İslam-şeriat ilişkisi bağlamında ‘sabit din – dinamik şeriat’

Tam boy görmek için tıklayın.

Prof.Dr. İlhami GÜLER[i]

Son zamanlarda İslam-Şeriat ilişkisi, Türkiye’de tekrar toplumsal kutuplaşmayı tahrik etmek için suni/kasti olarak gündeme getirildi. Oysa sokak insanımızın hakikatte böyle bir gündemi yoktur. “28 Şubat Dönemi” nde de aynısı tekrarlanmıştı. Benim de içinde olduğum “İslâmiyât” dergisini çıkaran akademik ekip, “Şeriat” özel dosya sayısı çıkarmıştık (Cilt-1,sayı: 4. 1998). Alanında uzman akademisyen, düşünür ve tarihçi hocalarımızda makaleler alarak konuyu aydınlatmaya çalışmıştık. Dergide yazısı olanlar: Mehmet S. Hatipoğlu, Roger Garaudy, M. Abid El-Cabiri, İlhami Güler, Muhammed Arkoun, W. Cantwel Smith, Ali Dere, Himmet Konur, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Ercüment Kuran, J.M.S Baljon, Enis Ahmet, Adil Çiftçi, M. Hayri Kırbaşoğlu, Mahfuz Söylemez, Hidayet Şefkatli Tuksal, Mansurizade (1864-1923). Kendisi ile “Şeriat” üzerine soruşturma yapılanlar ise: Hüseyin Atay, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Hüseyin Hatemi, Hayreddin Karaman ve Seyyid Hüseyin Nasr’dır. Bu konu ile ilgili benim yazdığım makale ve sunduğum akademik tebliğ metinlerini, “Sabit Din Dinamik Şeriat (Ank. 1999)” başlığı ile kitaplaştırmıştım.

1- İSLAM-ŞERİAT İLİŞKİSİ

Ebu Hanife başta olmak üzer, klasik ulemamız, evrensel “İslam” dini ile onun, tarihsel (peygamber-vahiy) aktüelleşmesi olan “Şeriat”ı birbirinden ayırmıştır. Hz. Nuh’tan Hz. Muhammed’e kadar olan peygamberlerin dini olan “İslam” sabit/değişmez; şeriatları ise, muhtelif/değişkendir. İslam’ın özü İman (Tevhit-Mead-Nübüvvet), ibadet ve ahlaktır. Burada “İman” ilkesi asla değişmez; ancak ibadetlerin şekli-şemaili toplumdan topluma/dile göre değişebilir:” Her ümmet için uygulayacağı ayrı bir ibadet yolu belirledik. O halde, bu konuda seninle tartışmasınlar.” (22/67, 34). Yani, Allah’a “İbadet” etmek, dinin özü olarak değişmez; ancak, ibadet şekilleri (menasik) değişebilir. Ahlaka gelince, bütün dillere çevrilebilen ve Allah’ın insanlarda yarattığı vicdan kapasitesi ile geliştirdiği ve peygamberlerin de desteklediği, tashih ettiği adalet, yardım, barış, dürüstlük, merhamet, minnettarlık… gibi kurallar, değişmez ve dindir. Ancak, bunların hukuk, siyaset, iktisat gibi somutlaşmaları (şeriat), toplumdan topluma ve tarihten (zaman) tarihe değişir: “Her bir topluma ayrı bir şeriat ve yol koyduk. Oysa isteseydik, hepinize tek bir toplum yapardık. (Böyle yapmadık). Sizi denemek için böyle (çoğul) yaptık.” (5/48). “Bir hükmü (ayet) değiştirdiğimiz de, ondan daha iyisini getiririz”(2/106). “Biz, bir hükmü (ayet) değiştirip, yerine başka bir hüküm getirdiğimizde- ki Allah ne yapacağını gayet iyi bilir-, onlar: “Sen, uyduruyorsun” derler.” (16/101). “…Her dönemin kendine has bir hükmü (kitap) vardır; Allah, dilediğini imha eder; dilediğini de sabit tutar…”

(13/38-39). “Mecelle” de formülleştirilen “Ezmanın tağayyuru ile ahkâmın tağayyuru inkâr olunamaz (Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz)” ilkesi de, bunu ifade eder.

Din/İslam ile şeriat arasındaki ilişki ruh/omurga-iskelet ve beden-elbise arasındaki ilişkiye benzer. “Olması Gereken” olarak, ruh/omurga değişmez; beden-elbise ise, toplumdan topluma ve çağdan çağa değişir. Başka bir benzetme ile bir şehrin yeri ve ismi (adres) değişmez; ancak mimarisi, ekonomisi, kültürü ve demografisi değişir, gelişir, yenilenir.

İslam’ın erken tarihinde Kur’an’ın muhtevasının nüzulüne muvafık İçtihatları/ön-deyileri ile katkıda bulunmuş olan Ömer b. Hattab (“Muvafakвt-ı Цmer”), Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da şeriat alanında tecditlerini (re-form) sürdürmüştür. Ancak, Ahmed İbn Hanbel ve İdris eş- Şafii önderliğindeki Sünni-Arap aklı (“Ehl-i Hadis/Selefilik”), bunu engelleyerek Nassı, yorumsuz bırakarak Allah gibi (“Kelam-ı Kadim”) mutlaklaştırdı, dondurdu, dogmatikleştirdi. Ebu Hanife’nin “İstihsan” metodu, Mutezile’nin “İstihkak” ilkesi, Ömer’in metodolojik ruhunu devam ettirmek istiyordu; ancak başarılı olamadı. İmam Şafii’nin kurduğu “Fıkıh Usulü” ve Eş’ari’nin geliştirdiği “Kadercilik” itikadı ve Muaviye’nin zorla kurduğu “Saltanat” rejimi, Sünnilik= İslam olarak somutlaştı.

Geleneksel ulema, şeriatları “Nesh” etmenin, Allah’ın yetkisinde olduğuna; son şeriattan sonra bu kapının Kıyamete kadar kapalı olduğuna dogmatik olarak inanmıştır. Şeriat nesh etmenin gerekçesi hâşa keyfilik/kapris olmayacağına göre; toplumsal yaşamın dinamik ve değişken olması hikmetine bağlı olmalıdır. Toplumsal değişmenin yedinci yüz yılda Arapların durumunda durduğu kanaati, sadece dogmatik bir inançtır. Maturidi, Tefsirinde Hz. Ömer’in içtihatlarını “İçtihadi Nesh” olarak kavramsallaştırmıştır ve doğrudur. “Âlimler, peygamberlerin varisleridir” hadisi eğer geçerli ise; bu sorumluluğu, ulema üstlenmeliydi. Ancak, onların kahir ekseriyeti, bu sorumluluktan kaçındılar. Bunun yanı sıra İstisnalar, “Şaz” ve “Bidat” olarak dışlanmışlardır. Çağımızda Pakistanlı âlim rahmetli Fazlurrahman, neshi içeren içtihat sorumluluğunu, “Tarihselci Kur’an Yorumu” ile teorileştirdi.

Bugün gerek İslam dünyasında, gerekse Türkiye’de Şeriat karşıtlığının sebebi, bu yanlış kurulmuş, eskimiş, yıpranmış, altı oyulmuş, tarihte kalmış ve yer yer çürümüş unsurların, insanları irite etmesidir. Dolayısıyla, İslam= Sabit Şeriat formülü doğru değildir. İslam, dinamik ve dogmatik olarak iki şekilde de somutlaşabilmektedir.

Şeriat’ın tarihsel tecessümü, – sorumlusu ulema olan yanlışlıklar içermesinden öte- toplumdan topluma ve tarihten tarihe farklılık gösteren bir gerçektir. Türk toplumu, Fukaha’nın formülleştirdiği “şeriat” a fazla itibar etmemiştir. Osmanlı “Devlet” örgütlenmesi, Türk “Töre”si, Bizans etkisi ve İslam Şeriatının kesişmesine bağlı olarak oluşmuştur. Halk ise, şeriattan ziyade, Tasavvuf/Tarikat meşrep olmuştur. Türklerin bir kısmı Alevi-Bektaşiliği, diğer kısmı da Nakşiliği, Kadiriliği, Mevleviliği… benimsemiştir. Neyzen Tevfik’e atfedilen “Şeriat, bu kuluna kaba geldi Ya Resulullah” ifadesi, Türklerin bir kısmının Sünni “şeriat” ile arasındaki mesafeyi ifade eder. Kayseri’de “Hunat” Cami-i Kebiri’nde Cuma günü ateşli bir “şeriat talebi” vaazı dinleyen yetmiş yaşlarında ihtiyar bir amca, ayakkabıları elinde camiden çıkarken kendi kendine: “Şeriat getirecekmiş; ne varsa sanki.” sözü, benzer şekilde, ortalama Anadolu insanının, “Şeriat” ile olan mesafe duygusunu ifade eder.

Devrimlerle birlikte “Şeriat-Hilafet ve Tarikat” ilga edilmişti. Türk halkı devrimden sonra Şeriat ve Hilafetin ilga edilmesine ses çıkarmadı; ancak, dini sembollere (Ezan, Başörtüsü, Cami, Hac, Kur’an Kursu…) ve Tarikatların ilgasını hazmedemedi; bir müddet, yer-merdiven altında saklandıktan sonra tekrar açığa çıktı. Bugün, Tarikatlar ve Cumhuriyet döneminde oluşan “Cemaatler, -azınlık da olsa-, bütün versiyonları ile birlikte varlıklarını sürdürüyorlar.

2- ŞERİATIN YENİLENMESİ

İslam= Sabit Şeriat “itikad”ında olan “Şeriatçı”ların durumu, -teşbihte hata olmaz- motoru sağlam, kaportasının ilk modeli 610-632 de; diğer modelleri “Fıkıh-Kelam” disiplinleri ve reel politik tarafından klasik Tarım ve İmparatorluk dönemlerinde üretilmiş bir aracı, bugün piyasaya sunmaya benzer. Sayın cumhurbaşkanımızın “Faiz” konusunda böyle bir teşebbüsünün (“Nass var, Nass”), yakın zamanda ülkemize neye mal olduğunu hepimiz biliyoruz.

Kur’an’ın oluşturduğu şeriat, inzal olduğu Arap toplumunun hazır-bulunuşluluğu ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda, Allah tarafından, insan vicdanına (Kalb-i selim, Lübb, Basiret, Fuad…) yaslanarak gerekçeli (Li, Key, İzen, Hatta, Lealle…) olarak oluşturulmuştur. Fukaha, bu yöntemi terk ederek, nassları (Kur’an-Sünnet/Hadis) dondurmuş ve sürekli onları lafzen “İstismar=Meyvelendirme” ederek sorun çözmeye çalışmıştır. Bugün şeriatı yenilemek için yapılması gereken, Nassları içselleştirdikten sonra Allah’ın ve Hz. Muhammed’in muradını Kamu Maslahatına, vicdana, akla ve ahlaka dayalı bir “dil” ile şeriatı yenilemektir; onu, aynıyla taklit etmek değil. Dini sembol, kavram ve kıymetlere (Allah, İslam, Ayet, Hadis, Şeriat…) aleni atıf yaparak kendini “Temsil” makamında görmek, son derece tehlikelidir. Dinler (Yahudi-Hristiyan-İslam) Tarihi göz önünde tutulursa; bu tavırdan üç büyük tehlike doğmaktadır: 1- Dogmatizm, 2- Totalitarizm, 3- Din istismarı. Her üç olgunun, üç dinin tarihinde ve günümüzde nasıl sonu gelmez bir iç savaşa (“Dine karşı Din”-Ali Şeriati) sebebiyet verdiği herkes için alenidir. (Geniş bilgi için bkz: İlhami Güler, “Reel Politikada Dini Değer, Kavram ve Sembollere Atıfta Bulunmanın Doğurduğu Sorunlar”. Politik Teoloji Yazıları adlı kitabın içinde. Ank. 2010. s 65-89)

3- SONUÇ

İslam=Sabit/donmuş Şeriat formülü, dogmatik bir inançtır. Toplumu, bu tartışmalar üzerinden bölmek, yanlıştır. Doğru olan, “Sabit Din Dinamik Şeriat”tır. İslam dünyası, bu hakikati keşfedecek sorumlu düşünürler ve âlimler beklemektedir.

[i] Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

——————————————

Kaynak;

https://www.karar.com/gorusler/islam-seriat-iliskisi-baglaminda-sabit-din-dinamik-seriat-1843114

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen