Kadir Yılmaz, Ötüken Yayıncılık Editörü, Sayın Kadir Yılmaz ile kitap yayıncılığını konuştuk.
Editörlük, kitapları yayına hazırlama işidir. Editör, elindeki dosyayı yazarıyla sürekli istişare halinde bulunarak belirlenen program çerçevesinde yayına hazır hale getirmelidir. Editörün en temel vazifesi, kitabın okuyucunun eline okunabilir ve daha da önemlisi anlaşılabilir bir şekilde ulaşabilmesini sağlamaktır.
Kadir Bey merhabalar. Söyleşi davetimizi kabul ettiğiniz için evvela teşekkür ederiz. Dilerseniz sizi tanıyarak başlayalım sohbetimize. Kadir Yılmaz kimdir? Türkiye’nin en köklü ve geleneğe sahip yayınevlerinden birinin editörlüğüne giden yol nasıl şekillendi? Sanıyorum cevabınız genç arkadaşlar için de ufuk açıcı olacaktır.
Türkiye’nin en köklü ve kaliteli liselerinden biri olan Isparta Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi’nden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Yeditepe Üniversitesi’nde Felsefe eğitimleri aldım. Küçük yaştan itibaren önce valide hanımın rehberliğinde, akabinde kitap okuma şuuruna sahip hocalarımın refakatinde okumalar yaptım. Bugün hangi okulda hangi dersi aldığımı hatırlamak için bile hafızamı ciddi bir şekilde zorlamam gerekse de, hangi hocamla hangi kitapları mütalaa ettiğimizi çok rahat anlatabilirim. Bu açıdan benim eğitim geçmişim aslında fevkalade talihli bir seyre sahip olmuştur diyebilirim. Özellikle Bilkent Kütüphanesi’nin hayatımda ve yaptığım işte oldukça büyük bir payı var. Üniversitede asıl eğitimimi, günün her saatinde kitaba kolayca ulaşmayı mümkün kılan zengin bir kütüphanede aldığımı söylersem abartmış olmam. Raflarının arasında rahatça gezebileceğiniz, Türkiye’de ve dünyada çıkan yeni yayınların hızla okuyucuya sunulduğu, anlayışlı ve nazik insanların gelenlere yardımcı olduğu bir mekân düşünün. Size kalan bundan hakkıyla istifade edebilmek. Bugün İstanbul’da hâlâ o evsafta bir kütüphane olmaması sanırım şehrin en büyük eksiği. Demek ki editörlüğe giden yol, aslında kütüphaneden geçiyor! Ankara malûm, İstanbul kadar kaotik ve karmaşık olmadığı için okuyan-yazan insanların uğradığı yerler de İstanbul kadar çeşitlilik arz etmiyordu. Bu sayede birçok yazarı, yayınevi idarecisini, dergi çıkaranları… ilh. bu sayede tanıma fırsatım oldu. Yazan insanlara karşı içimde gittikçe daha da büyüyen saygı ve sevgimin beni bu dünyanın içine çekmemesi mümkün değildi sanırım. Tezgahtarlıktan mizanpaja, musahhihlikten pazarlamaya varıncaya dek yayıncılığın mutfağında ciddi mesai harcadım. Akabinde Ankara’daki yayınevleri için editörlük yapmaya başladım ve bu Ötüken’e giden yol bu şekilde açılmış oldu.
Peki, editörlük kısa da olsa nedir? Bir editörün temel vazifesi nelerdir? Editörlüğün hem en zevkli yanları -bir kitap ile okuyucusundan çok önce tanışıyor olmak gibi- hem de en zor yanları sizin nezdinizde nelerdir?
Editörlük, kitapları yayına hazırlama işidir. Editör, elindeki dosyayı yazarıyla sürekli istişare halinde bulunarak belirlenen program çerçevesinde yayına hazır hale getirmelidir. Editörün en temel vazifesi, kitabın okuyucunun eline okunabilir ve daha da önemlisi anlaşılabilir bir şekilde ulaşabilmesini sağlamaktır. Editörlüğün en zevkli yanı, kitapları yayına hazırlarken sürekli yeni şeyler öğrenmenize imkân tanıması ve çalışmanızın neticesini elinize alabilmenizdir. Bu açıdan, belki de yapılan işe yabancılaşmanın en az olduğu çalışma alanlarından biri olarak yaptığınız işten büyük bir keyif alıyorsunuz. Ayrıca çalışılan ve hazırlanan her bir kitap bir öncekilerden farklı, diğer bir değişle benzersiz olduğu için bir süre sonra otomatlaşma riskiniz de bulunmuyor. Zor yanlarına gelince; okuyucunun bir metni okurken yaşadığı rahatlığın fazla olabilmesi için sizin devamlı müteyakkız bir halde okumanız gerekiyor, ki bu gerçekten yıpratıcı ve yorucu bir okuma tecrübesi demek.
Biraz da kitaplar ve okumak ile ilgili konuşalım dilerseniz. Türkiye’de her geçen gün sayısı artan irili ufaklı onlarca yayınevi ve dolayısıyla yeni basılan binlerce kitap var. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Bu bir nebze de olsa bir kültür hareketliliğine işaret midir? Bunca eser arasında okuyucunun doğru tercihler yapabilmesi ne ile mümkündür?
Türkiye’de şu an iki binden fazla faal yayınevi mevcut. Bunların bir kısmı çok faal, bir kısmı az faal, ama öyle ya da böyle insanlara kitap ulaştırmak isteyen bu kadar çok müessesenin olması, birbirinden farklı düşünen, farklı tarzlarda iş yapan ve farklılığını bir şekilde üretime dönüştürebilen insanlar olduğunu bize gösteriyor. Bu da tabiî olarak kültürel zenginlikle beraber bir kültürel canlılığın olduğu anlamına geliyor. Kitap okuma mevzuunda genelden farklı olarak şöyle bir kanaate sahibim: İnsanlar ne istiyorlarsa onu okumalılar. Zira bugün sizin kastettiğiniz mânâda nitelikli okurun sayısı gerçekten ümit edilenin altında olsa da, insanların okuya okuya, yani öncelikle okuma alışkanlığı kazanarak nitelikli eserlere gideceği kanaatindeyim. TV, internet, sosyal medya yahut oyun gibi başka tercihlerin yanında kitap okuyan kitlenin varolması bile bence geleceğe dair ümidimizi hep diri tutmak için çok önemli. İstatistiklere baktığımız zaman, Türkiye’de yetişkinlerden ziyade gençlerin, bilhassa kız çocuklarının çok daha fazla okuduğunu görüyoruz ki, ümidimizi diri tutmak adına çok önemli bir sebebimiz daha var demektir. Gençlerin bugün fantastik kitaplar okuyor olmaları yarın Peyami Safa’yı, Bahaeddin Özkişi’yi yahut Osman Turan’ı okumayacakları anlamına gelmiyor.
Kadir Bey, yine editörlüğünü yaptığınız yayınevi merkezinde sohbetimize devam edelim. Ötüken Neşriyat kuruluşu itibariyle milli kültür ve milli değerleri ihtiva eden eserlerle okuyucuyu buluşturmak gibi bir kaygı ile yola çıkıyor. Yarım asırdır da bu bir yayınevi politikası haline gelmiş vaziyette. Peyami Safa’dan Nihal Atsız’a, Erol Güngör’den Nevzat Kösoğlu’na değin çeşitlilik arz eden bir yazar kadronuz var. Peki bugün, özellikle yeni eserlerin basımında dikkat ettiğiniz hususlar neler? Yeni bir eser önünüze geldikten sonra ne gibi işlemlerden geçerek okuyucu ile buluşuyor? Burada eserin piyasaya çıkmasından evvel nasıl bir mutabakat var; editörden yayınevi sahiplerine değin?
Yeni eser seçiminde, her şeyden önce yazarın Türkçenin imkânlarından ne ölçüde istifade ettiğine bakılıyor. Akabinde ele aldığı mevzuu ne şekilde işlediği, ne tür kaynaklar kullandığı ve neticede özgün bir şeyler söyleyip söylemediği inceleniyor. Eser kabul edildikten sonra, az önce bahsettiğim editoryal işlemlerden geçiyor ve yayın programında belirlenen tarihte basımı gerçekleştiriliyor. Yazarın alacağı telif ücreti, kendisine kaç adet kitabın verileceği gibi hususlar sözleşmede tereddüde mahal bırakmayacak bir açıklıkta belirtilir ve sözleşmesi yapılır.
Son olarak sizin de yakından takip ettiğinizi bildiğim dergicilik faaliyetleri ile ilgili son dönemdeki hareketlilik üzerine görüşlerinizi merak ediyorum. Sayıları giderek artan dergilerin kaliteleri ve yazıların özgünlüğü başta olmak üzere, Türk fikir hayatına müspet manada ne gibi etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz?
Dergicilik her şeyden önce bir heves işidir. Kimisi hevesine bir ömür sahip çıkarken kimisinin de hevesi kaçıverir. Burada önemli olan hevesinizi daim kılabilecek canlılığı gösterebilmenizdir. Her ne kadar Türkiye kapanan dergiler mezarlığı olsa da, bizlere örnek olan asırlık Türk Yurdu’nun yanında Türk Edebiyatı, Türkiye Günlüğü gibi yayın hayatını çok uzun yıllardır devam ettiren ve müesseseleşmesini oturtmuş dergilerimiz var. Dergicilik faaliyetlerindeki bu canlılık, okuyan ve yazan sayımızda bir artışa işaret ediyor. Kalite her zaman tartışılan bir mevzu olmuştur, ama burada önemli olan yazarların ilk ürünlerini sergileyebilecekleri ve yazma faaliyetine devam edebilecekleri bir mecra bulabilmeleridir. Orta ve uzun vadede, nihayetinde karşımızda yazar olarak göreceğimiz insanlar dergilerin ocağında pişip gelenler olacaktır. O yüzden dergi sayısındaki artışı ziyadesiyle müspet bulduğumu belirtmek istiyorum. Bu vesileyle insanlar, bir yayıncı ile nasıl irtibat kurulabileceğini, bir yazının başkaları tarafından incelenmesinin yahut kabul edilen bir yazının derginin yayın programında uygun bir zamana alınmasının ne demek olduğunu yayınevleriyle irtibata geçmeden çok önce öğrenmiş olacaklardır. Dergilerin bizlere sunduğu belki de en önemli hizmet fikir yazılarını yayımlayarak bizlerin yeni fikir insanlarıyla tanışmamıza vesile olmalarıdır. Şöyle bir örnek vererek soruyu bağlayalım isterseniz; meselâ Prof. Dr. Yalçın Koç’u her ne kadar müspet bilimler sahasında, bilhassa fizik ve matematik, çalışanlar tanısalar da, bizler gibi beşerî ve insanî sahalarda okumalarını yapmışlar için Yalçın Koç adı Türkiye Günlüğü dergisinde muhterem hocamızın makaleleri yayınlanmaya ve bunlar da kitaba dönüşmeye başlayana kadar maalesef bilinmiyordu. O yüzden dergiler, fikir adamlarının ortaya çıkmasını ve tanınırlık kazanmalarını sağlamaları bakımından fevkalade büyük bir öneme sahiptir.
Kadir bey, bizlere vakit ayırdığınız ve verdiğiniz samimi cevaplardan ötürü teşekkür ederiz.
Kadir Yılmaz; 1984 yılında Antalya’da doğdu. İlk ve orta öğreniminin bir kısmını Konya’da kalanını Isparta’da tamamladı. Isparta Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi’nden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Yeditepe Üniversitesi Felsefe bölümlerinde eğitim aldı. Ankara ve İstanbul’da muhtelif yayınevleri için musahhihlik, mütercimlik ve editörlük yaptı. 2014 yılından beri Ötüken Neşriyat’ın editörlüğünü yapmaktadır. Pek çok dergide bir kısmı tercüme olmak üzere hikâye ve şiirleri yayınlandı. Jeopolitiğin kurucu metinleri sayılan Halford John Mackinder’ın makalelerini derledi ve tercüme etti. Bu makaleler Tarihin Coğrafî Kalbi başlığıyla okuyucuyla buluştu. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ömer Seyfettin gibi Türk düşünce ve edebiyat hayatımızın önde gelen simalarının bütün eserlerinin külliyat hâlinde Ötüken Neşriyat bünyesinde yayınlanma süreçlerini idare etti. Ressam Ümmühan Yılmaz ile evli olup, İstanbul’da ikamet etmektedir.