Hür yaşamanın timsalidir topakev.
Geniş Orta Asya bozkırlarının ve göçebe hayatının kullanışlı evidir otağ.
Türkler evlerini taşıyan millet olduğu için göçer evli de denilmiştir.
Bugün oda olarak kullanıyoruz otağı.
Topakev, şeklini gökyüzünden alır.
Ve o’nun altı Oğuz Han’ın dileği gereğince insanlığın evidir.
Topakevin malzemesi; keçe, ağaç ve iptir.
Kurması ve sökmesi kolaydır.
Bu çadırın altında yaşayanlar, ahlaklı olmayı erdem sayarlardı.
7. asırda Çin’de yaşayan Göktürk şehzadesi muhteşem sarayda kalmak yerine, sarayın bahçesine kurdurduğu çadırda oturmuştur.
Osmanlı’da otağ-ı hümayun işlerine hayme mehterleri bakardı.
İnsanlığın Efendisi, Hendek Savaşında Kubbetu’t Türkî denilen Türk çadırını Karargah olarak kullanmıştır.
İstanbul7un fethedileceğini bu çadırın gölgesinde müjdelemiştir.
Efendimizin itikâfa girdiği çadır, yine Kubbetu’t Türkî’dir.
Ashabıyla istişareyi; savaş kararlarını, barış görüşmelerini bu çadırda yapmıştır efendimiz.
Çadırın kapısı sağdan açılır. Sağ; berekettir, selamettir.
Kilit vurulmaz çadırın kapısına, zira en güvenli yerdir oba. Hiç kimsenin bir başkasının topakevinde gözü yoktur.
Topakevin kapısından eğilerek içine girilir; girenin nezaketini gösterir, içerdekilere duyulan saygıyı da.
Topakev yazın serin, kışın sıcak olur.
İçerde oturuş şekli yaşa göredir, çocuklar kapıya yakın oturur.
Tek direklidir topakev, tek olanların birliğini anlatır. Tek olanlar burada bir’leşir.
Çadırın kubbesi; gökyüzü,
Kazıkları, yıldılardır.
Hz. Nuh’un oğlu Yasef, Yasef’in oğlu Türk, Işık Göl’ün civarına yerleşip ilk çadırı kurandır.
Türk; çadırın içinde doğar, atın üstünde ölür.
Mimaride duvar binalardan hoşlanmayan atalarımız, muhteşem eserlerini ufukları kapatmayan, dağ silsilesi gibi birbiri üstünde yükselen çadır kubbesinden esinlenerek meydana getirmişlerdir. Kubbe ile minare arasından görünen gökyüzü sema ufkuna bakmaya imkan vermiştir.
Oba; suyu bol,
Hafif eğimli,
Doğal afetlere karşı önlemleri alınmış çimenlik yerlere kondurulur.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde; “Türk otağına hayran kalan Avusturya İmparatoru, konuklarına ziyafet vermek amacıyla sarayının bahçesine bir otağ kurulmasını emreder. Otağ kurmasını bilmedikleri için orta direği rüzgâra kaptıran görevlilerden yedisi ölmüş, pek çoğu yaralanmıştır. Bunun üzerine gönderilen Türkler, otağı kurmuşlardır.” şeklinde bir tanıklıkla Türk çadırı övülür.
Bugün şölenlerde, şenliklerde
İçine girip fotoğraf çektirdiğimiz, çadırlara hayran hayran bakışımız,
Yer sofrasında oturup gözleme yiyerek, ayran içişimiz genetik kodların
depreşmesi midir acaba?