Uğur DEMİREL
Evrenin yaratılış veya oluşum süreci ‘’simetri yasası’’ işleyerek tamamlanmış ve şu an da bu yasanın sınırları içerisinde varlığını sürdürmektedir. Bu yasaya göre evrende tüm varlıklar ve kavramlar bir çiftiyle, başka bir ifadeyle zıttıyla karşımıza çıkmaktadır. Enerjinin Korunumu Yasası’na göre her maddenin kendi iç enerjisi vardır ve bu maddenin denge prensibine göre sabit kalması için zıt bir çifti olmalıdır. Bu bağlamda dengede kalan her cisim ve düzen iki eş güç tarafından sabitlenmelidir.
Kadın da erkeğin psikolojik, sosyal, cinsel yönden diğer çiftidir. Denge için iki parçanın eşit güç ve nüfuzda olması gerektiğini fizik bilimine göre söylemek zor değildir. Dünya’da toplumlar hangi dönemde yaşarsa yaşasın, iki karşı cinsin dengesini sağladığı sürece ve miktarca başarılı yani dengede olmuştur. Türk tarihinde kadının durumunu incelersek; Türk ırkını var eden bir dişi kurt’tur. Ergenekon Destanı’nda bereketli dünyaya açılan kapıyı gösteren dişi kurt’tur. Bozkurt destanında yaralı olan çocuğu iyileştirip, büyüten ve Türk ırkını kurtaran yine bir dişi kurt’tur. Burada dişi kurt sadece mitsel bir ifade iken kurt’a yüklenen anlam dişi özellikleri ve kadının büyüten, kurtaran şefkat eli olmasıdır.(Gelişmemiş toplumların anaerkil karakter göstermelerinin destanlarda dişiliğin öne çıkmasında payı bulunur.) Evrenin de simetrisi mitsel evrendir. Mitoloji’de kadın iki temel şekilde karşımıza çıkar. Güzellik ve bereket … Yani üretkenlik ve cazibe merkezi… Yunan Mitoloji’sinde ‘Afrodit’ bir kadındır, ‘aşk ve güzellik’ tanrıçasıdır; ‘Ceres’; ‘bereket tanrıçasıdır’ . Yine bu karakterler zıt özellikleriyle dengelenmiştir. Meselâ gözüne bakan varlıkları kül edeni, yılan saçlı ‘Medusa’ da bir kadındır. Bizim mitolojimizde bereketi temsil eden ve anne rahmi özelliği gösteren öge Umay Ana’dır, bunun karşısında da çömçesiyle dünyayı karıştırdığına inanılan ve aynı zamanda da bereketi temsil eden Çömçe Gelin bulunur. Çömçe Gelin adına Anadolu’da oyunlar oynanır ve yağmur istenir. Gaziantep’te oynanan bir oyunda çocuklar ‘’Çömçe Gelin ne ister, Allah’tan yağmur ister’’ şeklinde şarkılar söylerler, ama kadın ögeler olumlu özellikleri olsa da olumsuz bir özellik eklenerek bir nevi dengelenir. Bu sonuçla kadın, hem güzel ve bereketin temsilcisi hem de düzene kaos getirebilecek ögedir. Cadılar sadece kadınlardan oluşan bir gruptur aynı zamanda melek de bir kadın ismidir. Ama Yunan mitolojisinde en büyük tanrı ‘Zeus’ erkektir. Gücü ve savaşı temsil eden tanrılar, Putperest toplumlarda bile ‘erkek yüzü’ olarak betimlenir. İslam Dini’nde de sonradan uydurma kaynakların ve efsanelerin etkisiyle-cinsiyet sahibi olmayan melekler- büyük vasıflarla bilinen dört büyük melek, azap melekleri, cennet ve cehennemden sorumlu melekler erkek cinsiyetiyle anılır ve bu isimler erkeklere verilir olmuştur.(Cebrail, İsrafil, Rıdvan, Malik, Mikail vb.) Yani meleklerin vasıf yönü erkeklere; hiçbir isteği ve ihtiyacı olmayan, sakin ve bağlı olma özelliği kadınlara aktarılmıştır.
Süpergüç olduğumuz asırlarda Katun, Hakan’ın yokluğunda devleti yöneten, toylara katılan bir dengedir. İskitlerin hükümdarı Tomris Hatun yine tarihimizde kadın hükümdarlara örnektir. O çağlarda dengeye yaklaşmış olan Türk kadın-erkek ilişkisi toplumu ilerletmiştir. Ergenekon’da çile çeken dört kişinin ikisi kadındır ve Türk kadını alp olduğundan dolayı erkeğin egemenliğine girmemiş, ilerleme yolunda işleri beraber düzenlemiştir. Türk toplumunun Anadolu’ya geliş ve yerleşme döneminin incelenmesi konusunda ana kaynak olan Dede Korkut Hikayeleri’nde de ’Bamsı Beyrek’ yaman bir yiğittir ve herkese söz geçirebilecek güçlü bir karakterdir. Türk erkeğini temsil eder ama onun karşısında Türk kadınının o gününü temsil eden ‘Banı Çiçek’ de attığını vuran yaman bir savaşçıdır. Türk kadını toplumun güç unsurlarını da taşımaktadır. Toplum bu motifler içinde dengeye yaklaşarak ilerleyişini sürdürmüştür. Arap toplumları ve Bedevi kültürüyle etkileşim Türk Kadınının elinden pusatlarını toplayıp, onları korunması ve gizlenmesi gereken bir çehreye bürümüştür. Oysa Türk kadını yaman bozkırda, savaşlarda, göç yollarında kendisini korumuş ve varlığını sürdürmüştür. Arap Kültürüyle etkileşim ile başlayan kadının Türk toplumunda çöküşü yıllar yılı devam etmiştir. Ama kendisine fırsat verilen her devirde de bu vefakar ve kahraman Türk kadını en büyük hizmetleri göstermeyi yine bilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ‘Bacıyan-ı Rum’ olarak devletin kurulmasında etkili olan dört oluşum arasında yerini almıştır. Kadın, Yükseliş Devri Divan Edebiyatı ürünlerinde de özel varlıktır. Fuzuli sevgilide korkan, onu yazarken titreyen bir şairdir. Kirpikleri peykan olan, güzelikte benzersiz bir varlıktır çünkü o, hem zarif, hem güçlüdür. Zaman içinde kadın-erkek ilişkisi dengesi bozulunca devlet kurucu dinamiklerini yitirip çöküşe geçmiştir. Edebiyat’ta da kadın artık rakipten korunması gereken büyülü ve sahip olunabilecek bir ziynettir. Gücün temsilcisi, bir efsaneye göre İran hükümdarının kellesini kesen savaşçı Türk kadını; kaba bir ifadeyle ele geçirenin sahipleneceği ve gizlenilmesi gereken mala(!) dönüşmüştür. Bu dengesiz durumda evrenin yasaları yine işlemiş ve Osmanlı Devleti kendi sonunu hazırlamıştır. Islahatçı Padişahların geç hamleleri de bu yıkımı engelleyememiştir. Yıkılan devlet yine kadın faktörünün hem cephedeki varlığı ve desteği, hem de kurulan yeni devletin yükselişi alanındaki etkileriyle hızla toparlanmıştır. Kadın-erkek dengesi yine sağlanmış ve toplum kazanmıştır. Gel gelelim tarih tekerrür edip de kadın yine ikinci plana itilip, erkeğin bir eşyası, toplumun aksayan ve güçsüz yönü olarak görülmeye başlayınca kadının çilesi yine başlamış, kadın saklanması gereken, dışarıda olunca istismar edilen, öldürülebilecek bir varlığa dönüşmüştür. Bugün kadın genel itibariyle evde oturan ve çocuklarına bakması gereken kişidir. Bu annelik içgüdüsü olarak evrenden gelen bir özelliktir ve bu vasıf kadının iç dengesi için sürdürülmelidir. Ama günümüz kadını Feminizm gibi kadına pozitif ayrımcılık hedefleyen görüşlerin saklanması gereken düşünceler olduğunu ve eşitliği istemenin saçma olacağını düşünen bir canlıdır. Hatta kadınlar bu düşünceye kendileri de inanmaktadır, bunun psikoloji’deki karşılığı ‘’ Stockholm Sendromu’’ dur, diğer bir değişle ‘’celladına aşık olmak!’’
Dünyadaki duruma kısaca değinecek olursak; yaklaşık %49.8 kadın, %50.2 erkek oranında giden dünya nüfus dağılımı, hızla erkek lehine artmaktadır. Gelişen tıp ve önceden cinsiyet belirleme teknolojisi kız bebeklerde gebeliğin sonlanması oranını arttırmaktadır. Bu uygulamarı önlemek için dünyanın en fazla nüfusa sahip iki ülkesi Çin ve Hindistan gebelik sırasında cinsiyetin söylenmesini yasaklamıştır. Buna rağmen hızla artan ve denge yasasına meydan okuyan bir hamle devam etmektedir. Evren, nüfusu dengelemek için çeşitli hamlelerini hazırlamakta tereddüt etmeyecektir. Evren kendi başına Tanrı’dandır, zaman kapanı ve yasalarıya yönetim sağlar, her çağda düzenini bozanları kendi eliyle cezalandırır. Çoğalan erkek nüfusu yine insanların çıkaracağı su savaşları, maden savaşları kanalıyla veya yine çoğunluğu erkeklerin oluşturacağı ölümler yoluyla azalacak ve dengeye ulaşacaktır.
Dünya’nın ve Türkiye’nin şu anki gelişmişlik seviyesi toplumda kadının ve erkeğin eşitlik seviyesince anlaşılabilir. Avrupa kadın-erkek ilişkileri bizden daha dengede olduğu için bizden ileridir. Yine de orada da durum iç açıcı değildir, AB’nin yirmisekiz ülkesinde yapılan araştırmaya göre onbeş yaş üzeri kadınlarda yaşanan cinsel ve fiziksel şiddet oranı %22’dir. Kendi genetik kodlarımızı hatırlayıp, kadın-erkek ilişkileri, aile ve sosyal hayatın her yerinde saygılı, insanlığın yüksek değerlerine uygun ve uzağa gitmeden uygar atalarımız gibi davranmamız tablonun kendi lehimize hızla dönmesini sağlayacaktır. Bizim o devletleri aşmamız yeniden her kuruluş ve kurtuluş aşamasında yaptığımız, beraber Ergenekon’a direndiğimiz, budunu yönettiğimiz, devletleri kurduğumuz, Kurtuluş Savaşı’nda düşmana beraber karşı durduğumuz, Cumhuriyet’in kuruluşunu hızlandırdığımız çağlardaki gibi kadına değer verip, dengeli evdeşlik ilişkisiyle bu utanılası cinayet ve istismar sarmalını güçlü kadın, güçlü ülke prensibiyle aşmamız gerekmektedir.