Andre VLTCHEK
Bundan yüzyıl önce, iki Müslümanın bir kafeye ya da bir toplu taşım aracına girip kendini patlatarak düzinelerce kişiyi öldürmesi hayal bile edilemezdi. Ya da Paris’te bir hiciv dergisinin personelini katledeceği! Böyle şeyler kolaylıkla yapılamazdı.
Edward Said’in anılarını okuduğunuzda ya da Doğu Kudüs’te yaşlı adam ve kadınlarla konuştuğunuzda, eskiden Filistin toplumunun büyük bir kısmının laik ve ılımlı olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Filistin toplumu, yaşamı, kültürü ve hatta modayı dinsel dogmalardan daha çok önemsiyordu.
Aynı şey; Suriye, Irak, İran, Mısır ve Endonezya da dahil olmak üzere diğer birçok Müslüman toplum için de söylenebilir. Eski fotoğraflar herşeyi anlatıyor. Eski görüntüleri dikkatli bir şekilde tekrar tekrar çalışmak işte bu yüzden çok önemli.
İslam yalnızca bir din değil, aynı zamanda bilimde ve mimaride harikulade eserleriyle ve tıp alanında sayısız keşifleriyle Dünya’daki en muazzam kültürlerden biridir. Müslümanlar fevkalade şiirler yazmış çok güzel müzik besteleri yapmışlardır. Bütün bunların ötesinde, devasa kamu hastaneleri ve Fas’taki Karaviyyin üniversitesi gibi yeryüzünün ilk üniversiteleri de dahil olmak üzere dünyadaki en erken sosyal binaları yapmışlardır.
‘Toplumsal’ görüş birçok Müslüman politikacı için doğal bir düşünceydi ve Batı’nın, sol hükümetleri devirerek yerine Londra, Washington ve Paris’in faşist müttefiklerini tahta oturtarak yaptığı zalimce müdahale olmasaydı; bugün İran, Mısır ve Endonezya da dahil hemen hemen tüm Müslüman ülkeler, oldukça ılımlı ve çoğunluğu laik olan liderlerin yönetiminde büyük ihtimalle sosyalist ülkeler olacaktı.
***
Geçmişte sayısız Müslüman lider, dünyaya Batı’nın hükmetmesine karşı duruyordu ve Endonezya Devlet Başkanı Ahmet Sukarno gibi büyük şahsiyetler Komünist parti ve ideolojilere yakındı. Sukarno, hatta 1955 yılında Endonezya’da Bandung Konferansında açıkça tanımlanan, küresel anti – emperyalist, Bağlantısızlar Hareketi olarak isimlendirilen bir birliktelik oluşturdu.
Bu durum; faşist yönetici ve sömürgecilerle, krallarla, tüccarlarla ve büyük oligarklarla kendini evinde gibi hisseden, muhafazakar, seçkinler tarafından idare edilen Hristiyanlıkla çok ciddi bir karşıtlık oluşturuyordu.
Ortadoğu’yu ya da zengin kaynaklara sahip Endonezya’yı yöneten ilerici, Marksist ve Müslüman yöneticilerin varlığı ve popülaritesi imparatorluk için, kabul edilebilecek bir durum değildi. Eğer doğal zenginliklerini halklarının yaşamlarını iyileştirmek için kullanacak olurlarsa, İmparatorluk ve ortaklarına ne kalacaktı? Şüphesiz ki bu durumun önüne geçilmeliydi. İslam parçalanmalı ve radikal, anti-komünist ve halkının zenginliğini umursamayan kadrolarla bu ülkelere sızılmalıydı.
***
Günümüzdeki radikal İslami hareketlerin neredeyse tamamı; Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ve Batı’nın sadık müttefiki diğer Körfez ülkelerin politik yaşamına hakim, aşırı muhafazakar, İslamın en gerici hizbi Vahhabilikle bağlantılıdır.
