İsrail’in saldırıları sonucu Lübnan’dan yeni göç dalgası mı geliyor?

Tam boy görmek için tıklayın.

Doç. Dr. Eren Alper YILMAZ[i]

Bir süredir Hizbullah ile kontrollü çatışmalara devam eden İsrail ordusu, 17-18 Eylül’de Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerini patlatmıştı. Aralarında çocukların da olduğu en az 37 kişinin öldüğü, 3000’den fazla insanın yaralandığı saldırıların devamı da geldi. 23 Eylül’de İsrail, Güney Lübnan ve Beyrut’ta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yüzlerce hava saldırısı düzenledi. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı, yaklaşık 500 ölü ve 1600 yaralı, 1975 yılında yaşanan Lübnan İç Savaşı’ndan bu yana, yani neredeyse son 50 yılda ilk defa bir günde ölenlerin sayısını geçti, yaklaşık 27 Eylül’de Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın ölümünü 1 Ekim’de İsrail’in Kuzeyin Okları Operasyonu adıyla karadan işgal saldırıları takip etti. İsrail hemen her gün Lübnan’da çeşitli hedeflere yönelik saldırılarını sürdürüyor, her gün Lübnan’dan ölüm haberleri geliyor.

İşin askerî ve siyasal boyutunun yanı sıra bir de toplumsal boyutunun olduğunu vurgulayalım. İsrail’in önündeki bütün engelleri kaldırmak üzere önce Gazze’de ardından da Lübnan’da başlatmış olduğu bu insanlık suçu, aynı zamanda yakın tarihin en büyük göç dalgalarından birini de beraberinde getirmek üzere. İsrail bombardımanı nedeniyle binlerce Lübnanlının “güvenli” bölgelere kaçışı sürüyor. 2006 yılındaki İsrail-Lübnan Savaşı’ndan bu yana bilhassa Sayda bölgesine doğru eşi benzeri görülmemiş bir göç hareketliliği yaşanıyor.

İsrail’in göç planı

Öncelikle yaşanan bu durumun planlı bir göç hareketi olduğunu belirtmekte fayda var. Gazze bombardımanları sonrası Yahudilere yerleşim yeri açabilmek için Gazze’deki insanlar güneye, yani Mısır’a doğru göç ettirilmiş, fakat Mısır Hükümeti bu duruma reaksiyon gösterdiği için Filistinliler sınırlı bir alana hapsolmuşlardı. Mantık şuydu, ne kadar çok Gazzeli Müslüman anavatanından uzaklaştırılırsa o kadar çok İsrailli Yahudi’ye alan açılacaktı. Aynı şekilde Lübnan’a yönelik bombardımanın akabinde de binlerce Lübnanlı yurttaşın göçe zorlandığı görüldü. İsrail ordusu bir süredir havadan yoğun saldırılara maruz bıraktığı Lübnan’ın güneyinden göç edenlere “can güvenliğiniz için ikinci bir emre kadar evlerinize geri dönmeyin” minvalinde uyarılar yapıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere İsrail’in bölgenin demografik yapısını değiştirme ve “Yahudileştirme” politikası çerçevesinde, Gazze’den sonra Lübnan’dan da yeni bir göç dalgası başlatılıyor.

Suudi Arabistan’daki Kral Faysal Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Umeyme Ahmed El Calahme’nin “Yahudi Senaryosu Tekrarlanıyor başlıklı makalesinde de yayınladığı üzere Filistin (Gazze ve Batı Şeria), Suriye, Lübnan, Sina Çölü ile Nil Nehri deltasının tamamı, Arabistan Yarımadası’nın önemli bir kısmı, Suudi topraklarının kuzey kesimleri, Irak’ın yarısı ve Türkiye’nin belli bölgeleri “Büyük İsrail Haritası”nda açıkça gösteriliyor. Radikal muhafazakar- aşırı ırkçı partilerin desteklediği fanatik Yahudi yerleşimcilerin de içinde olduğu sağ tandanslı çevreler, Güney Lübnan’ın da işgal edilmesi, buralarda uydu kent ve köyler kurulması yönündeki talep ve faaliyetlerini son zamanlarda sıklaştırdılar. Tüm baskılar, Netanyahu Hükümeti’ni İsrailli Yahudi halkına yerleşim yeri açılması ve bölge halkının göçe zorlanması noktasında harekete geçiriyor.

Yaşanan bu kara ve hava saldırıları neticesinde güneyden kaçan Lübnanlılar genellikle eğitim kurumlarına veya diğer acil durum merkezlerine yerleştiriliyor. 30 Eylül 2024’te Lübnan’ın Çevre Bakanı Nasır Yasin, yaklaşık 157 bin kişinin sığınma merkezlerine yerleştirildiğini açıkladı. Ciddi bir trafik yoğunluğu ve temel ihtiyaç malzemelerinin eksikliği nedeniyle göçmenler yollarda zor şartlarda ilerleyişini devam ettiriyor. Saatlerce araçlarında kalan, aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu Lübnanlılar, gittikleri yerlerde yiyecek ve su olmadan barınma merkezlerine sığınıyor veya kiralık ev arayışına giriyorlar. 2011 sonrası Suriyelilerin, 7 Ekim 2023 sonrası Filistinlilerin yaşadığı benzer tablonun bir tezahürü aslında.

Lübnan tarihinin en büyük göç dalgası

Bir yandan ülkenin güney kesimlerinden başkent Beyrut ve kuzeye göç dalgası devam ederken, öte yandan çok sayıda sivil can güvenliğinden endişe ederek ülke sınırları dışına çıkmaya başladı. Haliyle durum iç göçten dış göçe doğru evriliyor.

Binlerce insan ise kara yoluyla, yürüyerek ülkeyi terk etmeye çalışıyor. Lübnan’ın güneyinden başlayan bu göç dalgaları, sonrasında ülkenin kuzeyini de içine alacak şekilde Beyrut-Şam karayolu üzerinden Suriye’nin güneyine doğru bir rota çiziyor. Burada nüfusun yoğunlaştığı şehirler daha çok Halep, Şam, Tartus ve Humus olarak görülüyor. Bu süreçte bazı zorluklar da tezahür ediyor. Kalabalık göç nüfusunun getirdiği trafik yoğunluğu, Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarından da anlaşılacağı üzere ilaç stoklarının tükenmeye başlaması, gıda sorunu ve en önemlisi de İsrail’in ülkenin dört bir yanına düzenlediği hava saldırıları ve gönderdiği askerî birlikler, bilhassa kara yolu üzerinden yapılan göç hareketliliğinde Lübnanlı vatandaşları can güvenliği açısından tedirgin ediyor.

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, 29 Eylül 2024’te yapmış olduğu açıklamada ülkede (ülke içi ve ülke dışı toplamı) yerinden edilenlerin sayısının bir milyona yaklaştığına dikkati çekerek, Lübnan tarihinin en büyük göç dalgasının yaşandığına vurgu yaptı. Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Lübnan Ofisi Başkanı Mathieu Luciano ise, 3 Ekim’e kadar Lübnan’dan yaklaşık 235 bin kişinin sınır komşusu olan Suriye’ye doğru geçtiğini vurguladı.[1]

Türkiye’ye yeni bir göç dalgası mı?

Bu süreçte ilk aşamada net sayı verilmese de, Türkiye’ye de on binlerce kişinin göç ettiği tahmin ediliyor. Karayolunun dışında bilhassa havayolu güzergâhı en çok tercih edilen göç ağlarından biri haline gelmiş durumda. Güvenlik nedeniyle Türk Hava Yolları (THY) ve Pegasus’un seferlerini iptal ettiği Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta vatandaşlar, seferlerine devam eden Middle East Airlines’ın İstanbul rotalı veya aktarmalı uçuşlarıyla Türkiye’ye geliyor. Middle East Airlines’ın İstanbul uçuşları an itibariyle tükenmiş durumda. Yalnız gelen her Lübnanlının Türkiye’de kalmak için geldiğini söylemek doğru olmaz, bazıları ise Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçiyor.

Öte yandan İsrail’in saldırılarını sürdürdüğü Lübnan’ın Tripoli Limanı’ndan Mersin’in Silifke ilçesindeki Taşucu Limanı’na feribotlar geliyor. Aralarında Türklerin de bulunduğu yolculardan yabancı olanlar kendi ülkelerine gönderiliyorlar. Lübnan’dan ayrılmak isteyen ama pasaportu olmayanlar içinse resmî olarak kolaylık sağlanıyor ve hükümet ülkeden pasaportsuz çıkışlarına izin verilmesi kararı aldı. Deniz yoluyla göç etmek, şu an için Lübnanlılar için daha uzun fakat daha güvenli görünüyor.

Bu tahliyeler gündeme gelirken, yaklaşık 8 bin Türk kökenli vatandaşın Lübnan’da yerleşik olarak yaşadığı, 30 bin Türk kökenli vatandaşın ise farklı sebeplerden ötürü Lübnan’da bulunduğu tahmin ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Lübnan’daki vatandaşlarımızın deniz veya hava yoluyla tahliye edilmesi için alternatif planlar hazırladığını duyurdu ve bu kişileri güvenli bir şekilde Türkiye’ye getirebilmek için çalışmalara başladı. Bu noktada Beyrut’taki Türkiye Konsolosluğu iletişim kanalları, güvenliğin sağlanması ve göç hazırlıklarının yapılması için önemli bir misyon üstleniyor.

Sosyal medya paylaşımlarında havaalanında kendileri ile röportaj yapılan birçok Lübnanlı Türkiye’yi güvenli ülke gördükleri için burayı tercih ettiklerini ve savaş bitene kadar burada kalacaklarını söylüyor. Bu söylemlere aşinayız aslında, zira Suriyelilerin Arap Baharı’nın hemen akabinde sınırdan geçip Hatay’a ilk geldikleri anları bizlere hatırlatıyor. Lübnan’dan kaçan sivillerin yanı sıra, coğrafi yakınlık, tarihi ve kültürel bağlar nedeniyle Lübnanlı Türkmenlerin de Türkiye’yi birinci sığınak olarak seçmeleri muhtemel.

Göç dalgasının Türkiye’ye muhtemel etkisi

Son tahlilde yeni bir göç dalgasının Türkiye üzerinde yaratacağı etkiye bakmak yerinde olacaktır. Malum 2011 yılında Suriye İç Savaşı’nın başlamasından bu yana Türkiye, hazırlıksız yakalandığı büyük bir sığınmacı akınına ev sahipliği yaptı. Türkiye, çatışmalardan kaçan insanlara sınırlarını açarak ve onlara geçici koruma statüsü vererek kendi tabiriyle ciddi bir “Açık Kapı Politikası” benimsedi.

Ankara, 2011’de ülkelerinde iç savaşın patlak vermesinden bu yana sınırı geçerek Türkiye’ye gelen Suriyeli sığınmacıları barındırmak için 40 milyar dolardan fazla para harcadı. An itibariyle 3,09 milyon kayıtlı Suriyeli[2] ile dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip ülkesi pozisyonundayız. Üstüne bir de Taliban’ın iktidara gelmesiyle birlikte ülkeye gelen Afganları eklediğimizde, göç konusunda ciddi bir sınav verir hale geldik.

12 yıl içerisinde sayıları giderek artan Türkiye’deki sığınmacılar, son yıllarda Türkiye kamuoyunda artan göç karşıtlığıyla tartışmalı bir zemine oturdu. Bilhassa son yıllarda yaşanan mali kriz ve ekonomik durgunluğa istinaden bu konu, “istihdam alanında rekabet yaratılması, iş kollarının ellerinden alınması” gibi spesifik sebepler, bazı Türk vatandaşlarının Suriyeli sığınmacılara yönelik öfkesini ve hoşnutsuzluğunu tetikledi. Bu durum siyasal partilerin popülist politikalarının da bir parçası haline geldi ve “Sığınmacıları geri göndereceğiz” retoriği pek çok siyasetçinin ağzına pelesenk olmaya başladı.

Son günlerde Lübnanlıların Türkiye’ye gelmeye başlaması -İsrail’in bu saldırılarının durmayacağını da hesaba katarsak- ve bundan sonraki süreçte daha çok göçmenin hava ve deniz yoluyla ülkemize girme ihtimalinin yüksek olması, toplum nezdinde büyük bir rahatsızlık yaratacağa benziyor. Daha şimdiden hem muhalif siyasi kanatta hem de toplumun bazı kesimlerinde yurtlarını terk edip Türkiye’ye sığınan Lübnanlılara karşı tepki doğmaya başladı. Hâlihazırdaki Suriyeli, Afganlı ve Iraklı göçmenlere bir de Lübnanlı göçmenlerin eklenmesiyle birlikte, demografik, ekonomik, dinî ve kültürel gerekçeler gösterilerek toplum içinde bir infial yaratılması kuvvetle muhtemel görünüyor.

Özellikle Lübnan’ın çok kültürlü bir dinî yapısının olması, Hristiyan ve Dürzilerin de Lübnan halkının yaklaşık %40’ına tekabül etmesi, dinî açıdan Türk halkı ile Lübnan halkı ile çatışmalar yaratabilir. “Ensar-muhacir ilişkisi”, “din kardeşi” gibi mottolarla büyük çoğunluğu Müslüman olan bir topluma kabul ettirilmeye çalışılan Suriyelilerin bile fazlasıyla tepki çektiği bir ülkede, farklı dinlerin veya mezheplerin Müslüman bir toplum nezdinde ne kadar kabul göreceği tartışma konusu. Özellikle Avrupa’da aşırı sağ ve popülizmin yükseldiği şu sıralarda Hristiyan değerlerinin korunması ve homojen kültür yaratılması bağlamında Müslümanlara yönelik geliştirilen İslamofobik tutum, etki-tepki prensibi çerçevesinde Türk toplumu içinde de Hristiyanlara karşı bir önyargı ve tepkiyi açığa çıkarabilir.

Güvenlik kaygısı

Lübnan’dan gelecek göçlerde bir diğer üzerinde durulması gereken endişe konusu ise güvenlik.

Hatırlayalım Arap Baharı’yla birlikte ülkemize gelen Suriyeliler içinde El Muhaberat örgütünden IŞİD’e, hükümlülerden Selefi örgütlere kadar birçok tehlikeli grup sınırlarımızı geçerek Türkiye’ye ulaşmıştı. Ankara Ulus Garı katliamı, Taksim İstiklal Caddesi’ndeki patlama ve daha niceleri, ülkemizde büyük bir güvenlik açığını gözler önüne sermişti.

Aynı şekilde Lübnan da başta Hizbullah olmak üzere, Hizbullah ile aynı çizgide durmayan (Özgür Yurtsever Hareketi ve Fecr Kuvvetleri gibi) farklı dinî ve ideolojik grupları barındıran bir yapıya sahip. Bu grupların farklı yollarla ülkemize giriş yapması- daha önceki tecrübelerle sabit olarak- büyük bir güvenlik zafiyeti yaratacak ve toplumu yeni tehditlerin eşiğine getirecektir. Bu tür örgütler kendilerine olan destek kesildiği zaman silahın namlusunu hemen farklı yöne çevirebilirler. Dolayısıyla bugün bu örgütlere dolaylı olarak da destek verilse de, yarın politika değişikliğine gidildiğine, sınırlardan giriş yapan cihatçı örgüt üyelerinin ülkede güvenlik sorununa sebep olmayacaklarının garantisini kimse veremez.

Ne yapmalı?

Ezcümle, savaşın yoğunlaşması ve çatışmaların yayılması, Suriye örneğinde olduğu gibi Lübnanlı sivillerin güvenlik arayışını daha acil ve kitlesel bir hale getirebilir. İsrail tarafından artan hava saldırıları ve kötüleşen yaşam koşulları da, Lübnan’dan Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgasına işaret ediyor.

Dolayısıyla Devletimizin bu süreçte dikkatli olması ve rasyonel hareket etmesi gerekiyor. Gayet tabii evrensel insan haklarını korumaya yönelik barışçıl bir tutum geliştirmek, uluslararası aktörlerin yetersiz kaldığı günümüz küresel sisteminde son derece büyük önem taşıyor. Ancak toplumun ve iç kamuoyunun hassasiyetleri de görmezden gelinirse ülke içinde büyük sorunlara gebe kalınması kaçınılmaz olur.

Bu sorunların önüne geçebilmek adına Suriyelilerin göçleri sürecinde yapılan bazı yanlışlardan tecrübe çıkarılması gerekir. Bu noktada; düzensiz göçün önüne geçebilmek için göç yollarının kontrol altına alınması, sınır güvenliği politikalarının sıklaştırılarak operasyonel ve istihbari konularda BM ve AB’nin güvenlik birimleri ile işbirliği yapılması, ülkeye girişlerde ve girişlerden sonraki süreçte -demografik yapının olumsuz etkilenmemesi için- göçmenlerin ülke geneline dağılımlarının belirli bir plan dâhilinde yürütülmesi elzemdir. Ayrıca ülkeye alınan göçmenlerin bilgilerinin ve net sayılarının kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılması, toplumun güveninin kazanılması ve nefret söyleminin önüne geçilmesi açısından önem teşkil ediyor. Bu minvalde yürütülecek rasyonel bir göç politikası, ileride kaçınılmaz olabilecek olumsuz sonuçların en azından daha güvenli ve sistemli bir şekilde ilerlemesini sağlayabilir.

[1] North Press Agency (2024), About 235,000 people fled Lebanon to Syria – IOM, Erişim linki: https://npasyria.com/en/117301/

[2] T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı (2024), Erişim linki: https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638

————————————-

Kaynak:

https://fikirturu.com/jeo-politika/israilin-saldirilari-sonucu-lubnandan/

[i] Eren Alper Yılmaz – 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya’da bir süre misafir öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; uluslararası göç, uluslararası güvenlik, Türk dış politikası, AB politikaları gibi konular üzerinde çalışmaktadır. Yazarın “Türkiye’deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve “Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika” isimli kitapları vardır.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen