İnanç ve siyaset sarmalı

Tam boy görmek için tıklayın.

Kurnaz siyasetçi ve yöneticiler, akılcı düşünce ve bilimsel zihniyetin toplumsal bir referans olmadığı gelenekçi toplumlarda, çoğunlukla siyasal amaçlarına inanç değerlerini kullanarak ulaşma yönüne sapmışlardır.

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Doğadaki insan dışı varlıklar için hayatta kalma güdüsü, belirli sınırlar içinde doğal bir süreç olarak işliyor. İnsanlarda ise çeşitli akıl oyunlarıyla karışık örgütlü bir iktidar mücadelesi olarak yürütülüyor.

Egemen kişi ve topluluklar, kendi amaçları doğrultusunda daha fazla güç devşirmek uğruna her türlü insan ilişkilerini ve toplumsal olguları birer malzeme olarak kullanıyor. Mevcut güçlerini artırmak ve başkaları üzerinde etkili olma arzusuyla çok sayıda yol ve yöntem geliştiriyor. Ayrıca, birçok toplumsal kuruma nüfuz ederek o kurumların amaçları dışında kullanılmasına ortam hazırlıyor.

Başka insanların davranışının belirlenmesi, değiştirilmesi ve yönlendirilmesi konusunda en sık kullanılan toplumsal olgulardan birisi de değer yargılarıdır.

Toplumsal bir olgu olarak inançlar

İnsanlar, akıl sahibi varlıklar olması nedeniyle belirsizliklere karşı zihinlerini rahatlatacak uygun cevaplar aramıştır. İnsanlık, ilk başlangıçtan günümüze kadar, belirsizlikleri giderme amacıyla çeşitli bilgi kaynakları üretmiştir. Bunlar, yeryüzü kültürlerinin ürettiği mitoloji, astroloji, akıl yürütme ve deneylere bağlı bilgiler ile çeşitli değer yargıları gibi çok sayıda davranış belirleyici etkenlerdir.

Doğruluğu ve gerekliliği, herhangi bir somut kanıta ihtiyaç duyulmadan peşinen kabul edilen bilgi kaynaklarına genel olarak değer yargıları deniliyor. İnsanlar, bu değerleri kısmen akıl ve vahiy, kısmen de his ve ilham yoluyla kabul ederler. Bu anlamda, sorgulama ihtiyacı duymadan kabul edilen her türlü ilke, öğreti ve görüş, insanların inançlarını meydana getirir.

İnancın siyasal aygıta dönüşmesi

Yeryüzünde en kadim güç devşirme yollarından birisi de kutsallığın ve dinsel inançların kullanılmasıdır. İnsanlar, çoğunlukla inançlarla ilgili değer yargılarını sorgulamadan kabullenir ve itaat ederler. Her siyaset ve yönetim tarzının -laiklik ilkesi dışında- bir şekilde kutsal değerlere ve inançlara ya da inanç hâline getirilmiş ideolojilere yaslandıkları görülüyor.

İnanç ve kutsal değerler, insan toplulukları için hiç düşünülmeden bağlılık duyulan güçlü bir motivasyon kaynağıdır. Tarihsel süreç içinde yönetici sınıflar, inanç ve dinlerin kitleler üzerinde kuşatıcı ve belirleyici bir gücünün olması nedeniyle din adamları aracılığıyla inanç sistemlerinin sinerjik gücünden yararlanma yönüne gitmişlerdir.

Kurnaz siyasetçi ve yöneticiler, akılcı düşünce ve bilimsel zihniyetin toplumsal bir referans olmadığı gelenekçi toplumlarda, çoğunlukla siyasal amaçlarına inanç değerlerini kullanarak ulaşma yönüne sapmışlardır. Kurumsallaşmış laik bir yönetim sistemi olmayınca, dincilik yoluyla iktidarı ele geçirme ve bu yoldan iktidarlarını sürdürme kurnazlığına kapılmışlardır.

Demokrasi ve kurnazlık siyaseti

Demokrasilerde toplumsal kaynakların başına geçmek için seçim yoluyla geniş bir kitlenin desteğini almak gerekiyor. İktidarı ele geçirmek isteyen kurnaz siyasetçiler, kitle üzerinde etkili olma çabasıyla -özellikle gelenekçi toplumlarda- akıl ve bilim doğrultusunda serbest tartışma yerine, çoğunlukla inanç dilini kullanıyor. İnanç dilini kullanmak suretiyle hem hedef kitlesini daha kolay ikna ediyor ve kendine bağlıyor, hem de rakiplerini kolayca alt ediyor.

Siyasetin kurnaz yapıları, toplumsal sorunlara akılcı ve bilimsel çözümler üretme konusunda yetersiz kaldıkça insanların değer yargıları üzerinden inanç sömürüsü yapma yönüne sapıyor. Toplum üzerindeki çok kapsamlı ve etkili propaganda sayesinde rakiplerini sürekli olarak dinsel değerler üzerinden aşağılamayı bir alışkanlık hâline getiriyor.

Siyasetin kutsanması ve statü açlığı

Her siyasal görüş, belirli bir düşünce temeline dayanır. Sonradan, içinden çıktığı düşünce akımının bilimsel veri akışından uzaklaşırsa giderek ideolojik bir kalıba dönüşür. İdeolojinin, temel özelliği ise eleştiriye kapalı olması ve herhangi bir mantıki kanıta gerek olmaksızın inanma eylemidir. Bu tanım, ayrıca çoğu inanç sistemi için de geçerlidir. Bir anlamda, serbest tartışma ve eleştirilme imkânı verilmeyen her anlayış, kendi içinde bir tür dokunulmazlık kazanarak kutsanmış oluyor.

Eleştiriye tamamen kapalı olma ve aşırı bir propagandayla siyasal görüş ve düşünceler bir süre sonra siyasal inanca dönüşüyor. İnancını asıl kaynağından öğrenmeden ya da akıl ve bilim perspektifinden geçirmeden inananlar, siyasal amaçları da bir tür inanç değeri gibi algılamaya başlıyor. Nasıl ki, inanılan inancın ilke ve kurallarını herhangi bir sorgulama konusu yapmadan kabulleniyorsa; inandığı siyasetin de her türlü eylemine aynı heyecanla bağlı kalmaya çalışıyor.

İnandığı siyasal anlayışa şartsız ve kayıtsız olarak bağlanan insanlar, her türlü olumsuzluğa karşı derin bir sessizliğe gömülüyor. Toplumsal statüsünü, belirli bir siyasal anlayış üzerinden sağladıktan sonra bu yolda yanlışa düşmüş olabileceğine hiç aldırış etmiyor. Belirli bir siyasal partiyi bir defa savunmuş olarak tanındıktan sonra, bu kimlikten vazgeçmek oldukça zorlaşıyor. Uygulamada bu anlayışın yanlışlığı ortaya çıksa bile, sırf bu siyasal kimlik ile özdeşleşmiş olmaktan dolayı vazgeçmek adeta inancından vazgeçmek gibi kişi nefsine ağır geliyor. Bu bağlamda, çoğunlukla sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda alt sınıflara mensup olup siyaseti inanca dönüştürmüş olan kişiler, yaşadıkları zorlukların itirafı bir yana, sıkıntısını söyleyenlere karşı da şiddetli bir öfke ve düşmanlık hissi duyuyor.

İnanç başka siyaset başka

Gerçekte inanç sistemleri, insanların her şeye hâkim üstün bir gücün varlığına sığınma ve bilinmezlikleri anlamlandırma arayışına karşılık olarak ortaya çıkmıştır. Göksel kaynaklı ya da yeryüzü kültürlerine ait dinlerin ortak paydası, sevgi ve iyiliktir. Başta doğa olmak üzere, bir nefsi müdafaa olmadığı takdirde hiçbir canlıya zarar vermemektir. Aslında, ister inanılan din olsun, isterse taraftarı olunan siyaset olsun, inanma ve bağlılık tarzının hiç kimseye haksızlık yapmaya vesile olmaması gerekir.

Belirli bir dine mensubiyet, o dinin asli kaynağından ya da akıl ve bilim filtresinden geçirilerek öğrenilmediği zaman başkalarına zarar verebiliyor. Aynı şekilde, arkasına düşülen siyaset de zaman içinde bazı insanlar için kayıtsız şartsız bir inanca dönüşüyor. O zaman da başka insanlara birtakım haksızlık ve kötülük yapılmasına göz yumuluyor.

Sonuç Yerine

Dinin siyasallaşması, inancın insandaki inanma ihtiyacına doğrudan cevap veren vicdani bir toplumsal kurum olma niteliğini ortadan kaldırıyor. Siyasallaşan dinî anlayış, insanlara huzur ve güven vermesi gerekirken siyasal bir aygıta dönüşüyor. Siyasal amaçlara ulaşmak uğruna neredeyse her şey mübah görülüyor.

Öte yandan, özünde insanlara daha düzgün hayatlar yaşatması beklenen siyaset kurumu, kendi ekseninden saparak kutsallık bağlamına taşınıyor. O zaman siyasal eleştiri ve itiraz, çok büyük bir kızgınlık ve öfke doğuruyor.

Dinî anlayış ve siyasetin karşılıklı olarak birbirine dönüşmesi, toplumsal varlığın devamı bakımından çok önemli iki kurumu işlevsiz hâle getiriyor. Acilen, akıl ve bilim ölçeğinde bütün toplumsal kurumların asli kaynaklarına dönüşü konusunda toplumun ortak bir bilinç ve irade geliştirmesi gerekiyor.

———————————————

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/inanc-ve-siyaset-sarmali/

Yazar
Feyzullah EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen