Doç.Dr. Erdinç YAZICI[i]
İnsanlık tarihi, iktisadi faaliyetin insan hayatını var kılan en temel faaliyetlerden birisi olduğunu apaçık ortaya koymuştur. İnsan emeğinin, çabasının ve aklının farklı fonksiyonlarında farklı boyutlar kazanmış iktisadi faaliyetin, birbirinden farklı coğrafyalarda ve toplumlarda farklı özellikler taşıdığı görülür. Söz konusu farklılıkları bir boyutuyla farklı kültürel algılar ortaya çıkarırken diğer yandan farklı iktisadi faaliyetler birbirinden farklı kültürel yapılar yaratmıştır.
Herhangi bir toplumda zihniyet dünyası ve kültür; iktisadi gelişmenin hızına ve yönüne etki eden önemli unsurlardır. Bu bağlamda iktisadi kalkınmayı sadece maddî ölçülerle anlamak imkânsızdır. Somut ölçütlerin ötesinde tüketim, tasarruf eğilimi, girişim gibi konularda toplumun kültürünü ve zihniyet dünyasını görmemek, konunun anlaşılmasını imkânsız kılar. Çünkü nihayetinde iktisadi kalkınmayı yaratan, düzen kuran, icat ve keşiflerde bulunan insandır. Onu tanımak için ise içinde yaşadığı toplumu ve mensup bulunduğu kültürü yakından tanımak gerekir.
Diğer taraftan oluşmuş gelenekleri kırıp yenilikler getiren yaratıcı insanlar da bir dereceye kadar toplumun ürünüdür. Bu karakterler, kişilikleri üzerinden o toplumun kültürüne etkiler yapar. Büyük adamların rolü de bundan başka bir şey değildir. Böyle olmasa geleneksel toplumlar ebedî bir durgunluğa mahkûm olurlardı. Bu boyutta ele alındığında toplumda geleneksel algılar yukarıda bir kısmı aktarılan iç ve dış dinamiklerle zorunlu bir değişime uğrar. Söz konusu değişim toplumun kültürel yapısında değişimi tetikleyerek bir yeni yapının ortaya çıkmasına kaynaklık eder. İktisadi gelişme tam da bu değişim sürecinin sonuçlarından birisi olarak yeni boyutlar kazanır.
Kültür/ Gelenek / İktisadi Gelişme
Genel olarak bakıldığında herhangi bir toplumda iktisadi hayatla, aile, din, örf-âdet ve gelenekler içice geçmiş durumdadır. Bu unsurların birbirlerinden ayırt edilmeleri oldukça zordur. Söz konusu yoğun ilişki iktisadi faaliyetlerin yürütülmesine damgasını vurur (Türkdoğan, 1998, s. 193). Bu çok yönlü etkileşimin ilk örneklerine ilk kabile yapılarına kadar uzanarak görmek mümkündür.
Yukarıdaki durumu çok daha gelişmiş Orta Çağ toplumlarında da görmek mümkündür. Bu toplumlarda üretilen mallar üzerinde kültürün çok boyutlu derin izlerini görebilmek mümkündür (Makfarlane, 1993, s. 37-38). Diğer yandan kültürün iktisadi kalkınma üzerindeki olumlu etkileri kadar rasyonel süreçleri duraklatarak statik yapıları kalıcı kılan rollerde oynayabileceği unutulmamalıdır.
Geleneksel toplumlar, karşı karşıya kaldıkları sınırlılıkların yoğun etkisinde daha çok kaderci topluluklar olarak görülebilir. Böyle toplumların iktisadi örgütlenmelerinin üzerinde aile ve klân bağlarının büyük etkisi vardır. Bu durum tabii ki geleneksel toplumların statik olduğu, değişmediği anlamına gelmez. Onlarda da yenilikler, icatlar, buluşlar vardır. Fakat bunlar durağan ve ağır bir seyir içerisinde gelişir. Bazen bir toplumda iktisadi kalkınma için harekete geçme hazırlıkları bile uzun bir zaman alabilir.
Bazı toplumlarda iktisadi tutumların kültürel algılarla ve geleneklerle ileri düzeyde iç içe geçmiş yapılarla da karşılaşabilmek mümkündür. Birçok toplumda örf – âdet ve geleneklere bağlı israf ve gösterişe dayalı harcamalar öne çıkarken gelirin bir kısmının tasarruf olarak ayrılması zorlaşır. Küçük çapta tasarruflar olsa da bunlar verimsiz hâlde tutulur. Gerçi o toplumlarda da atılgan, yaratıcı, kaderini çeşitli maceralarda deneme gayretinde olan insanlar vardır. Bu bağlamda bakıldığında kapitalizm öncesi zamanlarda kazanma ve zenginleşme isteğinin dalgalı bir algı içinde geliştiği görülmüştür. Endüstri çağının başında birçok meslek sahibinin zihniyet ve algısı, kalkınmayı teşvik etmekten çok engelleyici mahiyetteydi (Eröz, 1982, s. 367). Ancak Batı’da modern endüstri kapitalizmi bu dağınık ve savruk süreçten yeni bir iktisadi kalkınma algısı yaratmıştır.
Esas olarak bakıldığında zihniyet – hayatı anlamlandırma biçimi ya da dünya görüşü ne derseniz deyin- bahsedilen algı haritası hemen her dönemde üretimin temelini oluşturan becerilere, mesleklerin seçimine olduğu kadar icra tarzına da tesir etmektedir. Öyle ki büyük çapta niteliksiz işgücünün mevcut olduğu ülkelerde bazı işleri yapmaya eğitimli insanların ellerini kirletmemek gerekçesiyle yanaşmamaları, çoğu iş kolunda yeterli düzeyde verimin alınamaması sonucunu doğurmuştur. Temiz ellerin ve masa başının, köylerin değil de şehirlerin, malî ve tecrübî meslekler yerine nazarî mesleklerin tercih edilmesi (aynı değer sisteminin ayrı istikametleri), köylere eğitim ve sağlık teşkilâtlarını getirmek, ziraat alanında yeni metotlar denemek ve şehirlerin dışında endüstri merkezleri kurmak bakımından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Maden mühendisi yer altına inmenin, demiryolu idarecisi istasyonları teftiş etmenin, fabrikatör de sık sık fabrikaya gitmenin kendi seviyesiyle münasip olmayacağını sanmaktaydı (Eröz 1982, s. 369). Burada algının, rasyonel tutumları sınırlayarak iktisadi faaliyete nasıl bir etki yapabileceği açıkça anlaşılmaktadır.
Birçok özel örnekten anlaşılmaktadır ki gelenek ve kültürel değerler, sosyal normlar; iktisadi kalkınmayı tayin edici derecede rol oynayan birer değişkendirler. Hindu toplumunda, din, sosyal yapı ve kültürün muhafazasını temin ederken iktisadi bakımdan teşvikten uzak bir fonksiyon ifa etmektedir. Nitekim bu bağlamda bakıldığında Max Weber de Protestanlığın iktisadi gelişmeyi mümkün kılışından bahsediyordu. Yine İslam algısı, zihniyet ve iktisadi kalkınma konusunda Ülgener’in çalışmaları İslam toplumları bakımından da bunun böyle olduğunu göstermektedir.
Devlet, Savaş ve iktisadi Kalkınma
Tarih boyu devlet üzerine yapılan tüm tartışmalar, bütün sorunlarına rağmen ürettiği konforlar bakımından onun vazgeçilemeyecek bir aygıt olduğunu apaçık ortaya koyar. Tarihsel tecrübe içinde görülmektedir ki toplumun ihtiyaç duyduğu düzen, devlete rağmen sağlanabilen bir düzen değildir. Toplumla bütünleşmiş demokratik bir devlet, toplumsal huzur ve mutluluğu teminat altına aldığı gibi, iktisadi kalkınmayı kolaylaştıracak iklimi de oluşturabilir. Aksi ise tarihsel tecrübe göstermiştir ki tam bir kaostur.
Kalkınma öncelikle etkin bir liderliğe ihtiyaç duyar ve bu noktada siyasal iktidarların oynadıkları rol hayati derecede önemlidir. Siyasal süreçler bir bakıma, öncelikle kalkınma yaratacak iktidarların arandığı ve çağırıldığı bir kalkınma önderliği arayışını içinde taşıyan süreçlerdir. Kalkınma önderliğini bulduğunda artık süreç kaçınılmaz ve geri dönülmez bir gidişe dönüşür (Schumpeter 2007, s. 282283). Tabii bu durumun tersi durumlarda; darbeler, rejim bunalımları ve siyasi kaoslar da ise iktisadi gelişme perspektifinin tamamen kaybedildiği ve iktisadi bir yıkım sürecinin çalıştığını da burada belirtmek gerekir.
Yine normal siyasi süreçlerde de iktidarların kalkınma konusundaki tavırlarını yabana atmamak gerekir. Dinamik, gelecek perspektifi olan hükümetler iktisadi kalkınma ile bütünleşirler. Güçsüz, beceriksiz, kararsız ve iktidarsız hükümetler aslında kendilerini bir belirsizliğe terk ederler. Darbeler, ayaklanmalar ve şiddet ürkek olan sermayeyi köşesine iter, yatırımları durdurur, iktisadi hayatı felce uğratır (Güngör, 1986, s. 93- 98). Yarını belirsiz bir kargaşa süreci yaşayan ülkelerde iktisadi gelişme durur. Bu bağlamda siyasî grevlerin tesiri de çok yıkıcı hale gelir. Bu türlü grevler, içtimaî yapıyı sarsıcı, iktisadi kalkınma hareketlerini baltalayıcı etkiler yaratır.
İktisadi kalkınma sürecini etkileyen önemli olgulardan birisi de savaştır. Savaşların toplumların maneviyatında açtığı yaraların yanı sıra ekonomilerinde de büyük çöküntüler yarattığı görülmektedir. Çok istisnai durumlarda, ülkelerin yeni zengin kaynaklara sahip müstemlekeler kazandıkları durumlar hariç, savaş zorunlu olarak iktisadi gelişme seyrini olumsuz yönde etkiler. Savaş sonrası şartlarda yeniden toparlanma süreçlerinin uzun yıllar aldığı görülmektedir. Türkiye bu duruma belki de iyi örnek teşkil edebilecek ülkelerden birisidir.
Bir Kalkınma Unsuru Olarak Eğitim
Hangi bağlamda ele alınırsa alınsın, kalkınma ile eğitim arasındaki sağlam ilişkiyi görmemek imkânsızdır. Dünden bugüne kalkınma için eğitimi bir ön koşul olarak gören algı, aynı zamanda kalkınmayı gelişme ve bağımsızlık ile bir arada düşüne gelmiştir. Gelişme, köylerden şehre göçten baraj yapımına kadar iktisadi olan ve olmayan pek çok süreci içinde taşır. Gelişme aynı zamanda toplumsal yapıda pek çok değişmeleri beraberinde getirir. Bu bağlamda söz konusu süreçler eğitimi bir araç olarak mutlaka ortaya çıkarır.
Bugün eğitim çok taraflı girdileri ve çıktıları ile tartışılan bir konudur. Eğitim yatırımları ile kalkınma ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkiler, sosyolojiden iktisada muhtelif disiplinlerde yoğun olarak tartışılmaktadır. Günümüzün iktisadi ve sosyal plancılığında, eğitim yatırımları iki şekilde düşünülmektedir. Doğrudan doğruya iktisadi büyümeye hizmet eden eğitim yatırımları iktisadi yatırım olarak kabul edilirken toplumsal gelişme için yapılan diğer harcamalar sosyal yatırım sayılmaktadır (Eröz, 1982, s. 376).
Tarihin gördüğü en gelişmiş ve örgütlü toplum olarak modern toplum aslında bir meslekler toplumudur. Sanayi toplumundaki hızlı iktisadi büyüme ve ilerlemenin en önemli dinamiklerinden birisini meslekleşme ve uzmanlaşma oluşturur (Friedman, 1988, s. 146- 147). Söz konusu meslekleşme ve uzmanlaşma ise baştan sona eğitimin eseridir. Günümüz toplumlarında eğitim her ne kadar iktisadi gelişme için ön koşullardan birisi olarak görülse de asıl derin ve büyük etkisini siyasî, kültürel ve sosyal gelişmeler de gösterir. Herhangi bir toplumda maddî refah seviyesi yükseltilmeye çalışılırken millî birliği sağlayıp müstakil siyasî varlık hâline gelmek için birtakım kültürel ve sosyal merhalelerin de aşılması gerekir. Burada vazgeçilemeyecek rol yine eğitime düşmektedir.
Bir başka bağlamdan ele alındığında toplumun iktisadi gücünü yaratan insandır. İktisadî gelişme, insan gayretinin eseridir. Sermayeyi seferber etmek, doğal kaynakları etkin kullanmak, pazarlar kurup ticaret yapmak insanların işidir. Ekonomileri geliştiren, gelişmeyi temin eden insandır. Herhangi bir toplumda iktisadi gelişmenin önderliğini hangi sınıf ya da zümre yaparsa yapsın sonuçta bunların gelişme yolunda alacakları neticeler sadece kendi kabiliyeti değil aynı zamanda genel olarak toplumun eğitim düzeyiyle paralellik teşkil eder.
Diğer yandan eğitim yatırımları verimli sahalara yapılan fizik sermaye yatırımları ile bir arada yürümedikçe istikrarlı bir iktisadi gelişme beklemek hayalcilik olur. O yüzden, beşerî kaynaklarını geliştirememiş ülkeler, tabiî kaynaklarını işletmek ve geliştirmek için yabancı ülkelerden hem maddî, hem de vasıflı insan ithal etmek zorunda kalırlar. Bu noktada ifade edilmelidir ki insan kaynaklarının seferber edilip yetiştirilmesi bir ülkede her şeyden önce bir büyüme sorunudur.
Sonuç
İktisadi gelişme ile kültür arasındaki ilişki uzun bir akademik tartışma geçmişine dayanan önemli bir konuyu ifade etmektedir. Batı’da Max Weber yaptığı çalışmalarla bu konunun belki de en önemli ismidir. Yaptığı çalışmalarda iktisadi büyüme ile Protestan ahlak arasında sağlam bir bağ olduğunu ortaya koymuştur (Weber, 1993, s. 257-277). Weber üzerinden gidildiğinde zihniyet/ din/ iktisadi davranış arasındaki ilişkileri ortaya çıkaran hatırı sayılır bir literatüre ulaşmak mümkündür. Aslında modern düşüncenin önemli bir ayağını oluşturan bu miras, pek çok batılı düşünce adamının sanayi devrimini açıklamasında temel çerçeveyi oluşturmuştur.
Doğu, bu bağlamda daha sınırlı bir birikime sahip gibi görünse de özellikle Türkiye’de Sabri Ülgener’in yaptığı çalışmaların bu konuda önemli bir kilometre taşı olduğu muhakkaktır. Ülgener’in özellikle, Weber ve Sombart’ın çalışmalarının ışığında doğuda din/ zihniyet/ iktisadi davranış arasında ciddi bir bağ olduğunu ortaya koyduğu çalışmaları çok değerli analizler içermektedir. Ülgener’e göre Orta Çağ iktisat zihniyetine tasavvuf anlayışının yaptığı negatif katkı Müslüman toplumlarda iktisadi gerileyişin temelini oluşturmaktadır (Ülgener, 1981, s. 21- 37).
Kültür hem iktisadi faaliyeti ve davranışı yaratan hem de sınırlayan bir yapı olarak anlaşılabilir. Bir yandan yeryüzünde iktisat adına ortaya çıkan ne varsa bir kültürel biçimlenme üzerinden ortaya çıkmıştır. Bu boyutu ile ele alındığında her iktisadi faaliyetin, farklı kültürlerde paralel boyutları olduğu kadar farklı boyutları olduğu da görülmektedir. Bu bağlamda iktisadi faaliyetin niteliği ve rengi kültürden kültüre birbirinden farklı özellikler gösterir.
Yukarıdaki çerçeve içerisinden bakıldığında iktisadi gelişmenin önünü açan ya da tıkayan şey bir toplumda var olan zihniyet haritasıdır. Bu harita ise baştan sona kültürün üreticisi bir algı alanı olduğu kadar, kültürü etkileyen ve belirleyen de bir dinamiktir. Kültürü oluşturan pek çok öge aynı zamanda iktisadi faaliyetin hangi formlarda oluşacağını da büyük çapta belirler. Bu ögelerin iktisadi kalkınmanın önünü açtığı yapılarda iktisadi büyüme hızlanırken frenlediği yapılarda iktisadi büyüme sınırlanır. İnsanlığın yaşadığı tarihsel tecrübe bunun örnekleri ile doludur.
Kaynaklar
Güngör, E. (1986). Dünden bugünden tarih-kültür-milliyetçilik. İstanbul: Ötüken Yayınevi.
Eröz, M. (1982). İktisat sosyolojisi. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Friedman, M. (1988). Kapitalizm ve özgürlük. (D. Erberk ve N. Himmetoğlu, Çev.). İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Makfarlane, A. (1983). Kapitalizm kültürü. (R. H. Kır, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Schumpeter, A. J. (2007). Kapitalizm, sosyalizm ve demokrasi. (H. İlhan Çev.) Ankara: Alter Yayınları.
Türkdoğan, O. (1988). Değişme, kültür ve sosyal değişme. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını..
Ülgener, F. S. (1981). İktisadi çözülmenin ahlak ve zihniyet dünyası. İstanbul: Der Yayınları.
Weber, M. (1993). Sosyoloji yazıları. (T. Parla, Çev.) . İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları.
————————————————————————————————–
Kaynak:
Erdinç YAZICI (Yrd. Doç. Dr.), İktisadi Gelişmenin Kültürel Dinamikleri, “Sosyal-Kültürel-Siyasal-Ekonomik-Dinsel Açıdan Türkiye’de Değişim Sempozyumu (Prof. Dr. Erol Güngör’ün Anısına), (Ed.: Çağatay ÖZDEMİR vd.), Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 6 – 9 ARALIK 2010, Sf. 305-310
[i] Gazi Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü