“İngiltere İle Kaçak Göçmen Anlaşması” İddiası Ve Düşündürdükleri

Yaşadığımız şeylere inanmak, giderek daha fazla güçleşiyor.

***

Birkaç gün önce İspanyol polisi Afrika ülkelerinden gelmiş bir kaçak göçmeni yakalıyor. Şahıs, geri gönderilmemesi için yalvarıyor. Polis, “’Türkiye’den geldim’ dersen, Seni oraya gönderebiliriz.” diyor. Şahıs denileni yapıyor ve Türkiye’ye gönderiliyor. Türkiye’de, adam sorgulanıyor ve başka yerden geldiği anlaşılıyor. Ama, yine de İspanya’ya iade edilmiyor!

***

Fatih ALTAYLI’ nın bildirdiğine göre, İngiltere ile “kaçak göçmen anlaşması” imzalanmış. 

Geçmişte, İngiltere, bir Afrika ülkesi olan Ruanda ile de “kaçak göçmen” anlaşması imzalamıştı. İngiltere’de yakalanan kaçak göçmenler bu ülkeye gönderilecek, karşılığında da sözkonusu ülkeye bir miktar ödeme yapılacaktı.

Bu yeterli görülmemiş olacak ki, daha sonra, yalnızca 45 gün makamında kalan İngiliz başbakanı Liz Truss, benzer bir anlaşmanın Türkiye ile de yapılmasını teklif etmişti. O zaman hepimiz çok kızmıştık, haklı olarak.

Fatih ALTAYLI, o anlaşmanın yapıldığını söylüyor. 

(Altaylı’nın sözkonusu haber-yorumunu bu bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

Anlaşmanın ayrıntılarını bilmiyoruz.

Söylendiğine göre, İngiltere, bâzı Balkan ülkeleriyle şöyle bir anlaşma yapmış; İngiliz polisi, bu ülkelerde görev yapacak, İngiltere’ye gitmek isteyenleri, henüz bu ülkelerde iken sorguya çekecek, iltica edip etmeyeceğine karar verecek, onay verirse, kişi İngiltere’ye gidebilecek! Bağımsızlık kavramını ayaklar altına alan bir uygulama…

(Demek ki, İngiliz Hükûmeti, mevcut vize uygulamasını bile yeterli görmüyor.)

Altaylı, Türkiye ile İngiltere arasında yapılan anlaşmanın benzer hükûmler içeriyor olabileceğini, ileri sürüyor. Eğer doğru ise, çok üzücü…

***

Yukarıdaki haberin –eğer doğru ise- endişe verici bir yönü daha var; Ülkemiz, başka bir ülkeyle anlaşma yapıyor ve biz ayrıntılarını bilmiyoruz! Oysa, şeffaflık, sağlıklı işleyen bir demokrasinin en önemli unsurları arasındadır.

***

Yine, yukarıda yazılanlar doğruysa eğer, bundan sonra, doğrudan Avrupa’ya gelen kaçak göçmenlerin de Türkiye’ye iadesi sözkonusu olacak demektir.

Görünen o ki, yakın zamanda ülkemizdeki kaçak göçmen sayısı, hızla artmaya devâm edecek. Ne kadar olabileceğini artık tahmin etmek kabil değil.

Yâni, ülkemiz, tam bir DEMOGRAFİK ÇÖPLÜK hâline gelecek.

Biraz akıl ve izan sâhibi olan herkes, bunun vahim sonuçlarını öngörebilir.

***

Peki, bütün bunlar niçin yapılıyor?

Bilinen en somut gerekçe şudur; ülke ekonomisi öylesine güç durumda ki, içinde bulunduğumuz vaziyetin farkında olan ülkeler, maddî yardım önerisiyle, her türlü teklifi yapabilme hakkını kendilerinde görüyorlar.

***

Peki, tevlit ettiği tehlikeler meydanda iken, bu yapılanlar yaraya merhem olabilir mi?

Aslâ!

Kesinlikle hiçbir yararı olmaz.

Belki, “akbaba” diye tâbir edilen, kısa vâdeli kazanç peşinde koşan, özellikle “ekonomisi kırılgan” ülkelere hızlı giriş-çıkış yaparak, ekonominin bütün dengelerini allak-bullak eden ve mâlî piyasalarda sunî olarak yaratılan depremlerden para kazanan fonlar, kısa süreliğine gelebilir. 

Geçmişte, bu tür fonların yol açtığı yıkımların acısını hep birlikte yaşadık. 

Türkiye’nin şâkülünü kaydıran 2001 krizi, akbaba fonlar tarafından çıkarıldı. 

Ve, operasyonun büyüklüğü yalnızca 2-3 milyar dolar mertebesindeydi.

***

Türkiye’nin kalkınmasına, istihdamına, ihracat ve millî gelir büyümesine katkı sağlayacak, üretime yönelik uzun vâdeli yatırım yapacak yatırımcılar, bir ülkede öncelikle iki şey arar; hukuk ve istikrar.

Demokrasinin sağlıklı işlemediği ülkelerde hukuk güvenliğinden bahsedilebilir mi?

Kaçak göçmen oranı nüfusun % 20’sine yaklaşan ve göçmen almaya devâm eden, halkın giderek daha fazla yoksullaştığı, suç oranının hızla arttığı, gıda ve konut gibi temel ihtiyaçlara erişimin giderek güçleştiği bir ülkede, istikrardan bahsedilebilir mi?

***

Oysa, Türkiye’nin yapması gerekenler belli;

Demokrasi sağlıklı bir şekilde işlemeli.

Hukuk güvenliği sağlanmalı, herkese kendisini emniyet içerisinde hissetmeli.

Eğitimin kalitesi artırılmalı, bütün sorunları çözülmeli, “yap-boz” uygulamasına son verilmeli.

Kaçak göçmenlerin girişi kesin olarak durdurulmalı, mevcutların “insan hakları” ihlâline yol açılmadan ülkelerine gönderilmesini sağlayacak süreç başlatılmalı ve kararlılıkla uygulanmalı.

Enflasyonu kesin olarak düşürecek iktisat-mâliye politikaları kararlılıkla uygulanmalı, gelir dağılımındaki bozulma önlenmeli, derin yoksullaşmanın önüne geçilmeli, alınan önlemlerin mâliyeti toplumun bütün kesimleri tarafından hakkaniyet ve adâlet kıstaslarına göre üstlenilmeli. 

Tasarrufların, “satınalma gücünü koruma” amacıyla tüketime gitmesine yol açan mevcut uygulamaya son verilmeli. Negatif fâiz olduğu sürece, ekonomide dengelerin kurulması mümkûn değildir. 

Kısa vâdede, “enflasyona endeksli kısa vadeli hazine bonosu/tahvili” çıkarılması, tasarrufçular için iyi bir seçenek olacaktır ve tasarrufların altın/döviz/gayrimenkul ve “tasarruf amaçlı tüketim” gibi alanlara yönelmesini önleyecektir.

Kamu harcamalarında tasarrufa gidilmeli. Pahalı ve gereksiz projelerden vazgeçilmeli. Makam aracı ve lüks hizmet binâlarının alımı/kiralanması gibi harcamalar derhâl durdurulmalı, mevcutlar uygun bir şekilde tasfiye edilmeli. Bu ülkede, belli görevlerde bulunan (Cumhurbaşkanı, Bakanlar, valiler vb.) kişilerin dışında, kimsenin makam aracı olmamalı. (Memura/kamu idarecilerine yeterli/tatminkâr maaşlar verelim, herkes işine nasıl giderse gitsin. Bu araba sevdâsı yüzyıllardan beri en önemli sorunlarımızdan birisidir.)

Hayâtın her alanında, “yenilikçi/mükemmeliyetçi ve verimliliği esas alan politikaların belirlenmesi ve uygulanması” konusu millî bir politika hâline getirilmeli, bu konuda âdetâ bir seferberlik başlatılmalı; devletten bireylere kadar, bu ilkeler bizim için bir hayat tarzı hâline getirilmelidir.

Tarım alanlarının “amaç dışı” kullanımına kesin olarak engel olunmalıdır. Dünyâ, bir gıda krizine doğru gidiyor. Nüfus artıyor, tarım alanları muhtelif sebeplerle daralıyor. Küresel ısınma vb. olgular, sorunun vahametini daha da artırıyor. Gıda erişimi, en gelişmiş ülkelerde dahi, giderek önemli bir sorun hâline geliyor. “Bir avuç toprağın ve bir yudum suyun bir kese altından daha değerli olacağı” günler uzak değil. Bu yüzdendir ki, şehirleşme/sanayileşme konusundaki plânlarımızı gözden geçirmeli; ormanlarımızı, meralarımızı, su kaynaklarımızı ve verimli tarım arazilerimizi korumalı; gayrımenkûlü bir yatırım aracı olmaktan çıkaracak, uygun arazilerde (sağlam zeminli, tarıma uygun olmayan vb.) plânlı bir şekilde kurulacak şehirlerde, bütün ailelerin “hızlı, kolay, güvenli, hesaplı” kıstaslarına göre yapılacak “müstakil/bahçeli ev”lerde yaşamasını sağlayacak yöntem, politika ve teknolojilerin geliştirilmesi sağlanmalıdır. Günümüzde, sözkonusu nitelikleri hâiz konutların “birkaç saat ya da birkaç gün” gibi kısa bir zamanda kurulmasını sağlayacak teknolojiler, yine bütün ailelerin kolayca ev sâhibi olmasını sağlayacak finansman yöntemleri geliştirilmiştir. Bu konuların “politik bir hedef olarak belirlenmesi” durumunda, sözüedilen yöntem ve teknolojilerin daha da geliştirilmesi kabildir.

Hâsılı, bu tür politikalar/uygulamalar, kararlı bir şekilde tatbik edilmeye başlandığında, bütün ilgili taraflarda “sözkonusu politikaların kesinlikle uygulanacağı” konusunda güven oluşturulduğunda, Türkiye’nin ayaklarının yerden kesildiğini ve uçmaya hazırlandığını hep birlikte göreceğiz. 

Türkiye, öylesine büyük bir potansiyele sâhip ki, yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız türden önlemler alındığı takdirde, iddia ediyorum, ülkemiz, 10 yıl içinde, “dünyânın en büyük 10 ekonomisi” arasına “elleri ceplerinde, Türkü çığırarak” girebilecektir.

Bâzı iktisatçılar, “matematiksel olarak bunun mümkûn olamayacağını” ileri sürebilirler. Bunu kabûl etmiyoruz. Türkiye, kendi ellerimizle ayaklarımıza vurduğumuz prangalardan kurtulduğu takdirde, verimlilik artışı hayâl bile edemeyeceğimiz harika sonuçlara götürecektir bizi.

***

İmdi soralım:

Kendimizi başarısız kılmak, hayâtı kendimize zehir etmek ve geleceğimizi kâbusa dönüştürecek şeyler yapma konusunda neden bu kadar ısrarcıyız?

Yazar
Mustafa DELİKURT

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen