Saadettin YILDIZ
Her millet, bugününü kendi iradesi doğrultusunda yaşamak, geleceğini de aynı iradeyle kurmak ister. Eğer bir toplum bu iradeyi kullanma bilincine ulaşmamışsa, hele hele onu başka kuvvetlere devretmeye rıza gösterir haldeyse, “millet” değildir.
Askerî, siyasal, ekonomik ve teknolojik olarak kendi kendine yetecek durumda olan toplumlar, bu alanlarda eksiği bulunanlara göre egemenliğe daha yakındırlar. Ancak, kültürde egemenlik sağlanamamışsa askerî, siyasal, ekonomik alanlardaki başarılar uzun ömürlü olamaz. Kültürde egemen değilseniz, teknolojide üstün olmanız hayaldir. Batı, bize kültürünü kabul ettirdikten sonra üstünlük sağladı. Kültür, yukarıda saydığımız kuvvetler arasında bağlantıyı sağlayan temel değerdir.
Atatürk, 1923’te şunları söylemişti:
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat’î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)
Dikkat edilirse, burada, hürriyet, eşitlik ve adaletin devamlı sağlanması ve korunması, milli egemenliğin ölçüsü olarak ele alınmıştır. Milli egemenlik tehlikeye girerse, hürriyet de, adalet de, eşitlik de dayanaksız kalır.
Meclis, millet adına toplanan, milletin topyekûn elinde bulundurduğu kendi sözünü söyleme ve kendi gözüyle bakma erkini temsil eden kurumdur. Millet bu erkin değerini ve gerekliliğini bilmezse Meclis, sadece çeşitli yerlerden toplanmış insanlar gurubu olmaktan öteye gidemez.
Akif, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!” derken, egemenlik duygusunun Türk milletinin ruhunda mevcut olduğunu çok açık şekilde ifade etmiştir.
Egemenlik, “sürü olmama iradesi”dir. Başka insan toplulukları arasında vakarla ve haysiyetle yer alabilmenin ilk şartı, milli egemenliğini sağlamış ve onu bütün kadrosuyla yaşatmış olmaktır.
***
Türk milleti yirminci yüzyıla büyük acılar içinde ve her gün yeni bir tehlikeyle karşı karşıya kalarak girdi. Yüzyıllarca mücadele ettiği Batı karşısında geriledi, ona yetişemeyeceği endişesiyle bunaldı; bunaldıkça da yeni ümitsizliklere düştü. Ümitsizlik, her toplum için en büyük tehlikedir.
Tarihin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk, milletin en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda yetişti. Onun gibi inanç, azim, cesaret ve bilgi ile donatılmış bir lider gelmeseydi, bu tehlikeler büyür, bunalım, içinden çıkılmaz bir hâle gelirdi. Bunu önlemenin ilk basamağı ülkenin bağımsızlığını, milletin egemenliğini sağlamak için savaşmaktı. İyi yetişmiş bir asker olarak bu ilk basamağı büyük bir başarıyla geçen Mustafa Kemal, bu başarıyı perçinleyecek olan sosyal ve siyasal mücadeleye de girişti. Bunun merkezinde “toplumun şeref ve onuruna yaraşır bir yeni yönetimin kurulması” amacı yer alıyordu.
Herkes kabul eder ki, insan için en büyük değerlerden biri, insanlık onurudur. İnsan belli değerleri olduğu için diğer varlıklardan farklı ve erdemlidir. Her devlet, her şeyden önce vatandaşlarının onuruna sahip çıktığı sürece gerçek anlamda devlet olur. Bunun yolu, insanın yönetilme ve yönlendirilme tarzının sağlıklı olmasından geçer. Mustafa Kemal, “Biz Türkler ruhen demokrat doğmuş bir milletiz.” demiş, bunu da “Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.” sözüyle netleştirmişti. Ona göre “Tek bir egemenlik vardı, o da millî egemenlikti.” Cumhuriyet bu net düşünceyle kurulmuştur. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti bir “yeniden doğuş”tur. Hiçbir yeniden doğuş, durup dururken olmaz. Büyük fedakârlıklara katlanmak gerekir. Nitekim Türk milleti, yıllarca süren bir savaş döneminin bin türlü acısını çekmiş; çoluk çocuk, yaşlı, hasta ayrımı yapılmaksızın ezilmiş, eziyet çekmiştir. Yeniden doğuş, bu acıların arasında filizlenmiştir. Yıkıntıların arasından böyle bir yapıyı ortaya çıkarmak elbette büyük bir başarıdır. Tabii, bu büyük başarının arkasında binlerce şehidin, binlerce gazinin kanı, canı, emeği var.
Eski parlak günlerinden uzak düşmenin moral bozukluğunu yaşayan Türk milleti, bu yeniden doğuş sayesinde kısa zamanda toparlanmış, çağdaş dünyanın önemli bir üyesi olarak tarihteki yerini almıştır. Hedef, her alanda, çağdaş dünyanın bütün imkânlarını kullanarak ilerlemek ve ilerlemiş ülkelerle aynı şartlarda varlığını sürdürmektir.
Atatürk, Cumhuriyeti “varlığımızın ve geleceğimizin temeli olan bir hazine” değerinde görmüş, onu koruyup kollama görevini de gücün, azmin, aydınlığın ve diriliğin ta kendisi olan gençliğe vermişti. Cumhuriyet idaresinin en büyük şansı, her halde, gençliğe emanet edilmiş olmasıdır. Çünkü gençlik, daima yenilenebilen, kendini yenileyen, etrafına da yenilenme isteğini aşılayan bir güç odağıdır.
Gençlik, şartlar ne olursa olsun, önderinin kendisine büyük bir güvenle emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne, bu büyük esere sahip çıkacak; onun her yönüyle geliştirilmesi ve her türlü tehlikeden korunması görevini daima başarıyla yürütecektir. Çünkü Türk gençliği, Cumhuriyeti korumak için ihtiyaç duyduğu gücün kaynağını çok iyi bilmektedir.