Dr. Abdullah Mohammad Sindi’den bir alıntı:
“Tarihi kayıtlardan açıkça anlaşıldığı üzere İngiliz yardımı olmasaydı bugün ne Vahhabilik ne de Suudi Hanedanlığı mevcut olurdu. Vahhabilik İngiliz desteğiyle oluşturulan köktendinci İslami bir harekettir. ABD, 11 Eylül 2001 terör saldırılarını umursamadan, Suudi Hanedanlığını koruyarak dolaylı ya da dolaysız aynı zamanda Vahhabiliği de desteklemiş oluyor. Vahhabilik; şiddet ve aşırılık yanlısı, sağcı, aşırı muhafazakar, katı, gerici, cinsiyetçi ve hoşgörüsüzdür…”
1980’lerde Batı, Vahhabilere tam destek verdi. Soıvvyetler Birliği, 1979 ile 1989 yılları arasında süren Afganistan’daki amansız savaşa sürüklendikten sonra Batı Vahhabileri kullandı, silahlandırdı ve onlara mali destek sundu. Bu savaşın sonucunda hem ekonomik hem de moral olarak gücü tükenen Sovyetler Birliği yıkıldı.
Sovyetlerle olduğu kadar Kabil’deki sol eğilimli hükümetle de savaşan mücahitler, Batı ve müttefikleri tarafından cesaretlendirildi ve finanse edildi. Müslüman dünyanın her bir köşesinden, Komünist kafirlere karşı ‘Kutsal Savaş’a katılmak için koştular.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı arşivlerine göre:
“Sözde Afgan-Arap birlikleri ve ateist komünistlere karşı cihat etmek isteyen yabancı savaşçılar. Bunların içinde öne çıkan, daha sonra ismi El Kaide olacak olan Araplardan oluşan grubu ile genç Suudi Usama Bin Ladin adında biriydi.”
Batı tarafından yaratılan ve çeşitli Müslüman ülkelere sokulan radikal Müslüman gruplara El Kaide, fakat aynı zamanda daha yeni bir grup olan ISİD de dahildi (aynı zamanda IŞİD olarak da biliniyor). IŞİD; Suriye/Türkiye ve Suriye/ Ürdün sınırlarındaki ‘mülteci kamplarında’ doğmuş, Suriye’nin laik Beşar Esad hükümetine karşı savaşması için NATO ve Batı tarafından finanse edilen aşırılık yanlısı bir silahlı gruptur.
Bu radikal unsurlar birden fazla amaca hizmet ediyorlar. Batı, onları, düşmanlarına– imparatorluğun, dünyaya tamamen egemen olmak için izlediği yolda önüne engel olarak çıkan ülkeler – karşı savaşta vekil olarak kullanıyor. Daha sonra yolda bir yerde bu aşırı ordular ‘kontrolden tamamen çıktıktan’ ( ve her zaman çıkarlar ) sonra artık korkuluk ve ‘Teröre Karşı Savaş’ı haklı çıkaran unsurlar olarak ya da IŞİD’in Musul’u almasından sonra olduğu gibi, Batı askerlerinin Irak’ta yeniden savaşa girmesine mazeret olarak kullanılıyorlar.
Gazetelerin ön sayfalarında ve televizyon ekranlarında; radikal İslami grupların, okuyucularına ‘dünyanın ne kadar tehlikeli bir yer olduğu’, ‘batının dahlinin ne kadar önemli olduğu’ ve sonuç olarak denetimin ne kadar hayati olduğu, güvenlik önlemlerinin yanında devasa ‘savunma’ bütçesi oluşturmanın ve serseri devletlere karşı savaşın ne kadar kaçınılmaz olduğunu anlatan hikayeleri boy göstermektedir.
***
Müslüman uluslar ve İslam, sosyalizme meyletmiş barışçıl ve yaratıcı bir medeniyetken, birdenbire kendilerini raydan çıkmış, kandırılmış, kötü duruma düşürülmüş, yabancı dini ve ideolojik unsurlar tarafından içlerine sızılmış ve Batılı ideolog ve propangandistler tarafından ‘korkunç tehdide’; hoşgörüsüzlüğün ve terörizmin zirvesi ve sembolüne dönüştürülmüş halde buldular.
Durum bütünüyle grotesk bir hal almış durumda ama kimsenin gülecek hali yok – sonuçta çok sayıda insan hayatını kaybetti; çok büyük yıkım oluştu!
Endonezya, ilerici Müslüman değerlerin ve işlevlerinin yok edilmesinin hangi mekanizmalarla olduğuna dair en çarpıcı tarihsel örneklerden biridir:
1950’lerde ve 1960’ların başında ABD, Avustralya ve genel olarak Batı, Devlet Başkanı Sukarno’nun ilerici, anti-emperyalist ve enternasyonalist duruşu ve Endonezya Komünist Partisi’nin ( PKI ) artan popularitesinden giderek artan bir şekilde ‘endişeli’ idiler. Fakat, Komünist ideallerle açık bir şekilde ittifak eden; aydın, sosyalist ve ılımlı Endonezya İslam’ından daha da çok kaygılıydılar.
İçlerinde ünlü cizvit Joop Beek’in de bulunduğu Hristiyan, anti-komünist ideolog ve ‘stratejistler’ Endonezya’ya sızdılar. Bunlar, el altından, 1965 yılı ve sonrasında bir ila üç milyon arasında insanın hayatına mal olan darbeyi planlamada yardımcı olan, misyonları ideolojiden paramiliter yapıya kadar uzanan örgütler kurdular.
Batıda şekillenen ve Joop Beek ve aveneleri tarafından yayılan son derece etkili anti-Komünist ve anti-entelektüel propaganda aynı zamanda, darbenin hemen ardından üyelerini Solcuları öldürmeye yönelten büyük İslami örgütlerin çok sayıda üyesinin beyninin yıkanmasında yardımcı oldu. Tabi ki onlar yalnızca Komünizmin değil İslam’ın da, Endonezya içindeki Batı yanlısı ‘beşinci kol’ Hristiyanlığın hedefi olacağının bilincinde değildiler. Ama gerçekte asıl hedef sol eğilimli, liberal İslamdı.
1965 darbesinden sonra Batı tarafından desteklenen faşist diktatör General Suharto, Joop Beek’i başdanışmanı olarak kullandı. Aynı zamanda, ideolojik olarak Beek’in ‘öğrencilerinden’ hizmet gördü. Rejim ekonomik olarak da çoğunlukla Liem Bian Kie gibi Hristiyan büyük işadamlarıyla ilişkiliydi.
Dünyanın en kalabalık Müslüman ulusuna sahip Endonezya’da Müslümanlar devre dışı bırakıldı, onların ‘güvenilmez’ partileri diktatörlük sırasında yasaklandı ve hem siyaset (gizlice hem de ekonomi (alenen) tamamen, Hristiyan Batı yanlısı azınlığın sıkı denetimine bırakıldı. Bugün bu azınlık hala, anti-Komünist savaşçılar, birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş kartel ve mafyalar, medya ve yozlaşmış vaizleriyle (ki bunların birçoğu 1965 katliamında rol almışlardır) birlikte özel dini okulların da bulunduğu ‘eğitim sektörü’ ve diğer yerli ve küresel rejim işbirlikçilerinden oluşan karmaşık ve zehirli bir ağa sahiptir.
Endonezya’da Müslümanlar, çoğunluğu fakir ve etkisiz olmak üzere, sessiz bir çoğunluk durumuna düşürüldü. Yalnızca, hüsrana uğramış beyaz cübbeli militanları barlara saldırdığında ya da çoğu Mücahitlere ve Sovyet-Afgan savaşına karışmış aşırılık yanlıları Bali ve Cakarta’daki gece kulübü, otel ve restoranlara bombalı saldırı düzenlediğinde manşetlere çıkabiliyorlar.
Acaba, bunları gerçekten onlar mı yapıyor?
Endonezya’nın sabık Başkanı ve ilerici Müslüman din adamı (seçkinlerin baskısıyla iktidardan inen) Abdurrahman Vahid bir keresinde bana : “Cakarta’daki Marriot Otelini kimin patlattığını biliyorum. Saldırı İslamcılar tarafından değil; varoluşlarını ve bütçelerini meşrulaştırmak ve Batı’ya şirin görünmek maksadıyla Endonezya gizli servisleri tarafından yapıldı.” demişti.
***
Londra’da iken, önde gelen ilerici Müslüman entelektüellerden arkadaşım Ziyaeddin Serdar; “Batı emperyalizminin kendi yarattığı radikal fraksiyonlarla çok fazla işbirliği içinde olmadığını düşünüyorum”, demişti.
