İran Olayları: Esfel-i Safilin-II

Esat ARSLAN

Sevgili Okurlar, İran olaylarını özetleyen geçen haftaki yazımızın başlığını “Esfel-i Safilin” koymuştuk, çok şükür ki, bu sözcüğe kimse takılıp kalmadı. İran’da kapalı kapılar arkasında örgütlendirilen ve de Meteoroloji Genel Müdürlüğünün önündeki fırıldaklar gibi komplo kuramlarına yönelik oldukça iyimser yorumlarınız bu konuya tekrar eğilmemizin gerekli olduğu olgusunu ben de bir kez daha güçlendirdi. Çünkü içerideki fırıldaklar, kapının önündeki fırıldaklardan her zaman güçlüdür. Nasıl söyleyeyim, bende bırakmış olduğu izlenim, bu konunun perde arkası ya da aynanın arkasında neler olduğunun daha bir sorgulanması oldu. Neyi kastediyorum? Yani? Yanisi şu: Belirsizlikleri aydınlatmak, gri, bulanık alanları ortadan kaldırmak, yanlış algıları düzeltmek amacıyla yönlendirici bir varsayım ortaya koyabilmek. Ve de “Komplo Kuramı” dışında bir şeyler üretebilme arayışı olduğunu hemen ifade etmek istiyorum. Evet, bu haftaki yazımızda da bu konuyu bir kez daha tezekkür ederek, biraz daha tarihi arka planını açarak huzurlarınıza yeniden getirmek istiyorum. Kuşkusuz bu arada gelinen noktayı göstermesi açısından doğumunun 113. Yıldönümünde Büyük Düşünür Necip Fazıl Kısakürek’in “Esfel-i Safilin” adlı ölümsüz beytini birlikte anımsayalım isterseniz:

“Bir bak, zaman ve mekân, nasıl kuşatılmışız;
Belli ki, en tepeden en dibe atılmışız…”

Horlanmışlığın, hakir görülmüşlüğün, itilmiş, kakılmışlığın geldiği en son nokta ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Malum, geçen haftada da kıyısından, köşesinden bir şeyler ifade etmeye çaba göstermiştik, “Esfel-i Safilin” hakkında. Geçmişten günümüze, kelime dağarcığımıza bir dini terimle giriş yapmıştı. Kur’an-ı Kerim Azim-i Şan’da “Tin” Suresi’nde beşinci ayet-i kerimesinde geçen bu ifade kısaca, insanoğlunun ne kadar düşebileceğinin, düşürülebileceğinin bir tarifini vurgulamaktadır. Yaşamın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma olanağından yararlanmak yerine geriye, cehennemin ta dibine, en alt katına kadar inmek demektir. İnsani mertebelerin belki de en zelil olanı, en aşağılanmışlığıdır. Üç özelliği ile ifade edilebilir: Birincisi sefillerin en sefili, El Esfel; ikincisi cahillerin en cahili, El Echel ve üçüncüsü de avanakların en avanağı, aptalların en aptalı, El Ebleh. Buradaki sefil sözcüğü evet sefalet içerisinde olan demektir, ama bir farkla. Beceriksizliği ile yani, iki kazı bir yerden bir yere götüremeyen kişi olarak kendini gösterir.

Beyaz Saray’da birinci yılını ikmal eden Trump liderliğindeki ABD yönetimi ve kurulu müesses nizamın gözünden AB(D)-İsrail dışındaki dünyanın algılanışı simgelenmektedir. Bütün bunları geçen hafta, İran’ın kuzeydoğusunda Meşhed’de başlayıp, Kirmanşah, Reşt, İsfahan ve Kum’a yayılan toplumsal olayları “Efradına Cami, Ağyarına Mani” deyip çerçeveledikten sonra belirginleştirmeye çalışarak irdelemiştik, sevgili okurlar.

