Çok seneler evveldi. O eski günlerde köyden epeyce uzakta kırın ortasındaki o bahçeye gittiğimiz zamanlardı. Burası bir zaman lebi deryada denizin dudağının kenarında kurulmuş gönül alıcı bir eski zaman bahçesiydi.
Şimdi onun hatırasını lezzetle hatırlıyorum. Niçin bilmem sadeliklerinde yücelik bulduğum bütün doğa ve sanat olayları beni kendisine hayran eder. Hava yağışlı olduğunda o tenhâ bağın ortasındaki münzevi kerpiç evin küçük penceresinde oturup dışarıyı seyr ederdim. Pencerede rüzgârın, yağmurun sesini dinlerdim. Her taraf yağmur sularıyla dolduğunda çukurlara yer yer ışık vurarak ışıldardı. Islak yollarda sanki fenerlerin menevişli akisleri uzanıp yayılıp uzaklaşır ömrün o güzel günlerini neşelendirirdi. Evin arka cihetinde gürül gürül bir ark akardı. Öğlen güneşinin kızgınlığı dışarıda kalmış; güneşten çalınmış ışık hüzmeleri yeşil yaprakların arasından süzülerek bahçedeki çimenler üzerinde gölge ışık oyununa dönüşürdü.
Şimdi ara sıra yalnız başıma köyden epeyce uzaktaki kırın ortasındaki bahçeye yine gidiyorum. Heyhat!! ne bağ kalmış ne de bağban. Ömrün o mesut demlerini geçirdiğimiz o sâf masumane emeller beslediğimiz o ferâh fâhur ağaçların serin gölgeliği gitmiş. Şimdi melûl melûl eski günleri hatırlayarak iç çekiyorum.
Belgonların dibinde yaşlı bir kaplumbağa gördüm. Onunla dertleştim; Sen şahitsin dedim. Hani şurda koyu gölgeli yaşlı bir ceviz ağacı vardı. Orda beli bükük bir ihtiyar dut ağacı vardı. Beride kuş burnu çalıları, ötede iğde ağaçları Acıcehre ağaçları vardı. Bahçenin ortasında yaşlı dut ağacının altında oturdum. Hayâl ve hafızamda eski zamanların hatırasını canlandırmaya çalıştım. Babaannemin elimden beni tutup götürdüğü bu bağın şetaretli günlerini hatırladım. Sabah erkenden tarlaya giden köyün kızları ağaçların altında öğle yemeğini hazırlıyordu. Bu serin bahçelerin gölgelerinden kim bilir kaç kez geçmiştim. Yaz gecelerinde avludaki yaşlı dut ağacının üzerinde gördüğüm yıldızlı ay ışığıyla kaplanmış bahçenin ıssızlığında ulu ağaçların altında o küçük evin huzurunu hatırladım.
Bu tepeye tünemiş bahçenin içindeki küçük evin denize bakan penceresinden denizin dalgalarını rüzgarın esintisini dinlerdim. O ev denizin iç bayıltıcı maviliğini, tepelerinin neşeli güzelliğini hatırlatıyordu.
Bazen havanın güzel olduğu öğle sonlarında dere yatağı boyunca yürüdüğümüz bir yoldan da o bahçeye giderdik. Bahçe iğde, acı cehre, kuşburnu çalılarıyla ihata edilmişti. Bazen o bahçede babaannem çiçeklerin adını bana öğretirdi. Köyün uzağındaki bahçe bana öyle geliyordu ki, yeryüzünün bu en uzak, esrârengiz köşesinin, asırların ötesinin sırlarına vâsıl olmuşçasına eski zaman dervişlerinin Allahla baş başa kalmak için gidilen bir yer gibi geliyordu bana.
Evin denize bakan pencerelerinde oynaşan gölge ışık oyunları yapraklar arasında kirazların o serinliği sanki bayram sabahlarının özlemini taşırdı gönlümüze. Akşam serinliği çökmeye başlayıp gün sona ermek üzereyken şehirden gelenler toparlanıp piknik dönüşü vakti gelmiş olurdu. Karanlık yavaş yavaş o yaşlı söğüdün altına düştüğünde. Gün denizin karşı kırağındaki Süphan Dağı’nın omuzuna yaslanıp batarken köyün en sonundaki bu bağ evinin yalnızlığında gün batımını seyretmek eve dönüş yolundaki en sevdiğim güzelliklerdendi. Akşamları yapraklardaki nemin, suların uğultuları arasında dereye giden engebeli yollardan o tenha bağdaki babaannemin evine giden yoldan bayır yukarı yavaş yavaş çıkarken bağlar ve korular sanki gökyüzüyle kaynaşıp zümrütten bir tek bir gök kubbe haline gelmiş gibiydi.
O uzun yaz akşamlarında ortalık yavaş yavaş kararır! Bahçenin ortasındaki o eski zaman evinin solgun hayali gökyüzüne inatçı beyazlığıyla ışıltısı devam ederdi. Gece iyice çöker evin içi kararır tenha bağın ortasındaki sessiz sedasız bu evde gaz lambasının ışığı seyrek dermansız pırıltılarla titreşmeye başlardı. O vakitlerde artık ne denizin parıltısı kalır ne uzaktan görünen kalenin. O saatlerde avludaki yaşlı dut ağacının üzeri yıldızlı ay ışığıyla kaplanırdı. Ay ışığının hüzmesi bir an hayalimde kırların sonsuz sessizliği ve yalnızlığı içinde defalarca yaşadığımı o geçmiş yazların hoşluğunu hatırlatırdı bana. O küçük pencereli kerpiç evden taşan huzur ne büyülü bir güzellikti…