Ve Serdar sözlerini şöyle sürdürmüştü:
“Sömürgeciliğin, Müslüman uluslar ve kültürlerine basit bir zarardan çok daha fazlasını yaptığını kavramak zorundayız. Müslüman kültürlerin bilgi birikimi, öğretimi, düşünce ve yaratıcılığının ezilmesinde ve nihai olarak da yok olmasında önemli bir rol oynadı. Sömürgeci temas; ‘Avrupa Rönesansı’ ve ‘Aydınlanmanın’ temeli olan İslam bilgi birikiminin üstüne oturarak başladı ve hem Müslüman toplumlardan hem de onların tarihinden gelen bilgi birikiminin kökünü kurutarak da son buldu. Bunu hem fiziksel olarak yok ederek – öğretim kurumlarını yıkarak ya da kapatarak, birtakım yerli görenekleri yasaklayarak, yerli düşünür ve bilim adamlarını öldürerek – hem de tarihi, diğer medeniyetlerin önemsiz tarihini içine dahil ettikleri Batı medeniyeti tarihi olarak yeniden yazarak yaptılar.”
İkinci Dünya Savaşı sonrası umutlardan günümüzün karanlığına ne uzun ve rezil bir yolculuk oldu!
Müslüman dünyası şu anda yaralı, aşağılanmış, yönünü şaşırmış durumda ve neredeyse de her zaman savunma konumundadır.
Ötekiler ve sık sık da Batı ve Hristiyan görüşlere bel bağlamak zorunda kalan kendi halkları tarafından yanlış anlaşılmaktadır.
Eskiden İslam kültürünü çekici kılan unsurlar ─hoşgörü, bilim, halkın refahı ile alakalı olma─ İslam aleminden koparılıp atıldı ve dışarıdan yok edildi. Geriye yalnızca din kaldı.
Bugün Müslüman ülkelerin çoğu despotlar, askerler ya da yozlaşmış gruplar tarafından yönetilmektedir. Bunların tamamı Batıyla ve onun küresel rejimi ve çıkarlarıyla sıkı ilişkiler içerisindedir.
Batılı işgalci ve sömürgeciler, daha önce çeşitli büyük uluslara ve Afrika’nın yanında Güney ve Orta Amerika imparatorluklarına yaptıkları gibi Müslüman kültürleri de tamamen yok etmeyi başardılar.
Kültürün yerine açgözlülüğü, yozlaşmayı ve merhametsizliği ikame etmişlerdir.
Farklı, Hristiyan olmayan temellere sahip her şeyin imporatorluk tarafından un ufak edildiği görülüyor. Bugün, yalnızca en büyük ve en dayanıklılar ayakta kalmayı başarmıştır.
Ne zaman bir Müslüman ülke kendi aslına dönmeye, sosyalist ya da toplumsal bir yolda yürümeye çalışsa ─ister İran, Mısır, Endpnezya isterse de daha yakın zamanlardaki Irak, Libya ya da Suriye olsun─ vahşi bir şekilde işkence edilip yıkıma uğratılıyor.
Halkın iradesi acımasızca çiğneniyor ve demokratik kararlar alması engelleniyor.
On yıllardan beri Filistin, özgürlükten ve hatta en temel insan haklarından mahrum bırakılıyor. Ne İsrail ne de İmparatorluk, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını kabul ediyor. Filistinliler, bir gettoya hapsedilmiş, aşağılanmış ve katledilmişlerdir. Bazılarının dinden başka sarılacak bir şeyi kalmamıştır.
‘Arap Baharı’, Mısır’dan Bahreyn’e kadar hemen hemen her yerde rotasından çıkarılıp sona erdirilmiş ve eski rejim güçleri ve ordu yeniden iktidara gelmiştir.
Afrikalı halklar gibi Müslümanlar da, doğal kaynaklarca zengin ülkelerde doğmanın korkunç bedelini ödüyorlar. Çin gibi, Batı’nın bütün kültürlerini gölgede bırakan, tarihin en büyük medeniyetine sahip oldukları için de onlara acımasız davranılıyor.
***
Hristiyanlık dünyayı talan etti ve vahşileştirdi. İslam ise Selahaddin Eyyubi gibi büyük padişahlarıyla birlikte Halep ve Şam, Kahire ve Kudüs şehirlerini savunarak işgalcilere karşı direndi. Bütün bunların ötesinde İslam talan ve savaştan çok bir büyük medeniyet kurmayla uğraşıyordu.
Bugün Batı’da hemen hemen hiç kimse Selahaddin’in ya da Müslüman dünyasının ortaya koyduğu büyük bilimsel, sanatsal ve toplumsal gelişmeleri hatırlamıyor. Ama IŞİD konusunda bütün dünya ‘gayet iyi bir şekilde bilgilendirilmiş’ durumda. Elbette ki bu örgütü, Batı’nın Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmada kullandığı başlıca enstrüman olarak değil, yalnızca ‘aşırılıkçı İslami grup’ olarak biliyorlar.
Fransa Charlie Hebdo mizah dergisi çalışanlarının ölümünün ‘yasını tutarken’ (elbette ki korkunç bir cinayet), bütün Avrupa’da, İslam dünyasında uygulanan ılımlı, laik ve ilerici rejimlerin tamamını yıkarak, Müslümanları hasta ruhlu fanatiklerin insafına bırakan Batı ve haçlılardan doğan köktenci Hristiyan doktrinleri değil, bir kere daha İslam şiddet ve aşırılık yanlısı olarak nitelenmektedir.
***
50 yıl içinde 10 milyon Müslüman, ülkeleri imparatorluğa hizmet etmeyi kabul etmediği ya da yeteri kadar içten hizmetlerde bulunmadığı veyahut onlara engel olduğu için katledildi. Mali, Somali, Bahreyn ve diğer birçok ülkenin yurttaşlarının yanı sıra kurbanlar Endonezyalı, Iraklı, Cezayirli, Afgan, Pakistanlı, İranlı, Yemenli, Suriyeli, Lübnanlı ve Mısırlıydılar.
Batı, en korkunç canavarları belirledi, onlara milyarlarca dolar ve silah verdi, ileri düzeyde askeri eğitim sağladı ve ardından bunları ortalığa saldı.
Terörizmi besleyen Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler, Batı’nın en yakın müttefiklerindendir ve tüm Müslüman dünyaya saldıkları korkunun karşılığında hiç bir zaman cezalandırılmamışlardır.
Halihazırda IŞİD’e karşı ölümcül bir savaşa tutuşan fakat aynı zamanda İsrail işgaline karşı mücadelesiyle de Lübnan halkının, düşman karşısında kenetlenmesine neden olan Hizbullah gibi büyük toplumsal hareketler, Batı tarafından yayınlanan ‘terörist örgütler listesinde’ yer alıyor. Bu durum konuyla yakından ilgilenen herkes için çok şey anlatıyor.
Ortadoğu’dan bakıldığında, Batı’nın, Haçlılar zamanında olduğu gibi Müslüman ülkeleri ve İslam kültürünü tümden ortadan kaldırmayı hedeflediği anlaşılıyor.
İslam dinine gelince; imparatorluk tarafından, bu dine mensup olanların yalnızca ,koyun gibi, vahşi kapitalizme ve dünyanın Batı tarafından hakimiyetine ses çıkarmayanları kabul görüyor. Hoşgörü gösterilen diğer İslami yapı, bizzat Batı’nın kendisi ve körfezdeki müttefikleri tarafından üretilen ve misyonu kendi halkını ortadan kaldırarak ilerleme ve toplumsal adalete karşı mücadele etmek olan akımdır.
************************
Andre Vltchek roman yazarı, film yapımcısı ve araştırmacı gazetecidir. Birçok ülkede savaş ve çatışmalarla ilgili haberler yaptı. Bunların sonucunda yeni bir kitap yazdı: “Fighting Against Western Imperialism”(Batı Emperyalizmine Karşı Savaş). ‘Pluto’ , Noam Chomsky ile yaptığı tartışmayı yayınladı: On Western Terrorism (Batı Terörizmi Üzerine). Büyük beğeni toplayan politik romanıPoint of No Return yeniden gözden geçirildi ve raflardaki yerini aldı. Oceania , onun Güney Pasifik’te Batı Emperyalizmi üzerine yazdığı bir kitabıdır. Suharto sonrası Endonezya ve serbest piyasa modeli üzerine yazdığı kışkırtıcı kitabını adı “Indonesia – The Archipelago of Fear”dır (Korkunun Takımadaları). Ruanda tarihi ve DR Congo yağması ile ilgili “Rwanda Gambit” isimli eseri bulunmaktadır. Uzun yıllar Latin Amerika ve Okyanusya’da yaşadıktan sonra Vltchek şu anda Doğu Asya ve Afrika’da yaşıyor ve çalışıyor. Kendisine internet sitesinden ya da Twitter’dan ulaşılabilir.
——————————————————————————————–
İngilizce’den Çeviren: Özgür Girişen
Kaynak :
http://ozguruniversite.org/index.php/guencel-yazlar/1799-slami-teroerden-kim-sorumlu-9-ocak-2015
9 Ocak 2015