lâf olsun diye kullanmadım; çünkü, aynı haber akışında, Tanzîmâtla (1839) Devlet olarak yöneldiğimiz, o zamandan başlayarak nesiller boyunca entelektüellerimizin(!) hâşâ kâbesi olan Paris’in, tahta kurusu işgali altında olduğu, okulların, ilâçlama yapılacağı için tatil edildiği, otobüslerin, hükûmet binalarının ilaçlanmakta olduğu bildiriliyordu! Sokaktakilere, bu işgal olayının sebebi sorulduğunda, yanıt, “pislikten” diye geliyordu.
İbret verici!
Değil mi?
MEDENÎ (UYGAR) diye bilinen, çok yakın zamanlara kadar “uygarlığın merkezi” olarak kabûl edilen, lüks markalı süslenme ve temizlik ürünlerinin kaynağı Paris şehri, pislikten dolayı, tahta kurusu işgali altında!
Bu çarpıcı olay; GÖRÜNÜŞ ile GERÇEK arasındaki uyarıcı, ürpertici FARKı haykırıyor: Avrupa merkezli (Amerika, kültürel uzantıdır) Batı uygarlığının TEMELDEN YOKSUN OLUŞU!
Görünüşte, Batı uygarlığı, mükemmeldir, insanlığın ulaştığı son merhaledir.
Gerçekte ise, Avrupa’lının çoğunda pislik hâkimdir. Kolonya (Köln Suyu) tesâdüfen Almanya’da îcâd edilmemiştir: gâvurlarda yıkanmak, temizlenmek yaygın bir alışkanlık, hayat tarzı olmadığı için, çok seyrek yıkandıklarından, bedenlerinden yayılan rahatsız edici kokuyu bastırmak için buldukları çâredir.
Medeniyet’in şaşmaz ölçüleri: temizlik ve güvendir. Çoğumuzun farkında bile olmadığı; yaşayan, yaygın geleneğimizdeki temizlik, yemekten sonra el yıkama, Cuma günleri için yıkanma vb. işler bile, nasıl bir medeniyetin hayırsız vârisleri olduğumuzu hatırlatıyor: îmân; güvende olmak, güvende kılmak, demektir. Müslüman, günde 5 sefer Yaratıcısının huzurunda durmak için, (her defasında olmasa da) abdest alır.
Güven konusuna gelince:
Peygamber olmadan önce bile, Hazret-i Muhammed A.S. EMÎN (Güvenilir) idi!
Osmanlı tüccarı da “emîn” idi!
Yakın zamanlara kadar, bâzı köylerimizde, geceleri, evlerin kapıları kilitlenmezdi; komşulara karşı güvensizlik gibi görünür, diye!
Bütün eksiklerimize, kusûrumuza rağmen, Paris’teki rezâlet (gerçekten de, bu durum, ‘rezâlet’ değil de nedir?) yalnız Türkiye’de değil, sömürülmüş, yoksul hâle getirilmiş Müslümanların yaşadıkları ülkelerde GÖRÜLMEDİĞİNE, OLMADIĞINA GÖRE, ibret almamız, düşünmemiz, kendimize gelmemiz, kendi değerlerimize dönmemiz gerekmez mi?
Yüzmeğe meraklı bir öğretim üyesi arkadaş, milletlerarası toplantıların yapıldığı otelde yüzme havuzuna sıkça giderdi. Doktorasını İngiltere’de yapmış olan bu arkadaşa, İngiltere’de de yüzme havuzlarına çok gidip gitmediğini sorduğumda: “gidemedim, oralarını yıkamıyorlar ki, aynı suya nasıl girecektim?” demişti.
Paris’in hâli, Batı medeniyetinin iflâsını haykıran olaylardan biri değil mi?
Diğeri, yurtlarından edilen zavallıların Avrupa’ya sığınma çabalarının, çoğu zaman, Akdeniz’de boğulma ile son bulmasıdır.
***
Nobel ödülünün İranlı “haklar savunucusu” Nergis Hanıma verildiğini şık bayan söylerken, aynı zamanda, bu aktivist Nergis Muhammedî’nin İran’da hapiste olduğu bildiriliyor, bilmem kaç yıla mahkûm edilmiş olduğu hatırlatılıyordu.
Ne güzel (!) değil mi: bir yanda, medenî, insan haklarına saygılı Avrupa, hakları savunan Nergis’e ÖDÜL veriyor,
Öte yanda, hakları savunan, böyle, ÖDÜLE LÂYIK görülen Nergis, Müslümanların ülkesinde, hapse atılmış!
Aynı haber akışında, Âzerbaycan’lı bir gazetecinin; Avrupa Birliği Başkanı gâvura (1856 fermânının hükmü kamadığı için, hakaret kasdı olmaksızın, ‘duruş’umu belirtmek adına, gâvura ‘gâvur’ diye, bir sıfatını belirtiyorum) “Karabağ’ın 30 yıl Ermeni işgali altında kalmasına Nîçin sessiz kaldınız?” sorusuna yanıt veremediği anlatılıyordu.
Nobel ödülünü İran’lı Nergis’in kazandığını (!) bildiren şık bayanı dinlerken, gülümsemekten kendinizi alamazsınız.
AB dönem Başkanı gâvur’un yanıt gevelemesi de hiç inandırıcı değil!
Eeee, bunlar, çok mühim kişiler değil mi?
Medenî dünyânın sözcüleri durumunda değiller mi?
Peki…
Bunların dedikleri, İNANDIRICI oluyor mu?
Ne münâsebet!
Öyleyse … bu işte bir yanlışlık yok mu?
İnandırıcılığı olmayan bir medeniyet … olabilir mi? o, ‘medeniyet’ zannedilenin temelsizliği, sahteliği sırıtmıyor mu?
İnandırıcılığını, çevresinin güvenini kaybetmiş tüccarı düşünün …
İnandırıcılığnı kaybetmiş bir müdürü, idareciyi düşünün …
İnandırıcılığını kaybetmiş bir komutanın, askerleri karşısındaki durumunu düşünün …
İnandırıcılığını kaybetmiş bir liderin durumunu tasavvur edin …
Gerek tek tek insan için, gerekse bir toplum, bir medeniyet için İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞ OLMAK … FELÂKETİN TÂ KENDİSİDİR.
Günümüzdeki hâkim, baskın, dayatıcı BATI UYGARLIĞI, böyle değil mi?
***
Ne kadar unutsak da, unutmamız için neler yapılmış olsa da;
Olaylar, Bu Milletin Büyüklüğünü, her durumda ortaya çıkarıveriyor!
Dünya’nın her yerinde BEKLENMİYOR MUYUZ!
TÜRK, beklenen kurtarıcıdır!
Ters okumuşlarımız da bir bunun farkına varsa !
Kripto yahudilerin öğrettiklerinden, zihinlerinde ördükleri görünmez ağlardan bir kurtulabilseler …
Son birkaç yıldır üst üste kâbus gibi çöken problemler, tesadüfen mi meydana geliyor, dersiniz?
Ne demişler:
Türk olmak kolay değil; karşında bütün Dünyayı bulursun!
Ama, karşıya geçersen, işin daha da zordur:
Bu defa karşında Türk’ü bulursun!
Evet, Türk’ün karşısında olmak, daha da zordur.
***
Ne zaman kendimize döneceğiz?
Tanzîmat’la tuttuğumuz yolun yanlışlığını, ne zaman anlayacağız?
*** *** ***
08 Ekim 2023