İnsan bir zevkten ibarettir. Yaratıcı, ona her hâlde tatması gereken zevkleri tattıracak. Âmiş Dede’nin “İnsan zahirde muhtar hakikatde mecburdur.” sözünden bunu anlıyorum. Mecbur oluşu kemâli zevk edebilmesi içindir. Aradığımız ve itminan bulduğumuz bir zevk esasında Hakk’a en yakın olabildiğimiz bir yerdir. Bu sebeple herkesin duygusu, düşüncesi, fikri yerli yerincedir ve hakikatte herkes haklıdır ve özü itibariyle doğrudur. Âlemde bu sebepten itiraz kabul etmeyen bir âhenk, rıza ve işleyiş gizlidir. Beşerî zevkler, bu âhengin büründüğü gelip geçici birer elbisedir.
Zevkin kemali insanın ve insanlığın da kemali anlamına gelir. Onun düşüşü insanın düşüşü demek olur. Fakat zevk, her dâim hareket hâlinde ve binbir oluş içerisindedir. Çocuğun duyduğu zevk, o büyüdükçe değişir; gençliğinde, orta yaşlarında ve yaşlılığında bambaşka bir hâl alır. Yaşamak için “zevk” duyacağımız bir şey aramak aslında bir anlamda İlâhî olana bağlanmak isteyişi ifade eder. O “zevki” kaybettiğimizde yaşamak için hiçbir sebep kalmaz.
Şairin “o zevke yeler herkes” deyişi aslında değişen zevklerin bağlandığı ve fena bulduğu bir noktaya işaret eder. Her zevk gelip geçici ve değişkendir. Ama bir insan-ı kâmilin zevki fena bulup yok olmaz. Zevkler onda fena bulur ve ona kavuşmayı ister. O zevklerin en kemallisine, Hakkı ve hakikati bilme ve anlama zevkine erişmiştir.
Bizler de bu zevki arayıp durmadayız. Tecrübe ede ede kanıksadığımız, alıştığımız ve bıkmaya başladığımız zevkler aslında onun bir ötesini işaret eder bize. İnsanı saadete ve felakete hazırlayan en büyük sebep kanaatimce budur. Kendi içinde bir zevk arayan insan kendini tanımak ve içindeki sonsuz arayışa karşılık vermek istemektedir. Buna bir çare bulamayışı onu müthiş bir boşluğa düşürür; yediğinden, içtiğinden, gezdiğinden zevk almaz hâle getirir. “Aramak hadd-i zâtında vuslatın kendisidir.” dense de zevkin kaynağının kendisi olduğunu idrak edemeyen kişinin arayışı hiç bitmeyecek ve huzursuzluğu günden güne artacaktır. Bu aslında ferdî ve sosyal huzursuzlukların da temelinde yatan bir husustur.
Bu zevk arayışının ehlileştirilmesi mümkün müdür? Aslında sanat, zanaat, mûsikî, edebiyat, plastik sanatlar zevk arayışımıza bir makes olurlar ve bu arayıştan neşet eden enerjiyi değerlendirmede mükemmel birer yardımcı hâline gelirler. Söz gelimi mûsikî, bir zevk arayışının elinde tedirgin duran benliğimizi yükseltir ve onu daha ulvî hisleri, zamanın ve mekânın bütünlüğünü, insanın âlem sistemi içerisindeki yerini hatırlatması açısından mükemmel bir imkân oluverir. Aslında benliğimiz yükseldikçe, saflaştıkça, onu fânî zevklere mahkum eden ağırlıklarından kurtuldukça hissettiğimiz büyük bir âhenk, mûsikîye benzer bir hâldir.
Zevk arayışı yüce bir mahiyet arz ederse eğer, bu arayış büyük estetiklerin de kuruluşunu tetikleyen bir hâl olverir. Zevkin peşindeki insan en çok hoşnut olacağı ve daha güzel bulacağı bir estetik anlayışını kendi içinde kurmaya ve dönüştürmeye başlar. Bu dönüşüm aslında insanın değişimidir. İnsan değiştikçe bu hâl eserine ve yaşamına yansır. Ama buluştuğumuz ve itminan bulduğumuz bütün zevkler birer hatıra elbisesine bürünür. Bugün zevk aldığımızdan yarın lezzet bulamayabiliriz. Birbirine ulanan bu zevk arayışları o kozmik zevki tadana, âlemin merkezinde aslında bu arayışın bulunduğuna, insanın yaratılışın özü olduğuna, insanın özününse bu zevk olduğuna şahit olana kadar devam eder. İçimizdeki arayışın kozmik sisteme yansıyan bir hareket enerjisi meydana getirdiğini bilene kadar zevk arayışımız sürüp gider. İçinden geçtiğimiz bütün koridorlar, yaşadığımız bütün hâller ve felaketler aslında kemalli bir zevki tam anlamıyla tadabilmek içindir. Bu yaşayış ve arayış insan-ı kâmili bulana kadar sürer. İnsan-ı kâmilde son bulur ve belki de artık yepyeni bir yolculuk başlar. Çünkü insan-ı kâmil bütün zevklerin fenâ bulduğu ve ilahi olana bağlandığı yegâne varlıktır. O ayrıca bir zevk-i kâmil demektir. İnsan-ı kâmil bilginin kaynağı olduğu gibi aslında zevkin de kaynağıdır. Onun zevki ve ruhu, zamanın zevki ve ruhudur. Bilgeliği amaçlayan bütün kültürlerin ve medeniyetlerin amacı fâni her zevkin kemal bulduğu insan-ı kâmili bulabilmektir. İnsan-ı kâmili bulan bir medeniyet medeniyet-i kâmile hâlini alır ve bütün zamanlara hitap edebilen gücünü eserlerinde sergilemeye başlar.
Zevk yaşamın kaynağıdır. Zerreden kürreye hiçbir şey bundan ayrı değildir. Zevk bütünlüktür. Kozmik sistemi hissetmektir. İnsan-ı kâmil bir bütündür. Âlemin toplamı ve özüdür. Bizdeki zevk arayışlarının hiç bitmeyişi kozmik sistemin yahut kendisinde yok olacağımız bir mükemmelliğin bizi durmaksızın kendine çekmesiyle ilgilidir.
YASİN ŞEN