Geçen hafta Living’i izledim. 2022 yapımı bir film, Yaşamak diye çevrilmiş Türkçeye. Filmde bir memur olan Bay Williams “tek isteğim bir beyefendi olabilmekti” diyor. Eskiden böyle bir anlayış vardı. Bugünlerde kimse artık beyefendi, hanımefendi olmak istemiyor. Aynı nedenlerle yurttaşlık ideali de zayıfladı, Anadolu’yu, periferiyi küçümseme modası var. Halbuki Anadolu’da çok şeyler var. Aydın Karakimseli’nin anlattığı emanet var. Sultan Kadem’in Şevket’i, Emin Çobanoğlu’nun Necip’i var. Periferimiz böyle bir şey… Anadolu’nun kutlu sadasından bir saygı sistematiği, bir saygı toplumu geliştirmemiz gerekiyor.
Kim yapacak, nasıl yapacak? Hamasetle olmaz… Milli Eğitim Bakanlığı geçmişten beri herkesin şikayet ettiği, eleştirdiği bir kurum. Sözde herkes eleştiriyor ama yapılması gereken somut işler ne, bu noktada fazla bir şey söylemiyorlar. En fazla söyledikleri müfredatın değiştirilmesi gerektiği. Evet müfredatta sıkıntılar var. Ama şu önemli, milli meseleler müfredatta yeteri kadar yer almıyor. Milli şuur olmadan bu toprağı size yar etmezler. Bir sokak röportajı vardı, Kıbrıs nerede diye soru soruluyor. Bir kimse Karadeniz’de, başka birisi Ege’de, bir kardeşimiz Sicilya tarafında diyor. Biz daha Kıbrıs’ın nerede olduğunu bilmiyoruz yahu. Gençlere Kıbrıs’ı, Batı Trakya’yı, Bosna’yı anlatamıyorsak Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir anlamı kalmıyor.
Peki bu müfredatı gençlere kim aktaracak, kim aksettirecek? Politika belgelerindeki dilekler, son Milli Eğitim Şurası’ndaki temenniler, bunlar tatmin edici olmaktan uzaklar. Muallimlerimizin, öğretmenlerimizin yeterliliği ile ilgili daha fazla kafa yormak lazım. Onların niteliklerinin daha iyi hale getirilmesi ile ilgili bir vizyon gerekiyor.
Dönüp baktığımızda Necip Fazıl hukuk fakültesi üzerine Sorbonne’da felsefe tahsil etmiş, Henry Bergson’dan ders almış birisi. Yine Nurettin Topçu aynı okulda doktorasını birincilikle bitirmiş birisi. Onun eserlerinde aldığı bu eğitimin tesirleri var. Efendim Cemil Meriç Antakya Sultanisi’nde okurken kimlerden ders almış? Mesut Fani var. Sorbonne’da doktora yapmış birisi. Hocaları arasında Tarık Mümtaz var.
Galatasaray esaslı bir okul, aidiyet duygusu veren bir yapı. Biz son son kırk yılda, son yüzyılda bu seviyede bir lise kuramadık. Bu sorun üzerinde durmak gerek. Sonra üst seviye bir üniversite oluşturamadık. Biz bu koşullarda tabii ki başarısız oluruz. Efendim ne yaptık? Ankara’da Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin Çubuk’ta olması düşünülmüş. Bir proje üniversite… Çubuk’ta olduğu için bir ekol oluşturması çok zor. Elimizde 1859’da kurulmuş bir Mülkiye vardı. Ama Mülkiye bugün değerini yitire yitire alelade bir okul haline dönüştürüldü.
Problemin temelinde bu tür vizyonun olmaması var. Vizyon olmayınca ilerleyemiyoruz. Siz bir gençlik, bir nesil yetiştireceksiniz, doktor, mühendis, eğitimci yetiştireceksiniz ama bunların alelade kimseler olmaması gerekiyor. Bu yüzden bunların muhatap olduğu kimselerin özel insanlar olması lazım. Bu özel insanların ruh verdiği okullar geliştirmeniz gerekiyor. Bizim üniversitelerimiz, mantar gibi biten çirkin fakülte binaları, altı market üstü fakülteler, ehil olmayan akademisyenler, bunlar bizim vizyonsuzluğumuzun sonuçları.
Gençler sadece okulda eğitim almıyorlar. Çepeçevre sarılmışlar. Her şeyi takip ediyorlar… Milli Eğitim politikaları sadece okullarla, öğretmenlerle, müfredatla ilgili bir konu değil. Eğitimin en önemli meselelerinden biri yüksek siyasetçi ve bürokratların gençlere, çocuklara ahlaken örnek olmasıdır. Merkezde büyük bir kriz var. İdeolojiler törenselleşti hatta ahlakın törenselleşmesinden bahsedebiliriz. Savaş aleti olarak kullanımı biten kılıçların sonraki yüzyıllarda sadece törenlerde ve de hafif versiyonlarının kullanılması, yani bir gösteri aparatına dönüşmesi gibi. Yerine ne geldi? İthal edilmiş Aristipposçu bir hayat tarzı…
Geçen yerel seçimlerde bir tarafta Cumhuriyetçi, Milliyetçi diğer tarafta Mukaddesatçı, İslamcı bir aday toplamda yüzde doksan beş oy aldı. Ama iki tarafın da kültürle ilgili bir söylemi yoktu. Siz Cumhuriyetçi de olsanız, Milliyetçi de olsanız, Mukaddesatçı, İslamcı da olsanız bu şehrin mağazalarının isimlerinin yabancı isme sahip olmasına, bütün alışveriş merkezlerinin, rezidansların isimlerinin yabancı isimde olmasına itiraz etmeniz lazım.
M.Ö. 1220’lerde Karnak tapınağının duvarlarına mağlup ettiği deniz kavimlerinin adlarını yazdıran firavun Merneptah’ın sayesinde Turşalar, Rukkular, Şerdanalar, Ekweşler ve Şekeleşlerin adlarını biliyoruz. İnsanlar bugün mağlup ettiklerini değil mağlup olduklarını duvarlara kazıyor, tabelalara, markalara, kıyafetlerine yazıyor. Belediye seçimleri tekrar gündemdeyken şu söylenebilir… Belediyeciliği “yeni bir şehri, yeni bir medeniyeti hayal etme yeteneği” olarak kurgulamalıyız.
Velhasıl büyük bir kargaşa yaşıyoruz. Töre bilinmiyor, uyduruk şeylere indirgeniyor. Mesela töre cinayetinden bahsediliyor. Töre ve cinayet yanyana gelmemesi gereken iki kavram. Başka ne var? Aşk bilinmiyor. Aşk make love’a, eros pandemos’a indirgeniyor. Haberlerde aşk cinayetinden bahsediliyor. Çok yanlış bir şey… İngilizcedeki “murder of lust” uymuş mesela.
İndirge babam indirge… Turizmi de ziyaretçi ve gelire indirgiyoruz, derinliklerle ilgilenmiyoruz. Graham Speake’in yönetmenliğini yaptığı bizde İletişim Yayınları tarafından Yahudi Dünyası adıyla yayınlanmış eserde 1700 yıl önce dünyadaki Yahudilerin en yoğun olarak yaşadığı yerin Anadolu’nun Ege ve Akdeniz kesimleri olduğunu gösteren bir harita var. Bugünkü yoğun turizm bölgeleriyle örtüşen bu haritanın ikazı şu… Eğer turizme sahip çıkılmazsa biz de eski bir haritayla hatırlanabiliriz.