Odgurmuş: İnsanları bir araya getiren ve aynı hedefe yönelten şey insanların birbirlerini ya da bazı değerleri çok sevmeleri midir? İnsanlar sevdikleri için mi bir araya gelirler?
Ögdülmüş: Kitle hareketleri ve toplu olaylar göstermiştir ki; İnsanları bir araya getiren ve toplu olarak bir yerlere ve hedeflere yönelten en önemli unsur genellikle sevgi değildir. Gene İnsanları bir araya getirip bir hedef doğru sevk eden en önemli etken nefrettir. Tarihteki büyük oluşumlar, darbeler, başkaldırılar, ihtilaller ve devrimler nefretin körüklenmesi ve yaygınlaştırılması yoluyla gerçekleşmiştir.
İnsanlar sevdikleri bir şeyi asla kimseyle paylaşmak istemezler. O sevdikleri şey ne ise onu başkalarının da sevmesini kabul edemezler. Bir delikanlı, sevdiğini başkalarının da aynı derecede sevmesini asla kabullenemez. Tam aksine sevdiğini başkaca seven kimselerden nefret eder. Onu herkesten, her şeyden kıskanır. O’nu sadece kendisi sevmek ister. İnsan sevdiğini bir başkasıyla paylaşma eğilimine girmez.
Ama…
Buna karşılık, insanlar eğer bir şeyden veya birinden “nefret” ediyorlarsa, isterler ki ondan herkes “nefret” etsin. İsterler ki ”nefret”lerini arkadaşları, çevreleri ve tüm insanlar paylaşsın. İnsanlar ancak sevmedikleri şeyin nefretini başkalarıyla paylaşırlar.
Dolayısı ile “nefret” insanları daha çok bir araya getiriyor, birleştiriyor. Ortak düşmana karşı birlikte hareket etmeyi sağlıyor.
Tarihte Milletler arasında devam eden mücadelede biz hep İlay-ı Kelimetullah için savaştık, düşmanlarımız ise bizi yok etmek Orta Asya steplerine sürmek istediler. Biz kendimizi müdafaa ettik. Onların bu bitmez tükenmez kinlerine karşı ister itemez bizlerde de bir direnme gücü oluştu. Batı’yı haçlı orduları halinde üzerimize salan güç ise her zaman Kiliselerin körüklediği İslam’a ve dolayısı ile biz Türklere karşı duydukları “nefret” olmuştur. 72 millet bir araya gelerek üzerimize saldırmışlardır. Bu saldırılar da hep doğunun zenginliklerinin yağmalanması ve “nefret” ten gıdalanmış, “nefret” ten güç kuvvet almıştır. İnsanları bir araya getirip bizim ordularımıza, milletimize karşı savaşır hale getiren en önemli etken “nefret”tir. Düşmanlarına yani bize karşı nefretleri olmasaydı insanlar canlarını bu kadar belki feda etmezlerdi.
Odgurmuş: Günümüzde de bu şekilde her şeye nefretle bakanlar var mıdır?
Ögdülmüş: Evet vardır. Tarihin her devrinde olduğu gibi günümüzde de bazı siyasal akımlar nefret duygularını körükleyerek hedeflerine varma yolunu seçmektedirler. Bunların başında Marksist-sol ideoloji mensupları gelmektedir. Bu ideolojinin mensuplarının kin ve “nefret”i bu kadar çok kullanmalarının asıl sebebi nefret yoluyla kitleleri ve insanları etkiliyor olmalarıdır. Marksistler kin ve “nefret”i kullanarak ve yayarak hedeflerine varmaya çalışırlar.
Marksistler, her zaman ve sürekli olarak, düzene, nizama, askere, polise, milli olan her şeye karşı bir “nefret” olgusu meydana getirmişlerdir. Bu olguyu ise sürekli devam ettirmek mecburiyetleri vardır.
Gösteri ve eylemleri sırasında, trafik levhalarını, reklam tabelalarını, halk otobüslerini, polis otolarını, sokaktaki çiçek saksılarını, ağaçları, kaldırımları, çevrede bulunan iş yerlerinin cam ve çerçevelerini bu eylemcilere söktüren-kırdıran güç kendi Marksist görüşlerine olan sevgiden çok düzen ve izama karşı duydukları “nefret”tir.
Bu yüzden buna benzer pek çok fikir hareketi kendisine düşman olarak kabul ettiği güce karşı sürekli nefret söylemleri geliştirirler ve bunu sürekli hale getirirler. Bu gibi fikir hareketlerini ayakta tutan en önemli birleştirici unsur geliştirdikleri kin ve nefret kültürüdür.
Sevgi ise “nefret” kadar çok birleştirici olamıyor.
Zaten en iyisi korkuya dayanan sevgidir. İnsan korkarak sevmeli. Sevdiğini kaybetme korkusu insanın içinde olmalı.
Korku ile sevginin birlikteliği, biraz korkunun olduğu sevgi en iyi olandır.
“ …..Bütün heyecanlarımız, bağlılıklarımız, ihtiraslarımız ve ümitlerimiz analiz edildiği vakit içinde nefret bulunduğu görülür. Diğer taraftan, nefreti tahrik etmek suretiyle bir heyecan, bir bağlılık ve bir ümit meydana getirmek mümkündür”. (Eric Hoffer “Kesin İnançlılar”, S:131)
Kenan EROĞLU