Geçen haftaki yazımızdaki iddiamız şu idi: İran’da ortaya konulmaya çalışılan şimdiki oyun, İran Yönetimi’nin İran’daki Türklerin karşı koyma refleksini ölçümleyerek kendi açıklarını kapatması, daha açık bir deyişle durum saptaması operasyonudur. Hadi isterseniz olayı biraz daha geniş tutalım, yaşanan toplumsal gösteriler üzerinden, İran’ın milli güç dinamikleri ve toplumsal karşı koyma refleksi test edilmekte olduğu iddiasında bulunmuştuk. Acem bürokrasisinin sadece “B” planı değil, ihtimalat planlarını devreye alışının güzel bir göstergesiydi. Tüm bu olasılıklar daha önce denenmiş midir? Hem de defalarca, hiç kuşkunuz olmasın. Anımsamakta yarar var. İran’da “Ulusal Dillere Yasak ve Fars Şovenizmi” Büyük Britanya İstihbarat Servisi (British Intelligence Service BIS)’nin ortaya koyarak İran’a devrettiği bir devlet politikasıdır.

Fars Şovenizmi ve Ulusal Dillere Yasak

1906 yılında meşrutiyet hareketinin İngiltere’nin kontrolüne geçmesi ile birlikte, mandater zihniyetin bir açılımı olarak, İran’da Fars şovenizmi dönemi başlamış ve ilk defa olarak ülke sorunlarına dil sorunu da eklenmiştir. İran’da Arap egemenliğinden sonra başlayan bin yılı aşkın Türk devletleri yönetimi (Gazneli, Selçuklu, Timurlu, Kara ve Ak Koyunlu Devletleri) ile Türk hanedanları (Safeviler, Nadir Şah ve oğulları ile Kacarlar) kendilerinin bir Farslı gibi davranmaları yanında federalizmi ülke yönetiminde önemli bir araç olarak kullanmışlardır. Binlerce yıldır devam eden “çok ulusluluk” ve “çok dillilik” ilkesi İngilizlerin ağırlığıyla hazırlanan 1906 Anayasası ile ortadan kaldırılmıştır. İran’ın tek resmî dili olarak Farsça ilân edilmiştir. Bu, Fars şovenizminin iki önemli ayağının işleve geçirilmesinden başka bir şey de değildir. 1921 yılına gelindiğinde ise diğer uluslar üzerine acımasız bir biçimde Fars şovenizmini uygulamak isteyen İngiltere tarafından, kendi güdümünde yaptırdığı bir darbe ile Rıza Han iktidara getirilmiş, 1925 yılında Türk Kacar hanedanına son verilerek, Fars Pehlevi diktatörlüğü kurulmuştur. 1979 yılına kadar devam edecek olan 54 yıllık Fars Pehlevi rejiminin önemli ayırıcı özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür.

Bu, genelde topluma dayatılan Şahlık rejiminin bir ideolojisi olarak da göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi güçlü bir Fars şovenizmi, ikincisi Şah’ın bizzat kendisine itaat, üçüncüsü İslâm öncesi İran tarihinin yüceltilmesi ve dördüncü olarak da yurttaşların politikadan uzaklaştırılmak suretiyle depolitize edilmesidir. Siyasetin ve özellikle çok partili siyasetin, topluma bir dinamizm getireceği noktasından hareketle bu bakış açısı; “Bol İdare, Yok Siyaset” biçiminde özetlenebilir. Muhammed Şah Rıza Pehlevi ancak 1975’te İran nüfusunun tamamını kapsayacak bir biçimde herkesin ona katılmasını teşvik ettiği Rastakhiz (Diriliş) partisini kurmuştur. Bu oluşum, hemen yanı başındaki Irak’taki Baas (Yeniden Diriliş) tek parti yönetiminin İran versiyonundan başka bir şey değildi. Muhammed Rıza Şah, Şahlık rejimi ölümüne giderken diriltmek, bu dirilme işlevi sırasında halkını yanına çekmek istemişti. Burada dikkate çeker bir başka konu da II. Siyonist Kongresi hazırlıklarından öncesinde, âdeta bir Ömür Devrî Sistemi (Life Cycle System) konsepti içerisinde, bölgedeki dinamiklerin ayrıştırılmasından başka bir şey olmadığıydı. Fars Pehlevi diktatörlüğünün işbaşına gelmesiyle İslâm öncesi Pers tarihine çok büyük önem verilmiş ve bu bağlamdaki yaklaşım, Pers olmayan halkları bir an önce Perslileştirmekten öteye gitmeyen bir tutumu benimsemek olmuştur. Bu tutum bugün için de geçerlidir. Nasıl bir şeydir, diye sorarsanız? Aynen İspanya’da İç Savaştan sonra kalıcı hale gelen kralcılığı simgeleyen “Real” sözcüğünü çağrıştırmaktadır. Cumhuriyetçilerle Kralcılar arasındaki bu kesin ayrışma futbol sahasına da yansımış, “Real Madrit, Real Sociadat” örneklemesinde olduğu gibi futbol takımlarının hangi tarafı tuttukları daha bir belirgin hale gelmiştir. Ülkemizde tarihi Fenerbahçe ve Galatasaray takımları rekabetine benzer tarzda, İran’da da Şah sonrası yapılandırılan koyu Şahçı ve Fars şovenisti “Persepolis” ile “İstiklâl” takımlarının durumu da bundan ibarettir. Bugün bile bu politikanın izdüşümlerini ülkenin her tarafında ve özellikle de Tahran’da görmek mümkündür. Topluma açık tüm alanlarda Pers tarihine ilişkin kabartmalar ve süslemelerin görülmesi, bu açılımdan kaynaklanmaktadır.

Fars Pehlevi rejimi (1925-1979), Fars şovenizmini oldukça ileri boyutlara taşıyarak, Fars olmayan dillerin sistematik yöntemlerle yok edilmesi için etnik grupların yerleşim alanları değiştirilmiş, bununla da yetinilmeyerek Fars dilinin kullanılmasını bütün ülkede zorunlu hâle getirilmiştir. Bu arada ulusal dilleri ve bu dillerde herhangi bir yazılı eserin basılmasını da yasak getirilmiştir.[1] Rıza Han’ın Türkiye gezisi sırasında önemli kültürel izlenimlerinden biri de iki ülke kardeşliği ve gezi anısına Atatürk’ün buyruklarıyla çok kısa zamanda meydana getirilen ilk Türkçe Özsoy (Feridun) adlı operayı seyretmesi olmuştu. Mustafa Kemal Atatürk’ün İran ve Türk halklarının kardeşliği üzerine göstermiş olduğu bu olumlu yaklaşımın, İran’da aynı biçimde yansıması mümkün değildi. Bu yaklaşım aynı düzeyde yansımadığı gibi, İran’daki halkların arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesine de neden olmuştur. Rıza Han Türkiye gezisinden İran’a döndükten sonra, Azerbaycan’da var olan bütün Türk okulları ve Türkçe oyunlar sahneleyen ve en eski Türk tiyatrosu olan Azerbaycan Türk tiyatrosunu kapatmıştır. 1944’te bütün oyunların, toplantıların, demeçlerin Farsça dışında herhangi bir dilde gerçekleşmesi yasaklandığı gibi, 1946 yılında Kürt Mahamat Cumhuriyeti’ne son verdikten sonra Azerbaycan’a giren Pehlevi Ordusu, Tebriz’de ne kadar Türkçe yazılmış kitap varsa, hepsini toplatıp belediye sarayı önünde ateşe vermiştir. [2] Bu bir anlamda, Nazi Almanya’sındaki muzır kitap yakılma eylemleriyle bire bir benzerlik göstermekteydi. Kitap yakma eylemleri, Almanya’da Almanya’nın Demokratikleşmesine yönelikken, İran Azerbaycan’ında ulusallaşmaya indirilen büyük bir darbe idi. Hedef açıkça “Türk Milliyetçiliği” olarak ortaya konulmuştu. Binlerce yıldır İran’da gelişen Türk dilinin varlığı ortadan kaldırılmak istenilmekteydi. Plânlı bir biçimde Türk dilinin ortadan kaldırılmasına yönelik bu hamleler, İran’daki Türkler üzerinde çok olumsuz etkiler bırakmıştı. Oldukça uzun bir zaman süreci içerisinde bu hareketlere karşı koyamamanın toplum üzerindeki acımasız izleri şimdilerde bile hissedilmektedir Tebriz’de alışveriş yaparken, Erdebil sokaklarında dolaşıp, adres sorarken, bunun ne anlama geldiği yakinen anlaşılmakta, anlamaktan öte yaşanmaktadır. Sokaktaki adama herhangi bir isteğinizi Farsça anlatmaya kalktığınızda ya da sorduğunuzda, hiçbir yanıt alamayacağınız gibi, sizin Türk olduğunuzu anladıklarında da “Benimle Farsça konuşmakla bana neden hakaret ediyorsun” un sözle ifade edilmeyip bakışla ifadesiyle karşılaşırsınız ki, bir daha Azerbaycan’da Farsça kullanmaktan vazgeçersiniz. Tebriz İran’daki Türkiye gibidir. Sokakta herkes Türkçe konuşur, bunu özellikle ifade etmek istiyorum, yani “Azerice” değil, “Azerbaycan Türkçesi”. Kırgızca değil, Kırgızistan Türkçesi, Kazakça değil, Kazakistan Türkçesi… Evet, sevgili okurlar, bunu bu şekilde kullanmaya büyük özen gösterelim. Azerbaycan’ın gerçek başkenti Tebriz’dir. Bakü Kuzey Azerbaycan’ın Gence’den sonra ikinci başkenti olmuştur. Evet, Tebriz’in orta yerinde, karşılıklı olarak inşa edilen Mevlana ve Şemsettin Tebrizî, kapalı çarşılarında istersen, Farsça bir şey sormaya yeltenin. Size hemen verilecek yanıt hazırdır. “Harey, Harey! Men Türkem” hem de yumruğunu göğsüne vurarak. Bu arada sizin Türk olduğunuzu anladıklarında da Azerbaycan Türkçesinden İstanbul Türkçesine geçtiklerini hemen hissedersiniz. İran gezimin sonunda, Türkçe kaset dinleyerek sınıra dönerken, Tebriz’de, sabaha karşı taksi şoförümün yoldan geçen bir Tebrizli’ye, “Bazargan’a nasıl gidileceğini” Farsça olarak sorması ve bu kişinin soruya cevap vermeden uzaklaşması; Türkçe’ye karşı Türkler arasında giderek artan hassasiyetin bir başka göstergesiydi. Yarı uyanık vaziyette, Türkçe olarak sorduğumda ise, tekrar koşup yolu göstermesi, bu bölgede Farsça’ya karşı takınılan tavrın hangi boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Türkçe konuşmak yasaklanmıştı, ama öldürülememişti. Ne yapılırsa yapılsın Türk’ün anadilinden uzaklaştırılması istenilmiş, ancak alınan her türlü zecrî önlem bunu sağlayamamıştı.

İran Yine Savaş Oyunu (War Game) Oynuyor.

Evet, iddia ediyoruz, İran’ın yeniden tezgâhlamış olduğu bir “Savaş Oyunu” dur. Bu savaş oyununun varsayımı olarak da, müstakbel bir AB(D)- İsrail saldırısında ülke çapında korkulan olası bir Türk ayaklanması harekete geçirildiğinde, “olayların önü nasıl alınabilir senaryosu” tekrardan kanlı bir biçimde sınanmıştır. Zaten uluslararası alanda sıkıntı içinde olan ve her açığını yakalamaya çalışan bir ABD’nin karşısındaki İran, iç politikada kendisinin belirlemiş olduğu defolarını kaldırmak istemiştir. Bilmem anlatabildim mi? Yoksa bazı değerlendirmelerde yer aldığı gibi içerideki muhalif güçlere sâdece gözdağı vermek için değil, rasyonel bir biçimde durum saptaması yapıldığı düşünülmektedir. İran, böyle bir riski göze almış ve şu olguyu çok açık bir biçimde tespit etmiştir: İran’daki Türk olgusunun sâdece Güney Azerbaycan ile sınırlı olmadığı… Kırk yıla yakın “Ahund-Molla Rejimi” İran’da şimdilerde bütünüyle tartışılmaktadır. Unutmayalım, Yeşil Kuşak Kuramının örgütleyicisi ABD İran’ı bir pilot ülke olarak seçmiş, Fransa ile birlikte bu eylem planını uygulamıştır. İran İslam Devriminin kendi iç dinamiklerini tam olarak hesaplayamadığı için “444 günlük Rehine Krizi”ni de bu arada yaşamak zorunda kalmıştır. Bakıldığında Ortadoğu’daki toplumsal olayların ayırt edici özelliği, ağırlaşan hayat şartlarıdır, yolsuzluktur, vergi adaletsizliğidir, “Ekmek için Ekmeleddin değil” kısaca devlet tarafından sübvanse edilmesi gereken “tuz-şeker-ekmek”tir. Ama şunu unutmayalım, nereden bakarsanız, bakın İran’daki tüm bu olayların hedef kitlesi İran Devletine sadık Güney Azerbaycan’daki soydaşlarımızdır. Şimdi isterseniz olayları yukarıdaki faraziye ışığında kategorize edelim: Bir kere bütün bu olayların temel gerekçesi işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Enflasyonist baskının getirmiş olduğu fahiş fiyat artışları da bunun doğal bir sonucudur. Bu açıdan kamu görevlilerinin yaşam koşullarına bakıldığında maaşların ödenememesi, Türk nüfusunun yoğun olduğu Güney Azerbaycan’da bu durum doğrudan ödenmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü soydaşlarımız, toplumsal katmanlaşma açısından en alttaki sınıf oluşturmaktadır. Ekonomik zafiyetlerin ana gerekçeyi oluşturmasına karşın siyasî, etnik ve mezhepsel ihtilaflar ve düşmanlıklardan beslenmeyi ve derinleştirmeyi amaçlayan karmaşa ortamında, İran Rejimine bağlı karşıt güçlerin sokaklara çıkması toplumlararası çatışmaların da bir habercisidir. İran’da iç karışıklığın derinleşmesi, kalkışma ve ayaklanmaların baş göstermesi ve de özellikle göstericiler ve rejime bağlı güçlerin karşılıklı olarak meydan okuyuşları bir iç savaş riskini be beraberinde getirmektedir.

İran güneybatısındaki Irak’a ve körfeze komşu ve yakın alanlarda Ahvaz Araplarının yaşadığı ve Irak-İran savaşının temel gerekçesini oluşturan bölgede Kuzistan bölgesinde yaşayan Sünniler ve Arapların etkisi de değerlendirilecek toplumsal olgulardan bir başkasıdır. Dikkatli gözle bakıldığında gösterilerde ‘Sünni’ Ensar-ı Furkan (Kuran Destekçileri) örgütüne bağlı “Ahvaz Şehitleri Tugayı”nın bölgedeki petrol boru hattına yapmış olduğu sabotaj ve yayınladıkları görüntüler ile “Ahvaz Şahinleri” adındaki bir başka Sünni tabanlı örgütün Ahvaz bölgesindeki Abu Ali Sina petrokimya tesisine yaptıkları kundaklama ve söndürülemeyen yangın, gösterilerde gelinen noktayı göstermesi bakımından önemini muhafaza etmektedir.

Bunun dışında bir diğer duyarlı nokta da İran’ın güneydoğusundaki Sistan ve Belucistan bölgesidir. İran ordusunun zaman zaman müdahale ettiği bölge ve o coğrafyada yaşayan toplumların gösterilerle birlikte ortaya koyacağı toplumsal tepkime de önem kazanmış durumdadır.

KCK-PKK’nın İran kolu PJAK ve onun silahlı kanadı YRK, öte yandan olanak ve yetenekleri sınırlı olmakla birlikte KDP-İ (İran) Peşmergelerinin etkisi İran’daki Kürt etnik kırılganlığını da ön plana çıkarmaktadır. Temkinli olmakla birlikte bu noktada özellikle, AB(D)-İsrail desteğindeki PKK’nın İran’daki Kürt taban üzerindeki etkisi önem kazanmaktadır.

