Sıdıka Zeynep YİĞİT
Ne zaman Ermeni meselesi gündeme gelse, milletçe sızlanmayı pay biliriz. Araştırmalarımız, okuduklarımız, öğrendiklerimiz hemen hemen Ermeni tezleri içeren yayınlardır. Sadece Ermeni meselesinde değil; Azerbaycan – Karabağ, Kıbrıs, Doğu Türkistan gibi yüreğimizin kan ağladığı ve PKK gibi terör örgütleri konularında kamuoyu oluşturma, haklı olduğumuz kilit noktalarda haklılığımızı duyurma alanlarında 1-0 geriden başladığımızın kanıtıdır bu kitaplar. Kaynak taraması yaptığımızda, Ermeni tezlerini savunan araştırmaların, Türk tezlerine kıyasla fazla olduğunu görüyoruz. Kanıtlanmış belge ve arşivleri olmasına rağmen haklılığımızı savunmadaki yetersizliğimiz sonucu “ Milli, mukaddes” dert haline gelen ermeni meselesi üzerimize “İnsanlık dışı” yaftası yapıştırmıştır. Tarihi yazan, yapana sadık kalmadığı sürece Kanlı Noel’ lerin, Hocalı’ların üzeri asılsız yalanlarla örtülmeye devam edecektir. Tıpkı kendi öz vatanımızda tarihi kinini 196 yıldır bileyen, tarihin renkli dokusu Balat sokaklarındaki Kin Kapısı gibi. 196 yıldır kapalı tutulan “ibadethane”nin “Kin Kapısı”…
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra Bizans halkına din ve mezhep özgürlüğü tanıdı. Çünkü Osmanlı devlet geleneğine göre yönetime alınan halkın can ve mal güvenliğini korumak devletin göreviydi. Mevcut düzenleri bozulmamalıydı. Bu yüzden Padişah görev ataması yaparken de, Bizans halkının isteklerini dinliyordu. Görev ataması için Bizans ileri gelenleri, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesine karşı çıkan ünlü papaz Gregorios’ u Patrik seçtiler. Fatih, bunu onayladı ve fetihten sonra esir alınan Rumları da Fener Mahallesi’ ne yerleştirdi. Bunun üzerine sonraki yıllarda Fener Mahallesi’ne taşınan Patrikhane, Fener adı ile özdeşleşti. Osmanlı yönetimi dinsel özelliğinden dolayı Patrikhanenin iç işleyişine karışmamakta ve Patrik’i tüm Ortodoksların temsilcisi saymaktaydı. Rumların kendi aralarındaki anlaşmazlıklar da Patrikhanede çözülüyordu. Osmanlı Devleti Ortodoks Kilisesini güçlendirirken kuşkusuz, Katolik Avrupa’ya karşı onun anlamsal gücünden yararlanmayı düşünmüştü, fakat esas amaç, kendi tebaası haline gelmiş olan Rum halkının mal ve can güvenliğinin yanında din ve mezhep güvenliğini de korumaktı. Osmanlı çok uluslu yapısından dolayı iç karışıklığa sebebiyet verecek her türlü etkene karşı tedbirli olmak zorundaydı. Buna rağmen Patrikhane, yemek yediği kaba tükürmüş, Osmanlı Devletine karşı Avrupa’da yürütülen yıkıcı çalışmaların birçoğuna destek vermiştir. Özellikle azınlık isyanları döneminde patrikler Osmanlı Devleti aleyhine siyasi çalışmalar yapmaktan geri kalmamışlar ve Avrupalılar Osmanlı Devleti’ni parçalarken Patrik’in konumundan sürekli yararlanmışlardır. Tıpkı Ermeniler gibi uzun yıllar sorun çıkarmadan yaşayan Rumlar, Fransız ihtilalinin milliyetçilik rüzgârına kapılıp isyanlar çıkarmaya başladılar. Megali İdea[1] amacı güden Mora İsyanı en bilindiklerindendir. Bu isyanlar sırasında Anadolu’da içler acısı sahneler yer almıştır. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi 9. ciltte “Kendilerinde disiplinden eser bulunmayan Rumlar en vahşi Asyalılardan daha korkunç bir şekilde ortalığı kan ve ateşe verdiler, fidye umdukları kimseler dışında, kadın ve çocuklar da dâhil herkesi parçaladılar” ifadelerine yer veriyor. İsyancıların ikamet ettikleri yerlerde binlerce Müslüman halkın katledilmesi, Avrupa gibi dış güçler dışında büyük bir nefretle karşılandı. İsyancılarla her türlü bağı kurmuş olan Patrikhanenin ve İstanbul’daki suç odaklarının üstüne gitmemek siyaseten mümkün olamazdı. Müslüman Türklerin isyan etmesi, kendi halkının toplu katledilmesi söz konusuydu. Bu da devletin sonu demekti. Bu gelişmeler üzerine II. Mahmut, gerekli cezalandırmanın yapılması için sadrazam Benderli Ali Paşa’yı görevlendirdi. Sadrazam, Gregorios’a Etniki Eterya üyelerinin aforoz edilmesini emretti. Fakat bu isyancıları hiç de etkilememiştir. Bunun üzerine 22 Nisan 1821 günü Patrikhane’ye baskın yapıldı. Baskında gizliden gizliye Rus Çarı, Alexander’la mektuplaşmalar yapıldığı açığa çıkınca Patrik Gregorius tutuklanarak Patrikhane’nin ana giriş kapısının önünde idam edildi. Orta kapı o gün bugündür kapalıdır. Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi kitabında yeni seçilen Patriğin emriyle Grigorios’un asıldığı kapının kapatılıp iptal edildiğini ve bir Türk devlet veya hükümet başkanı aynı kapının önünde asılıncaya kadar bu kapının açılmamasına karar verildiğini belirtiyor. Nitekim Patrik’in Rus Çar’ına yazdığı mektuplarda Türklere karşı asıl niyetleri görülmektedir:
“Türkleri, maddeten ezmek ve yenmek mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzeti nefis sahibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine bağlılıklarından kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden; padişahlarına, kumandanlarına büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.
“Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Türkler’ de evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.
Türkler, dış yardımı reddederler; haysiyet duyguları, buna manidir. Velev ki, geçici bir süre için zahiri kuvvet verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kudretler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerret olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türkler’ in haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden hakikatlere nüfuz etmelerine sebep olabilir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır”[2]
Lozan’da da görüşülen Patrikhane mevzusunda her ne kadar Patrikhane’nin yurtdışına çıkarılması istense de yetkileri dini konularla sınırlı kalması koşuluyla İstanbul’da kalmasına karar verilmiştir. Atatürk’ ün Patrikhane’nin kapatılmasını istemesi sadece Osmanlı’yı iç isyanlara ve dolayısıyla yıkıma sürükleyen rolünden dolayı değil Milli Mücadele yıllarında da kışkırtıcı davranışlarda bulunmasından kaynaklanıyordu. 20 Ocak 1923 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde Atatürk : “Bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan İstanbul Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir?” sözleriyle duruma dikkat çekmiştir.
Dede Korkut’un gerekli “Hain içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul” sözüne kulak verelim. Koynumuzda beslediğimiz yılanlar gün gelir başımıza musallat olurlar. Öyle ya el âlem bizim gibi değil, başkasının vatanı da olsa kinine de, tarihine de sahip çıkıyor!
Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi Öğrencisi
DİPNOTLAR
[1] Megali İdea: Kelime olarak “Büyük Fikir (Ülkü)” anlamına gelen Megali İdea, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alarak Bizans İmparatorluğu’na son verdiği günden beri yürürlülükte olan bir ülküdür. Bizans İmparatorluğunu bir Helen İmparatorluğu olarak kabul eden Yunan milliyetçileri, “Megali İdea” adını verdikleri büyük ülküleri ile eskiden Bizans’a ait olan tüm toprakları yeniden elde ederek, “Konstantinopolis” diye adlandırdıkları İstanbul başkent olmak üzere, büyük Helen İmparatorluğunu yeniden kurmaya hayal etmektedirler.
[2] Tarihçi Cemal Kutay, “Tarih Konuşuyor” Dergisi Şubat 1964