İstiklâl Marşı, 10 kıta ve 41 mısradan oluşan bir şiir. Bu, özellikleri onun dış yapısını ifade ediyor. Bir edebi metinde esas olan ise iç yapı yani muhteva başka bir deyişle eserin ruhudur. Biçimsel özellikleriyle de muhteşem bir eser olan İstiklâl marşının asıl önemi ve özelliği ise içinde gizlidir. Bu önemi anlam ve bu güzelliği görmek için ise onun ruhuna nüfuz etmekle mümkün olabilir ancak. Bu da bu marşı farklı bakış açılarıyla okumak ve anlamakla mümkün olabilecek bir hadisedir.
İstiklâl Marşı’na bu niyetle yaklaştığımızda ise şunları söyleyebiliriz. Eserin ruhu, şairin kullandığı kavramlarda gizlidir. Bunları, şimdilik kaydıyla vatan sevgisi, bağımsızlık duygusu, hürriyet fikri, millet tanımlaması, hak, hürriyet kavramları, şehitlik ve dini duygu ve düşünceler olarak sıralayabiliriz. Bütün bu kavramları bir arada düşündüğümüzde karşımıza her şeyden önce bir millet tanımlaması ve o millete ait tarih kavramı çıkar. Buna göre İstiklâl marşını milletimizin “tarifi ve tarihi”ni özlü bir şekilde anlatan bir eser olarak nitelendirebiliriz.
Şiirde bahsi geçen millet, Türk milletidir elbette. Ama, buradaki millet tarifi “nasyonel” anlamından çok bir vatan üstünde belli değerlerle bir arada yaşayan topluluk olarak ele alınmaktadır. Bu durum, o devrin gerçeklerine de millet algısına da son derece uygundur. Bu yüzden, içinde belli bir ırkın adı geçiyor diye hiç kimse bu marşı nasyonalist bir marş olarak görmemeli, Anadolu coğrafyasında müşterek değerler etrafında kümelenmiş insan topluluğunun ortak duygu ve düşüncelerini ifade eden bir metin olarak ele almalıdır.
Şiirde bahsi geçen millet, zengin bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu uzun geçmiş içinde asla devletsiz kalmamış, başka bir milletin esaretine girmemiş, bu yüzden vatan ve hürriyet duygusunu ve bu duygunun sembolik ifadesi olan bayrak sevgisini her şeyin üstünde tutan bir milletir. Şimdi ise, bir tehditle karşı karşıyadır. Topraklarına saldırılmış, bağımsızlığı sona erdirilmek istenmiştir. İşte şair, öncelikle bu duruma dikkat çekerek, içinde bulunulan halin genel bir tespit ve tasvirini yaparak mevcut halden umutsuzluğa düşülmemesini daha şirin başında belirterek milletine iman ve ümit aşılamakta, bunu da milletin tarihi geçmişine atıfta bulunarak, İstiklâl mücadelesine tarihsel bir boyut kazandırmaktadır.
Tehdit unsuru olanlar ise Batılılardır. Bunlar, esaret altına almak için gittikleri her yere “medeniyet götürüyoruz” iddiası ile saldırılarda bulunmuşlardır. Bu medeniyet, maddi bir medeniyet olup tek gayesi sömürü olan bir zihniyetin ürünüdür. Anadolu’ya geldiklerinde tek dertleri bu ülkenin maddi kaynakları değil aynı zamanda hatta daha çok manevi yapısıdır. Bu yüzden şair, şiirin ilerleyen bölümlerinde bir hak-batıl mukayesesi yapar. Bir tarafta “iman dolu göğüsler” bir yanda adına “medeniyet” denilen bir canavar. Kim ne derse desin doğru olan şudur ki, İstiklâl harbi, bir Müslümanlık-Hristiyanlık mücadelesidir. Bundan dolayıdır ki şair, iman, ezan, cami kavramlarına özel bir vurgu yaparak Batıllıların bu savaştaki asıl niyetlerinin bu değerlere karşı düşmanlık olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştur.
Toprağı vatan yapan şehitlerdir. Şiirde bu bakımdan şehitlere ve şehitlik kavramına da ayrı bir vurgu yapılır. O şehitlerdir ki, Anadolu topraklarını vatan yapmışlardır. Bu yüzden üstüne bastığımız yer, tek başına bir toprak parçası değil, şehitlerimizin bize emanetidir. Toprağı altında kefensiz yatan binlerce şehidimiz bulunmaktadır. Öyleyse hem onların emanetini korumak hem de gerektiğinde aynı şekilde şehit olmayı göze almak gerekmektedir. Bunu göze alamayanlar, ne vatanlarını ne de onurlarını koruyabilirler. Milli Mücadele yıllarında çok elverişsiz şartlarda kısıtlı imkânlarla savaşmak zorunda kaldığımız düşünülecek olursa büyük bir tehditle karşı karşıya kalan bir milleti mücadeleye motive etmenin en tesirli yolu elbette bu şehitlik bilinci olacaktır. Bütün bunlar, şairin devrinin siyasi, askeri olaylarını da iyi tahlil eden ve bunlar karşısında hangi değerlere tutunarak mücadele edip başarı kazanabileceğimizi gösteren bir öndere dönüştüğünü görmekteyiz.
Mehmet Akif, yaşadığı toplumun moral dünyasını da çok iyi tanıyan bir şairdir. Bu yüzden bir vatan üzerinde mabetlerin, inanılan değerlerin müşahhas sembolleri olarak önemini de bu marşta ortaya koyar. Bu inançlara yabancı ellerin mabetleri ve bu mabetlerin minarelerinde okunan ezan seslerine şiirinde özel bir vurgu yapması işte bu yüzdendir. Burada ezanı bayrakla birlikte düşünmek gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bayrak, nasıl siyasi bağımsızlığın bir sembolü ise ezan da dini hürriyetin bir sembolüdür. Bayrağın yere inmesi ile ezanın susması aynı manadadır. İşte bu bağlamda her bir fert, bu değerler etrafında topraklarına ve mukaddesatına saldıran düşmanlara karşı onurlu bir mücadele yürütüp bayrağını indirmez, ezanını susturmazsa bu şair için de milleti içinde şükür secdelerine kapanmayı gerektiren bir durumdur.
İstiklâl marşı, işte bu özelliklerinden dolayı öncelikle hür bir vatan üzerinde bağımsız yaşama iradesini ortaya koyar. Diğer yandan hangi değerleri benimsememiz ve nelere/kimlere karşı çıkmamız gerektiği konusunda da bir manifesto niteliği taşır. Biz, sadece bu marşın bu temel kavramlarından hareketle çok rahat bir biçimde hem kimliğimiz tanımak/tanımlamak hem de tarihi geçmişimizin bizi millet yapan kodlarını anlamak/çözmek imkânı buluruz. Bu imkâna kavuşmak ise bu yazının başından beri söylediğimiz gibi bu marşın anlam dünyasına girmemiz ve bu dünyada yer alan temel kavramları kısaca marşın ruhunu anlamakla mümkündür.
İstiklâl marşı, resmi nitelikli tören marşı olmanın ötesinde iste bu yönüyle algılanıp anlaşılmalı, bu kavrayışın zenginleşmesi için de marşın muhtevasına ilişkin edebi, dini, psikolojik ve sosyolojik tahlillerin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bütün bunları yaparken marşın şairinin hayat ve düşünce tarzına, sanat anlayışına da sık sık atıfta bulunmak gerekmektedir. Zira, bu marş, yedi ciltlik bir şiir külliyatına sahip şairin düşünce dünyasının bir anlamda özetidir. Marşı anlamak, Akif’i anlamak yahut Akif’i anlamak, marşı anlamak olacaktır. Bu anlayış ise bizi hem kendimizi hem geçmişimizi hem de bugünümüz ve yarınımızı anlamak manasına gelecektir. Bu bakımdan bu marşı sadece “İstiklâl” marşı olarak değil aynı zamanda “istikbal” marşı olarak da anlamayı gerektirir.
Bu konuda şunları da söyleyelim. Bu nitelikteki eserler, bir şairin eseri olmaktan çıkıp toplumun ortak eseri/değeri haline gelirler. İstiklâl marşı, bu yönüyle yediden yetmişe milletin bütün fertlerinin ortak duygusunu terennüm eden bir eser olarak bir “mutabakat” belgesi olarak görülmelidir. Bu şiir, bunu ziyadesiyle hak ediyor. Zaten şairi de bu yüzden “İstiklâl marşını neden Safahat’ınıza almadınız?” sorusuna “O, benim değil bütün bir milletin malıdır.” Cevabını vermiştir. Yani İstiklâl marşında biz, hepimiz varız. Öyleyse bu marşı bu bilinç ve duyarlıkla anlaşılıp benimsenmeli ve onun değerler dünyası iyi anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Nasıl vatan şehitlerin emaneti işe bu marş da bize bu millet için örnek bir mücadele yürüten Akif’in emanetidir.