Sait BAŞER
Türkler tarihte, İslâmiyet’i kabul etmeden evvel de büyük rol oynamışlardır. Onların azametli bir mazileri vardır. Ancak asırlar süren devletleri göz önüne getirilirse, bu büyük geçmişin sadece teşkilatçılık ve alelade askerî başarılarla izah edilemeyeceği açıktır.
Nitekim son bir asırdan beri yapılan araştırmalar o büyük devletlerin kendi içinde insicamlı, şümullü bir dünya görüşüne ve son derece sağlam bir hukuk anlayışına istinâden kurulduklarını göstermiştir. Bu dünya görüşü ve hukuk anlayışının birbiriyle iç içe olduğu görülmekle birlikte, maalesef, henüz hudutları ve gerçek muhtevası bütün berraklığıyla tespit edilememiştir.
Eski Türkler’de, onların “Törü” (bugünkü telaffuzumuzla Töre) dedikleri, yazılı olmayan, şifâhî prensipler toplamı bir hukuk ve nizam anlayışı vardı. Bu noktada bütün araştırmacılar genel bir mutabakat halindedirler. Ancak tarih ilmi, Töre’yi henüz bütün açıklığıyla ortaya koymuş değildir. Dayandığı felsefenin esasları bugün hâlâ meçhuldür. Şu kadarı bellidir ki, millî kültürümüzdeki Türklük ayağı, büyük ölçüde Töre’den gelen değerlerden ibarettir. Yani Türk kavramının ve Türklüğün mahiyetinin hakkıyla anlaşılması için öncelikle Töre’nin bilinmesi şarttır.
Asya Hunları’ndan beri, Türkler arasında Töre’nin varlığı bilinmektedir. Hunlar’daki askerî ve siyâsî teşkilatlanma buna delâlet etmektedir. Töre’nin olduğu yerde “Kut” da vardır. Nitekim Kut tabiri, Hun Tan-Hularından Mo-tun’un (M.Ö.209-174) unvanları arasında “Tanrı Kutu Tan Hu” ibaresi içerisinde zikredilmiştir[1]. Töre’yi tanzim ve icra etmekle mükellef olan hakanlar, ancak Tanrı’dan Kut aldıkları için kendilerinde bu salâhiyeti görmüşlerdir[2]. Yani Töre, yalnızca Tanrı’nın izni ve Kut vermesiyle tatbik sahası bulabilmekte idi.
Eski Türkler sosyal ve siyâsî yapılarında, inanış ve hayat tarzlarında devlete büyük ehemmiyet veriyorlardı. Onlar için devlet ile hayat adeta aynîleşmiş mefhumlardı. Elbette bu devletin dayandığı bir felsefe, o insanların inanışları vardı ve bu inanışları, Türk devletinin teşekkülünde akisler bulmaktaydı.
Bir kere Türkler kainatın hakimi, tek ve mutlak kudret sahibi, adına Gök Tanrı (Kök Tengri) dedikleri bir yüce yaratıcıya inanıyorlardı.
Kök Tanrı, vasıfları ve taşıdığı sıfatlar itibariyle İslâmî ölçülerdeki Allah inancına paralel düşmekteydi. Yani hayatın kaynağı, nimet ve sıkıntıları veren tek yüce varlıktı.
O, Kadim (Bayat), Bakî (Mengü), Vâhid (Bir), Muhâlefetü’n li’l Havâdis -kendi kendine mevcut ve sıkıntılardan uzak- (Mungsuz), Hayy (Diri), İrâdesi (Erk) ve Kudreti (Ogan) olan, Hâlık-Tekvin (Törütgen) ve yarattıklarına hitap eden Kelam sahibi (Deyici) Vâcibü’l-Vücud bir varlık idi[3].
Eski Türkler’deki bu Tanrı inanışı, elbette hayatın her anında olduğu gibi devlet sahasında da kendisini gösterecekti. Nitekim Türk devletinin temel unsuru olan merkezî otorite, yani hakan ancak Tanrı’nın tasvip ve desteği ile hakan olabiliyordu. Öyle inanılmaktaydı.
Bilge Kağan, kendisinin tahta geçmesini ve muvaffakiyetini “Kut sahibi oluşu” ile izah etmekteydi[4].
Devrin Köktürk alfabesiyle yazılıp günümüze kadar ulaşan Irg Bitig adlı fal kitabında görüldüğü üzere, bir insan Tanrı’ya tazim ve hürmetle niyaz ederek O’ndan “Kut” isteyebiliyordu. Tanrı da “Kut ve sürüler” veriyor, “uzun ömürler” ihsan ediyordu[5].
Demek ki, Kut menşe itibariyle Tanrı’dan gelmekteydi.
M.Ö. 209-174 seneleri arasında hüküm süren Mo-Tun, Tanrı’dan Kut almış bir Hun hakanı idi[6]. Yine M.Ö. 74’den önceki Hun tarihinde unvanı “Kutlu” olan bir hakandan daha söz edilmektedir[7].
Kaynaklarımıza göre: “Tanrı’nın kendisine Kut ve saadet verdiği kulun işi her gün yükselirdi.”[8]. “Tanrı kime destek ve yardımcı olursa o kul Kut bulur.”[9], “Tanrı kime inayet ve yardım ederse dünya onun olur ve Kut’a kavuşur”du[10]. “Kut Tanrı’nın fazlındandı”[11] ve “Kut’u yükselten de O idi”[12]. “Kut’un güçlenmesinin bir diğer sebebi de halkın hayır duası” idi[13].
Fakat; “Beyin (hükümdar) gönlü, dili ve tabiatı düzgün olmazsa Kut o memlekette dolaşmaz, kaçardı”[14]. Yani beylerin kanun(ÖNGDİ) ve Töre’ye uymaları gerekiyordu; zira beyler uyarsa halk da uyardı[15]. Eğer bey Töre’ye uymazsa ne olurdu? O zaman Tanrı, Kutunu geri alır ve o kişiyi zelil ederdi. Mesela Töre’ye göre beylik hakkı Bilge Kağan’ın iken, onun yerine geçmeye çalışan İnal kağan “Tanrı’nın Kutunu tasvip etmemesi (taplamaması)” sebebiyle tahtından olmuş ve Töre’ye muhalefetten öldürülmüştür[16]. Çünkü zorbalık ile Töre bir arada barınamazdı[17]. Töre o kadar mühim idi ki, devlet esas itibarıyle Töre’nin yaşatılabilmesi için kurulurdu[18].
Kut Tanrı bağışı idi; fakat hükümdarlık Töre hükümleriyle sınırlandırılmıştı[19]. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse Tanrı, Türk kağanlarını Töre’yi yürütmeleri için tahta çıkarmaktaydı[20].
Türk tarihinde yukarıda verilen örnekleriyle hükümranlık, Töre, Kut ve Tanrı münasebetleriyle ilgili telâkkiler; hemen her yer ve devirde değişmez esaslar olarak yaşamış görünmektedir[21].
Töre nasıl tespit edilebilir?
Kendimize bu suali sorduğumuz zaman verilecek cevap bellidir. Bütün kaynaklarımızın o gözle değerlendirilmesi suretiyle! Fakat bunun için elimizde nisbîlikten uzak, gerçek bir ölçü bulunmalıdır. Zira nelerin Töre’ye âit, nelerin Töre ile alakasız olduğunu tayin edebilmeliyiz ki, kaynakları o ölçüler içerisinde gerçek yerlerine oturtup, onlardan bir takım hükümler çıkartabilelim.
Bu noktada, Kutadgu Bilig üzerinde durmamız gerekiyor.
Zira Kutadgu Bilig, Türkler’in İslâmiyet’e yeni girdikleri zamanlarda yazılmıştı (1069-1070). Orijinal Türk telakkilerinin kaybolmadığı, bozulmadığı bir coğrafyada -ve bilhassa Türk devlet anlayışını anlatmak bakımından- bu işe en ehil bir kalem tarafından telif edilmişti. Eseri, Balasagunlu Yusuf Has Hâcip, Karahanlılar gibi aslî Türk ölçüleriyle kurulmuş bir devlette, en mühim devlet vazifelerinden biri olan “Has Hâciplik” makamındayken kaleme almıştı. İslâmî tesirler henüz dil, hayat tarzı ve devlet kuruluşuna temel olan kaidelere tam manasıyla nüfuz etmemişti. Ayrıca eser kadîm bir Türk beldesinde, Kaşgar’da yazılmıştı. Eserdeki mevzular tamamen orijinal Türk nizamı dikkate alınarak ve Türk mantalitesiyle işlenmişti.
Tabiatıyla artık Kutadgu Bilig şunu mu anlatır, bunu mu tartışmasının aşıldığı kanaatindeyiz. Merhum Hocamız Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun Kutadgu Bilig hakkında son zamanlara kadar ileri sürülen görüşlere verdiği cevapların doğruluğu anlaşılmıştır. Ona göre eser, “Türklüğün mânevî tarafını, siyâsî ve idârî görüşünü ortaya koymakta… Türk devletinin siyâsî-ictimâî bünyesini tanımamızı sağlamaktadır.”[22].
Kutadgu Bilig’in metin ve bugünkü Türkçeye aktarımını neşreden Prof. Dr. Reşit Rahmetî Arat merhum, “Metin” cildinin önsözünde: “Yusuf bu eseriyle insan hayatının manasını tahlil ve onun cemiyet ve dolayısıyla devlet içindeki vazifesini tayin eden bir felsefe, bir hayat felsefesi sistemi oluşturmuştur” demektedir[23]. Gerçi Kutadgu Bilig’deki fikirler Yusuf Has Hâcib’in şahsî düşünceleri olamazlar. Çünkü Yusuf Has Hâcib, kitabını bütün milleti alakadar eden ve bu devrin hakanına Töre hükümlerini ve eski Türk an’anelerini hatırlatan bir üslupla yazmıştır. Bu eser, “Yalnız zihinde mevcut nazariyatın bir ifâdesi değil; Türk topluluğunda tatbik sahası bulan hak, adalet, devlet kavramlarının açıklamasıdır.”[24].
Eğer kitapta bir felsefe varsa -ki vardır- bu, Türkler’in millî hayat felsefeleridir. R.R. Arat’a göre Yusuf Has Hâcib, “Geçmişteki ideal bir cemiyeti tasvir yoluyla kendi zamanını tenkit ediyor, ıslahı için yol gösteriyordu.”[25].
Burada kayda değer bir husus olarak belirtmeliyiz ki, Kutadgu Bilig’de ortaya konan mevzuun iskeleti, Töre, Kut gibi kavramlara bakış ve onlara yüklenen fonksiyonlar, aynen İslâmiyet’ten önceki aslî Türk telâkkîlerine uymaktadır. Bunun doğruluğu Orhun Kitâbeleri’ne o gözle bakılıp adı geçen kavramları incelemekle görülecektir.
Kutadgu Bilig manzum bir eserdir.
6645 beyitten meydana gelmiştir. Başlangıcında müellife ait olmayan, sonradan ilâve edilmiş 38 satırlık nesir ve 77 beyitlik manzum iki ilâve, sonunda ise 6425. beyitten itibaren yazarın kendi zamanını anlattığı bir fasıl, kendi kendisine verdiği nasihatler yer almaktadır.
Eserimize göre:
Beyler, her zaman Töre’ye uygun bir adâletle hükmetmek mecbûriyetindeydiler. Çünkü beylik, Töre ile ayakta dururdu[26].
Töre’ye uyan âdil beyler bizzat Kut olurlar ve bu Kut’tan bütün herkes hisse alırdı[27]. Kut hizmet ile tebârüz ederken, Töre ihsan ile bilinirdi[28]. Kut Töre’nin emrinde ve hizmetindeydi, hizmet ettikçe inkişaf ederdi[29]. Buradaki “hizmet(=tapug)”in manası Töre’nin iyi tatbik edilmesidir[30]. Çünkü “Töre ne kadar iyi tatbik edilirse Kut o kadar güçlenir”, neticede “kurt ile kuzu bir arada güdülür”dü[31].
Adâlet, Töre’nin en çok değer verdiği şeylerin başında idi. O kadar ki, adâletle hükmeden bir bey, Tanrı’nın sevgisini bile kazanırdı[32]. Çünkü gökyüzü adâletle ayakta durmaktaydı. Adâlete (=könilik) istinad eden Töre, göğün direği idi[33]. Töre bozulacak olursa gök yerinde duramazdı[34].
Yeri gelmişken, Bilge Kağan’ın: “Üstten gök basmasa, alttan yer delinmese, senin ilini ve Töreni kim bozabilir?” ifâdesindeki Töre anlayışıyla, Kutadgu Bilig’den naklettiğimiz yukarıdaki cümleler arasındaki mantık birliğine dikkat edilmelidir.
Yukarıda belli bir sıra ile dizilen örnekler takip edilirse, Töre’nin giderek muhteva kazandığı ve şümûlünün genişlediği görülecektir. Hele son ifâdeler Töre ile kainat nizamı arasında paralellikler kuran bir inanışın delilidir. Ayrıca şu beyitler de bizi destekler mahiyettedir:
“Ey bey, gücün yettiği kadar Töre’yi tatbik et ve kavminin hakkını vermeye çalış”[35].
“Eğer (Töre’nin tabikinde) kusur edersen Tanrı’dan affını dile…”[36].
Çünkü:
“Tanrı kadirdir, âdildir; gerçek Töre’yi koyan, veren O’dur; yarattığı bütün mahlûklara gücü yeter”[37].
“Ogan ol köni çın Törü birgüçi
Törümiş kamug halka yetrü küçi” (3192. Beyt)
***
Bu noktada Töre’nin, yaygın kabul gören, manalarıyla, hukuk, kanun, nizam gibi mefhumlarla karıştırılmaması gerekir.
Görüldüğü gibi Töre’de Tanrı ile münasebetli bir mana vardır.
Zira kaynağı Tanrı olan Kut’un, Töre’yi tatbik etmek ve onun hükümleriyle hallenmek suretiyle kazanıldığı, kuvvetlendiği yukarıdaki misallerle açıklığa kavuşmuş bulunuyor.
Yani Tanrısal Kut, ancak Töre’ye uyan kişilerde ortaya çıkmakta ve yükselmektedir.
***
Kutadgu Bilig’in isimlendirilmesi, aynı fikri destekleyen daha kuvvetli işâretler taşımaktadır.
Bilindiği gibi Kutadgu Bilig, dört asıl, iki tali kahraman arasında geçen karşılıklı konuşmalardan mürekkeptir.
Bu altı mefhum; Töre, Kut, akıl, irfan (odgurmış hakkındaki anlayış, onu günümüzde bu kavramla tanımlamayı zaruri kılıyor), özlem (küsemiş) ve miras-öğüt (Kumaru) mefhumlarıdır.
Bu eserde Töre, hükümdar rolünde ve Küntogdı ismiyle karşımıza çıkar.
Kut, vezir rolündedir ve Aytoldı adı verilmiştir.
Akıl da vezir rolündedir. Ama Kut’tan sonra onun oğlu olarak ve Ögdülmiş adıyla rol verilir.
İrfan aklın yaşca kendisinden daha büyük yakın bir akrabası, yahut kardeşidir ve müşâvir rolündedir, Odgurmış diye adlandırılmıştır.
Küsemiş adı ile, Aytoldı’yı hükümdara (Kut’u Töre’ye) ulaştıran kişi diye takdim edilen Özleyiş …
ve Odgurmış’ın müridi rolündeki, miras-öğüt manasının mümessili Kumaru ise talî kahramanlardır.
Yusuf Has Hâcib, eserinin semboller dikkate alınarak, keskin nazarlarla ve dikkatle okunmasını her bakımdan istemiş gibi görünüyor[38].
Töre’nin güneş, Kut’un ay ile temsil edilmesi dikkat çekicidir.
Yusuf Has Hâcib, felekiyat bahsinde ayın ışığını güneşten aldığından haberdar olduğunu bildirmektedir. O, feleklerin ahvâlini anlatırken güneşi: “Bu gezegenlerin dördüncüsü güneştir; dünyayı aydınlatır, yaklaşanları, karşısına geçenleri ışığı ile aydınlatır”[39], diye tavsif ettikten sonra, gezegenlerin ve güneşin “en altında bu ayın dolaştığını ve güneş ile karşı karşıya gelince dolunay haline girdiğini”[40] ifâde etmektedir.
Töre’nin güneş gibi ışık kaynağı olduğu, eserin bir çok yerinde zikredilmiştir: “Töre’nin tabiatı güneş gibidir, küçülmez, daima bir ve bütündür, parlaklığı aynıdır. Adaleti eksilmez, ortadan kaybolmaz. Herkese aynı muameleyi yapar. Töre’nin girdiği memleket, baştan ayağa kayalık bile olsa nizama girer. Töre kendisinden bir şey eksilmeden herkese nasip verir, güneş gibi sabittir. İyi kötü herkese rıfk ile muamele eder.”[41]. “Töre güneşi ancak adâletle mukîmdir; parlaklığını adâletten alır.”[42] gibi örneklerin çoğaltılması mümkün. Ancak yukarıdaki cümlelerden Töre’ye atfolunan güneş sıfatının yalnız isimlendirmede dikkat edilen fantastik bir yakıştırma olarak kalmadığı anlaşılmaktadır.
“Tabiatı, alimler tarafından aya benzetilen Kut”[43] ise ışığını Töre’den almaktadır; görünür hale gelmesini, zuhûrunu Töre’ye borçludur; fakat kaynağı Tanrı’dır.
Bu noktada sözü uzatmayı lüzumsuz addediyoruz.
Töre; sadece hukuk, nizam, devlet düzenine uyulacak kaideler manzûmesi demek değildir. Bu manaları, asıl manasından doğan ikinci derecedeki manalardır. Töre’nin ikinci derecedeki bu manaları, günümüze kadar halk arasında muhafaza edilebilmiş şeklinden ibarettir. Halbuki Töre’nin asıl manası, Tanrı’nın koyduğu nizam demektir. Töre ilâhî nizam olduğu için Tanrı, kendi nizamına uyan kişiye Kut vermekte; yani onu kendisine yaklaştırmakta, Töre istikametindeki davranışlarının mükafatı olarak ihsanlarıyla taltif etmektedir. Böylece Tanrı’nın Kut verişi, insan nezdinde sağlam bir gerekçeye sahiptir.
***
Töre, ilâhi nizam manası kazanınca ona bağlı olarak ondan doğan ve Türk kültüründe mühim yer işgal eden başka değer hükümlerinin de yeniden gözden geçirilmeleri gerekecektir. Bilhassa Kutadgu Bilig çerçevesi içinde öncelikle Kutadgu Bilig’deki diğer temel mefhumların tahlili lüzumu belirmektedir. Bizce esere bu noktadan yaklaşılmadığı takdirde, Kutadgu Bilig’den gerçek bir fayda elde edemeyeceğimiz gibi, onu anlamış da olmayacağız.
Kutadgu Bilig’in çatısı kurulurken, Töre’yi temsil eden Küntogdı, önce Aytoldı ile muarefe etmektedir. Eserde Aytoldı’nın açıklık getirdiği mevzular sayılıdır. O bilhassa Kut’u anlatmakta, Kut’un evsafını, elde tutulması için lazım gelen prensipleri sıralamakta ve bu arada dilin fazileti ile sözün faydalarına temas etmektedir. Bu meyanda hükümdar (Küntogdı) da Töre’nin temel esaslarını anlatmış olmaktadır.
Eserde Küntogdı yani Töre, en çok, aklı temsil eden Ögdülmiş ile alış veriştedir. İkinci sırayı, mânevî uyanıklığın basîret gözü açıklığının timsâli almaktadır. Ancak gerek Ögdülmiş, gerek Odgurmış Aytoldı’dan tecrid edilerek değerlendirilebilecek motifler değildirler. Zira Ögdülmiş, Aytoldı’nın oğludur. Aslı soyu ile Aytoldı’ya mensuptur. Odgurmuş da muhtemelern Ögdülmiş’in büyük kardeşidir. Eğer kardeşi değilse, yaşça Ögdülmiş’ten büyük ve çok yakın bir akrabası gibi konumlandırılmakta ve kavramsal bakımdan aralarındaki anlam örtüşmeleri dikkatlere sunulmaktadır.
Beşerî planda kahramanlarımızın eserdeki durumları böyledir. Ama hakikatte, Tanrı’nın her türlü ihsan ve lutfunu temsil eden Kut’a nispetleri sebebiyle akıl ve irfan olarak mahiyetlerinin iyi bilinmeleri gerekmektedir. Onlara Aytoldı’nın ölümüyle onu meydana getiren iki ana unsurun ayrışması sonucu belirmiş değerler demek yanıltıcı olmayacaktır.
Çünkü Kutadgu Bilig demek, “Kut kazanma bilgisi” demektir. Kut’un ise Töre’ye yani Tanrı’nın vaz ettiği prensiplere uymakla kazanıldığını yukarıda anlatmıştık. Dolayısıyla Kutadgu Bilig, bir bakıma baştan sona Töre’nin zuhur tarzı, hükümleri ve dayandığı temel prensipleri anlatan bir eser hüviyetindedir.
Yani Kut kazanma bilgisinden kasıt, aslında tam manasıyla Töre’dir.
Eserde devamlı sualler soran Töre, istediği cevapları bu üç mefhumdan çıkarmaktadır: Kut, akıl ve irfan. Töre ise akıl ve irfan tarafından vaz edilmektedir. Akıl ve irfan, Kutadgu Bilig’deki bu soyut değerler önce sosyal bünyeye aksetmekte, daha sonra da akıl ve irfan mahiyeti kazanmaktadır. Akıl ve irfanın terkibinden doğan manevî gücün mahsulleri ise Tanrı nezdinde Töreleşmektedir. Çünkü akıl ve irfan, eserimizde Kut’tan doğmakta ve bir bakıma Kut’un iki kanadını teşkil etmektedir.
Töre ilâhî nizamdır.
Görüleceği gibi, bu nizam, yine insanın ruhî melekelerinin bir mahsûlüdür. İşte asıl düğüm burada yatmaktadır. Bu düğümü çözebilmek için Kutadgu Bilig’in dayandığı temel mefhumları belli bir sıra ile ele alalım. Ancak böylelikle Töre’nin temellerini tespit etmek mümkün olacaktır.
“Kut” ve “Töre”nin hakîki mahiyetleriyle eski Türk medeniyeti kapılarını aralayan anahtar mefhumlar olduklarını artık görmüş bulunuyoruz.
Araştırmamıza göre; Kutadgu Bilig, Töre mucibince Kut kazanma bilgisi vermektedir.Yani “Töre”yi anlatmaktadır.
Yusuf Has Hacib; eski Türk cemiyetinin dört temel değerini sembolik şahsiyetler haline getirmiştir. Bunlarla birlikte diğer mefhumları da işleyerek sosyal hayata intikallerinin yollarını göstermiştir.
Eserde çıkış noktası ve zemin Töre’dir.; ulaşılacak hedef de Töre’dir. Konuyu aydınlatmak maksadıyla, aradaki merhaleler, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre adlı araştırmamızda; insan, akıl, hikmet, irfan, Kut ve Töre seyri içinde verilmiştir.
Töre’ye göre herkes “kişi” (insan) değildir. “Yalınguk” (çıplak vahşi,beşer), kişi namzedidir. Kendisine gönül, göz, akıl ve bilgi verilmiş, insanlık (kişilik) mertebesi gösterilmek suretiyle önce “kişi” sonra da “bilge” olması istenmiştir.
Yalınguk’da, bütün erdemler ile hakikatin özü kuvve halinde mevcuttur. O, kişi ve bilge olmaya istidatlıdır. Ancak hamdır. Nitekim, Kutadgu Bilig’de ısrarla insan meselesi üzerinde durulmaktadır. Bütün değerler Töre mefhumu içerisinde yerleştirilmiştir ve insan arzu edilen kemâle erişirse “iyi tabiatı sebebiyle onun ay’ı ve gün’ü parlar”[44] denmektedir. Eserde ay ve güneşin neleri temsil ettiğini artık biliyoruz. Demek ki Kut ve Töre insanın içinde de meknuzdur. Her insanın içinde ay’ı güneş’i zaten vardır. Bunları görünür ve parlak kılan yaradılıştan getirdiği iyi tabiata ilavaten toplumsal hayatta kazandığı erdemleridir.Bu sebeple yalınguk’a özünü (nefsini) tutmak (özün tutguçı) için “aklını kullanması” öğütlenmiştir. Kişilik makamına erişebilmesi için aklını devreye sokması, bunun yollarını öğrenmesi gerektiği anlatılmıştır. Çünkü bilgi ile techiz edilen akıl ve diğer erdemler sayesinde gönül pişmekte (nefis ıslah olmakta), gönül denizinin derinliklerindeki hikmet incilerine ulaşılmaktadır. Bu nokta kişilik makamı sayılmıştır.
Hikmet Töre’de en mühim unsurdur. Akıl ve bilgiden üstündür. Hikmet ehli kişi, derece derece Kutlanmakta ve zamanla Kut kaynağı olmaktadır. Bilge, cemiyet içinde en itibarlı, kamil akıl, kamil bilgi, olgun ve süzülmüş gönül sahibi bir kişidir. Şeref, hikmet, itibar ve Kut bilgelerden elde edilir. Bilge gafletten tamamen uzak ve artık kendi hakikatini, yaradılış sırlarını öğrenmiş Kutlu bir insan niteliğindedir. Manevî mertebe bakımından ideal insandır, hattâ hakandan dahi üstün tutulmuştur.
Yalınguk’un bu yükselişi, aynı zamanda kendi içinde derinleşme, ahlâkî ve fikrî kapasitesinde büyüme, yani Kutlanmağa başlama mahiyeti de taşımaktadır.
Aksi halde özünü tutamayan birisi, kişi olamayıp, hayvan sayılmaktadır. Hikmet menbaı gönüldür ve ancak nefsin ıslahı ile ortaya çıkmaktadır. Nefs diri ise gönül ölü bilinmiştir.
Akıl da, yalınguk’ta iken, yani henüz çiğ iken; us, piştikten ve hikmete teslim olduktan sonra, gönüldeki maneviyat sırlarına tercümanlık mertebesine gelerek kişi aklı seviyesine, yani ök (ög) mertebesine yükselmekteydi.
İşte gönlü pişmiş ve ök kazanmış bilge, Töre vazetmek noktasına gelen bir kişidir. Çünkü kendi öz cevheriyle yani kainatın her yerinde mütecelli küllî şuurla münasebete geçmiş, bizzat Kut olmuştur.
Tahlillerimiz sonunda anlaşılmıştır ki, Kut; kaynak itibariyle Tanrı’dandır; hayatın her anında ve dünyanın her yerindedir, hizmettedir; hikmet, irfan, Kut menbaıdır; insan bilge ve adil bey vasfı kazandığı takdirde bizzat Kut’tur; zaman da başariyete Kut kazandıran, insanları kendi hakikatlerine ulaştıran prensipler yekûnudur; Kut’da mutlak bir kudret, her türlü zenginlik ve nimet, mutlak güzellik, daimî tazelenme, ebedî hayat ve kusurlardan münezzehlik açıkça görülür; sadece idareciler değil, bütün insanlık için konmuş bir idealdir; fakat o, aynı zamanda devlet fikrinin çekirdek manasıdır; devlet, çekirdek mana itibariyle, insanlığın Kut’a kavuşmasını sağlayan bir mekanizmadır; ki, Kutadgu Bilig’de mevzuların Türk medeniyetinin karakteristiği olan devlet zemininde kompoze edilmesinin sebebi budur.
Kut’a kavuşmak, insanın kendi aslî cevherinin gaflet bilgisizlik… gibi arızalardan, ihtiras, kin, yalancılık…vb zaaflardan ayıklanmasıdır. Kut, bir manada insanın, aynı zamanda kâinatın da ruhu olan merkezî kudret Tanrı ile kendi varlığında temasa geçmesi demektir.
Ancak Kut’un dereceleri vardır. Mesela cömertlik, dost çokluğu, hizmet, güzel söz, yiğitlik, idâre hüneri, nefse hakimiyet… gibi meziyetler tek tek Kut kazandırabilir; ama bunların ikisi, üçü… bir araya geldikçe Kut yükselir ve mesela nihayet kanaat, güzellik… onu tamamlardı. Fakat bilhassa idare sanatında insana bin türlü erdem gerekirdi. Yani yöneticinin en üst seviyede Kutlanması lazımdı. İdeal bakımdan Kut kazandıran sebeplerin hiç birisinden sarf-ı nazar edilemezdi.
Kazanılan Kut geri gidebilir, nefsine uyanı terk edebilirdi. Kut’u korumak, hikmette, fazilette istikrara bağlıydı. Kut’u tamam kişi, artık bütün cihanın hakimi, Tanrı adına Töre’nin icrakârı olurdu.
Kut’un bu seviyesindeki kişi, aynı zamanda yukarıda geçen bilge kişidir. Artık, Töre’nin gerçek sahibi Tanrı adına kâinat nizamı parelelinde hükümler vazetmek, mevcutlar içinde bozulmuş prensiplerin ıslahı o kişinin işidir. O gönlündeki hikmetleri aklı yoluyla ve en güzel ifade kalıpları içinde söylemeye başlar.
Türkologlar, Töre’deki adalet anlayışının harikuladeliği karşısında onu kanun zannetmekte haklıdırlar. Ancak adalet zannedilmesinin sebebi Töre’nin şümulünün, mana alanının genişliğinden, ilâhî nizam oluşundan ileri gelmektedir.
Töre, “ Törütgen Tengri” (Halık)nin koyduğu nizamdır. Gerçek Töre koyucu Tanrı’dır. Töre olmazsa kâinat yerinde duramaz. Yani Töre kâinat nizamının da adıdır. Töre hükümleri içindeki tavsiye, yasak ve emirler saf doğrulardır.
Töre bütün insanlığı kucaklamaktadır. Evrensel bir kapsam taşıdığına şüphe yoktur.
Töre’nin indinde akıl ve istişâre son derece mühimdir; yani insanları ancak temel meselelerde bağlamakta; bunun dışında çok geniş bir hareket seyyaliyeti ve düşünme serbestisi tanımakta, fevkalade müsamaha göstermektedir. Töre’ye göre kurulmuş eski Türk devletlerinin laik görüntüsünün (aslında öyle olmamakla birlikte) sebebi Töre’nin bu vasfı olsa gerektir…
Töre, ahlâkî form bakımından insanı içinde yaşadığı tabiat ve hayat tarzı ile birlikte değerlendirerek hükümler koymuştur. İnsana kazandıracağı ahlâkın, kâinat nizamına paralel, kendi fıtrî yapısı istikametinde olmasına dikkat etmiştir. Keza adalet anlayışı da insanın bu tabiat hudutlarından çıkmasını, bir bakıma helâkini önlemek kastına bina edilmiştir. Haliyle, Töre’nin adâleti, ilâhî adâlet mahiyetinde kabul edilmektedir.
Eski Türk medeniyetinin şah damarı dense revâ olan Töre; kurduğu bu fikri ahlâkî nizâmı Kutadgu Bilig’teki şekliyle tatbikata da aksettirmektedir. Zaten buna Türk tarihinin pek çok devri şâhittir. Onun bey (hakan), beylik (il-devlet), ordu, kumandan… gibi mevzular ve bunlar arasındaki münasebetleri çözüş tarzı fevkalâde pratik, tabii ve gerçekçidir. İyilik, fayda, yapılabilirlik, eşitlikçilik adâlet, hikmete sevk etmek, insanı kendi hakikatine ulaştırmak… gibi hedefler Töre’nin açık hükümlerindendir.
***
İlâhî kaynaklı ilâhî bir mefhum olmak ciheti hakim karakterini meydana getirdiğine göre, Kut’un tecelli ettiği bütün unsurların Tanrı ile aynîleşmesi gibi bir manzara ile karşı karşıyayız. Tanrı ve varlıklar âleminin birlikte, bir olarak kavranıldığını bu merhalede rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani Kut, sanki “Tanrılaşma” veya “kendindeki Tanrı ile buluşma, tanışma, birleşme” gibi bir mahiyet arz etmektedir. Ki, bu nokta aynı zamanda “Törelenmek” tir.
Bizce Törük-Türük veya Türk olunan noktadır.
Dikkat çekici olan husus, Töre vazedenlerin hep bu merhaleden, Kutlandıktan sonra Töre koyma salâhiyeti kazanmalarıdır.
Hele “Hazret-i Âdem’den beri Töre koyanların hepsi anlayışlı insanlardı”[45] denişinde, yani Töre (din?) koyanların Hz. Âdem’e Tanrı ile arasında hiçbir perde bulunmayan bir kişiye nispet edilmesinde, ilâhî adalet fikri getiren hukuk sisteminde; ahlâk anlayışının zemîninde, Tanrı, beyi Töre’nin tatbiki için yükseltir, inanışında; kâinat nizamı ile Töre ahlâkı arasında kurulan paralelliklerde; Töre gayretinden doğan cihan hakimiyeti idealinde; aklın gaflete (yalınguk’a) mahsus us ile hikmete mahsus ög (Kutlu akıl; Ögdürmiş, Aytoldı’nın oğlu olduğu için) derecelendirmesinde ve nihayet irfanın (odgurmış’ın) eser boyu görülen manevî hakimiyetinde anlatılan aslında şudur: Töre ilâhî nizamdır: Büyük bir ihtimalle eski Türk dininin de adıdır. Evet! Görülen kuşatıcılığı, sistemliliği ve Tanrı inanışı ile oluşturduğu organik yapı açıkça ortaya koyuyor ki, bu bir dindir.
Bir de bilge’nin Kut kaynağı olması, kâinat düzeninin onlara bağlanması gibi hususları herhalde şöyle anlamalıyız.
Bilgelik mertebesi yalınguk’un yükselişinde en üst noktadır. Akıl, bilgi, gafletten arınmışlık, uyanık, süzülmüş ve pişmiş bir gönül; yani ayna gibi pürüzsüz, yankı sayılacak derecede kendisi olmaktan çıkış, bir manada nefsâniyetten tam arınmışlık; kâinatın küllî şuuruyla ayniyet kesbediş… İşte bu merhalede bilge, Tanrı’da Tanrı olmuştur. Orhun Âbideleri’nde Bilge Kağan’ın: “Tengri teg Tengri’de bolmış Türk Bilge Kağan” (Tanrı gibi Tanrı’da olmuş…)[46] dediği gibi… Ve bu bilge kişi Töre koyar. Peygamber değildir; ama belki İslâmî literatürdeki “velâyet” ile aynı değere ulaşmıştır.
Yani Töre, (elimizde kaynak bulunmadığı için şimdilik) kitabı olmayan bir dindir. Ortaya çıkan vasıflarıyla bu netice mümkün görülmektedir…
***
Böylece, Töre’ye göre Kut kazanma bilgisi veren Kutadgu Bilig’teki temel sistemin oturduğu zemini görmüş bulunuyoruz. Eserde hem muazzam bir tecrit, hem de mefhumları işlemek bakımından son derece ahenkli bir teşhis kudreti hakimdir. Meseleler, bir taraftan Türk medeniyetinin karakteristiği olan devlet telakkisi içinde terkip edilmiş, diğer yandan da sembolleri çözülünce apaçık beliriveren fevkalâde sistemli bir kâinat görüşü ortaya konmuştur. Devlet felsefesi, kâinat görüşü, insan problemi, ahlâk meseleleri… Eserde ustalıkla sistemleştirilmiştir.
Müellifin fert, devlet, aile, sosyal bünye telakkileri, devletin müessesevî şeması… vb. Dünya nizamı yanı sıra; akıl, gönül, hikmet, gaflet, hizmet, insan, haram-helâl, madde-mânâ, kâinat-beşeriyet ilişkileri gibi değerleri telif edip, birbirleri içinde sanki eriterek vermesi, Türk kültür tarihi bakımından hayranlık uyandırıcıdır.
Netice itibariyle diyebiliriz ki: Bu sistem Töre hükümlerini yaşayan bir milletin, yani Türklüğün (veya Türk’ün) dünya görüşü, inanış ve hattâ yaşayış üslubudur.
Bütün bu izahattan hareketle başlıktaki problemi değerlendirmeyi muhataplarımıza bırakıyorum.
[1] İbrahim Kafesoğlu, Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, İstanbul, 1980, s.21.