Ayrıca Molla yönetimi başkasının toprağında gözü olan “irredentist” bir politikayı devlet siyaseti olarak benimsemiştir. Sekiz yıllık Irak savaşı dışında bu politika bir gün bile durmamıştır. Diğer bir deyişle dâhil olunan Irak ve Suriye’deki mücadelelere çok para akıtılması yaşam koşullarının büyük bir enflasyonist döngünün içerisine sokmuştur. Diğer bir neden de Mollalar ile halk arasında var olan uçurumların giderek derinleşerek artış göstermesidir. Bu da doğal olarak başta kadın hakları olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını ve birçok laik kanaat önderinin tutuklanarak cezaevlerine tıkılmasını, bu durum da halk nezdine siyasi tutukluların serbest bırakılması sorununu beraberinde getirmiştir.

2017’nin son günlerinde başlayan toplumsal olayların birkaç gün içinde hızla yayılması da, yukarıda belirtilmeye çalışılan yıllarca birbirini tetikleyen sorunlardan kaynaklandığını göstermektedir. Olaya tarihsel arkaplan olarak bakıldığında ise, olaylar zinciri bir ilk olarak algılanabilir mi? Kuşkusuz ki hayır! Danimarka’daki Hazreti Muhammed’e yönelik hakaretler içeren karikatür krizini iyi değerlendiren ve bu olaydaki İslâm’ın karşı koyma refleksini iyi hesaplayan İran yönetiminin, İran’daki Türklerin karşı koyma refleksini ölçümlemesini benzer karikatür krizini ortaya koyarak, olayı manipule ettiğini geçen hafta anlatmaya çalışmıştık. Bir kez daha söyleyelim, bu olay şüphesiz, Fars şovenizminin Acem basını marifetiyle ortaya koyduğu Türklere yönelik sistemli ilk hakaret olayı değildir. Ancak, bu olay beklenilmeyen bir tepkinin ortaya konulması açısından oldukça önemli öğretici ögeleri de göstermiştir. Buna benzer olayların arkaplanına bakıldığında ilk göze çarpan, 1995 yılında Güney Azerbaycan’daki Türk öğrencilerin gösterileridir. Gösterilerin, İran Radyo Televizyon Kurumu’nun Türklere yönelik tahkir içerikli bir anketiyle başlamıştır. Anket 1995’te hazırlanmış, doldurulurken Türkler tarafından deşifre edilerek gazetelere sızmıştır. Anketin orijinali de yanlış algılanmaması açısından aşağıda siz okuyucuların dikkatine sunulmuştur:[3]

İran İslâm Cumhuriyeti Radyo ve Televizyon Kurumu Araştırma Merkezi

Projenin adı: “Toplumsal Mesafe”

No: 59

  1. Nerelisiniz?

              1. Fars 2. Kürt 3. Lor 4. Beluç 5. Kuzeyli (Gilan-Mazenderan) 6. Diğer

  1. Babanız nerelidir?

              1. Fars 2. Türk 3. Kürt 4. Lor 5. Beluç 6. Kuzeyli (Gilan-Mazenderan) 7. Diğer

  1. Medenî Durum

               1. Evli 2. Bekâr

  1. Evlenmek istediğinizde bir Türk’le evlenir misiniz?

              1. Evet 2. Hayır

  1. Kızınızı bir Türk erkeğe verir misiniz?

              1. Evet, 2. Hayır

  1. Aşura ve Tasua gibi dinî günlerde Türklerin törenlerine katılmak ister misiniz?

             1. Evet 2. Hayır

  1. Ev alırken komşunuzun Türk olduğunu anladığınızda orada yaşamak ister misiniz?

                1. Evet 2. Hayır

  1. Bir Türk’le aynı odada çalışmak ister misiniz?

                1. Evet 2. Hayır

  1. Türklerin çoğunlukta olduğu bir mahallede yaşamak ister misiniz?

                1.Evet 2. Hayır

        10. “Azeri dilli” bir mahallede yaşamak ister misiniz?

               1.Evet 2. Hayır

  1. Bir Türk’ün evine misafir gidip veya onu evinizde ağırlamak ister misiniz?

               1. Evet 2. Hayır

Fars Şovenizminin gelmiş olduğu boyuta bakar mısınız? Bir başka ilginç nokta ise bu anketin Serebrenitza Katliamının yaşanmış olduğu yılda uygulanmış olmasıdır. Aynı sene uygulanan Türk nefretine bir bakar mısınız? Uzun lafın kısası, olayların çıkmasında belki de temel oluşturan, İran’daki Türklerin toplumsal belleklerine âdeta kazınan bu anketin, kendisinden başka ulusları hakir gören Fars şovenizminin bir eseri olduğu açık seçik görülmektedir. Bu olay bu noktada Sırp şovenizmiyle de özdeşleşmiştir.

İç gerginliğe neden olan olayların bir başka değerlendirilmesi gereken parametresi ise İran Yönetimi’nin Türkiye’ye pek yansımayan bir biçimde, her yılki 24 Nisan Ermeni Olayları’nın yıldönümündeki Ermenistan’ı destekler mahiyetteki tavrı olmaktadır. Ermeniseverleri bir başka yerde aramayın, her 24 Nisan’da İran’a bakmanız yeterlidir. Her 24 Nisan’da Tahran’ın orta yerinde Ermeni Kilisesi’nin etrafının, “24 Nisan 1915 Ermenilerin Türkler Tarafından Türkiye’de Katledilmesinin Yıldönümü” yazılı bez pankartlarla bezenmesine izin verilir. Yönetim ayrıca, her 24 Nisan gününde asgari 5.000 kişinin katılımıyla Türkiye’yi protesto eden bir Tel’in mitingi yapılmasına da müzaheret gösterir. Bu gösterilerden sonra, daha çok ABD, İsrail ve Körfez ülkelerini hedef alacak tarzda grafiti şeklinde yazılan, hemen hemen ülkenin her tarafını kaplayan, “Amerika’ya Ölüm” (Merg Ber Amrika), “İsrail’e Ölüm” (Merg Ber İsrail) sloganlarına benzer tarzda, Tahran’ın birkaç yerinde rastlanılmasına karşın, “Türkiye’ye Ölüm” (Merg Ber Torkiyye) yazılarına rastlanılmaya başlanılır. Aman dikkat…

Özellikle Ermenilerin sözde soykırım gösterilerine izin veren İran Yönetimi’nin Azerbaycan Türklerinin Hocalı Soykırımı’nı anma isteklerini geri çevirmesi ve Dünya Kupası maçlarında İran Millî Takımı’nı Fars Millî Takımı olarak tanımlaması da, olayların bir başka çarpıcı özelliğidir.

Azerbaycan Türk kimliğinin en canlı yaşatıldığı yer Yeşil sahalar

İran’daki bu Azerbaycan Türk kimliğinin en canlı yaşatıldığı yer ise futbol sahalarıdır. Güney Azerbaycan Türklerinin desteklediği “Tiraxtur Sazi” (Traktör Yapımcısı) futbol takımı Azerbaycan Türk kimliğinin yaşandığı ve yaşatıldığı en önemli toplumsal bir olgudur. Şah Rıza’nın ilk Türkiye ziyaretinden sonra, Türkiye’deki demiryolunun gelişimini görmesinin ardından İran’da ilan etmiş olduğu “Ez Şotor Be Motor”(Deveden Motora) sloganı takımın esin kaynağı olmuştur. Olaylar başlamadan bir hafta önce Tahran’da Persepolis ile karşılaşan “Tiraxtur” takımına maç sırasında Güney Azerbaycan Türklerine “Eşek Türkler” hakaretengiz tezahüratlar yapılmış ve maçtan 2-0 galip ayrılmasına rağmen Persepolis taraftarları bir “Tiraxtur” taraftarını ağır şekilde yaralamışlardı. Olayların yatışmasına doğru bu sefer bakışlar 5 Ocak 2018 Cuma günü saat 14.00’de Tebriz’de oynanacak olan Tiraxtur Sazi futbol takımı ile Tahran’ın İstiklal takımı arasındaki İran Körfez Kupası maçına çevrilmişti. Maçta doğal olarak büyük olaylar beklenmekteydi. Bir önceki hafta İran’da yaşanan protestolar nedeniyle maç öncesinde yoğun güvenlik önlemleri yanında taraftar otobüslerine giren polis tek tek tüm taraftarları kamera kaydına almıştır. Maç seremonisinde Tahranın iki büyük takımından biri olan İstiklal takımı “Yaşasın Azerbaycan” yazan Türkçe bir pankart ile oyuna gelmesi dikkat çekmiştir. Tribünlerde “Tebriz-Bakı(Bakü)-Ankara, Biz Hara (Nere) Farslar Hara” sloganları yanında maç boyunca milli istekleri ve tepkileri ileten Tiraxtur taraftarları “Azerbaycan milleti çekemez bu zilleti”, “Azerbaycan var olsun istemeyen kör olsun”, “Azerbaycan bir olsun, merkezi Tebriz olsun” şeklinde sloganlar atmıştır. Kuşkusuz bu hareketin geçen hafta atılan ırkçı sloganlara karşı olduğu da besbelliydi. Bunların yanında pankartlar da ilgi çekici olmuştur: “Güney Azerbaycan Özgürlük Mücadelesi Verir” “Azerbaycan Talandı, Millet Uyan! Amandı.” “Güç Birliktedir” “Açın İmanı Olmaz, Şiar ile Göl Dolmaz” “Kana Kan, Cana Can, Sen Yaşa Azerbaycan” “Haray Haray Men Türkem” “Azerbaycan Aldanmaz” “Farsın odunda Yanmaz” “Azerbaycan Talandı, Bu Adalet Yalandı”. Neyse ki, Tiraxtur ile İstiklal maçı 0-0 beraberlik ile sonuçlandı. Akl-ı selim galip gelerek, beklenen toplumsal olaylar gerçekleşmedi.

Sonuç

Evet, Sevgili Okurlar, İran’daki olaylara büyük resim üzerinden bakıldığında ülkede yaşayan bütün etnik, mezhebî, siyasî ve etnik-mezhep içi farklılıklar üzerinden çok farklı bir mozaik yapının olduğu gözlemlenmektedir. Olması en az ihtimalle, İran’dan İsrail’e veya ABD/İsrail’den İran’a yönelik bir saldırının İran’ı bir anda İslâm dünyası liderliğine yükselteceği ve bu saldırının beklendiğinin aksine İran yönetimi tarafından memnunlukla karşılanabileceği düşünülmektedir. İran’ın bölgesel güç konumundan küresel tehdit durumuna yükseltme süreci, dünyanın hegomonik gücü ile karşı karşıya gelme sürecini devamlı gerginlik ya da istim üzerinde tutarak, ABD’nin savunma Sanayiini sürekli aktif bir biçimde tutabileceği değerlendirilmektedir. ABD bu çelişkinin devam etmesinden yanadır. Bu algı operasyonunu adeta kafalara çakmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle ABD’nin bu çelişkiyi çözmektense, belli bir yöne yönelterek elden kaçırmakta olduğu mega güç konumunu perçinlemeğe çalışacağı düşünülmektedir. Ancak binlerce yıllık bir devlet ve imparatorluk geleneğinden gelen İran’ın zor günlerde birleşerek çözüm üretebilen güçlü bir milliyetçilik harcına sâhip olduğu gerçeğini de İran açısından olumlu bir durum olarak kıymetlendirilmektedir.

Sevdiğim veciz ifadelerden sadece biridir, “Tarih tekerrür eder.” özlü ifadesi. Ama ondan da güzeli ise; Max Weber’in “Tarihten alınacak en büyük ders ondan ders almamaktır.” özdeyişidir. Tarihten ders almak ya da ders almamak? İşte bütün mesele bu. William Shakespeare’in “Hamlet”e, oyunun üçüncü perdesinde söylettiği “To be, or not to be– that is the question / Olmak ya da olmamak – işte mesele bu” tiradı mı? Ne dersiniz? Sizce, Acaba bir ders alınabilir mi? Sevgili okurlar…

KAYNAKLAR

[1] Rafeal Blaga; İran Halkları El Kitabı, İstanbul, 1997, s.105.

[2] Rafeal Blaga; a.g.e, s.105.

[3] M. Rıza Heyet; XIX. Yüzyıldan Günümüze İran’da Türkçe Basın-Yayın Hayatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, 2005.

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen