Modern dünyayı ortaya çıkartan fikirler felsefenin ve ekonominin, sanatın içinden şekillenmiş. Burada hiçbir etkimiz olmadığı ortada. Postmodern dünyayı şekillendiren fikirler de yine felsefenin içinden çıkıyor. Ancak biz teknolojik determinist bir anlayışla, üniversitelerimizde mühendislik genetik bölümlerini öne çıkartıp bilim insanı yetiştirmeyi odaklanıyoruz. Felsefe bölümlerimiz bir bir kapanıyor. Ya da kendini hiç geliştirmiyor. Oysa bu konulara ilgi duyan gençler de var. Kendilerine üniversitelerde çalışacak yer bulamıyorlar. Hiçbir üniversite ahlak, gelecek ve yapay zekâ ilişkisini çalışmıyor mesela. Sosyal bilimler fakültelerimiz olmuş bitmiş bir geçmişte “her şeyin ne kadar da iyi ve muhteşem” olduğunun ispatı içinde. Çoğu yerde bilimsel çalışmalar yerini hamaset ve öz tatmin sağlayan çalışmalara bırakmış durumda. İlahiyat fakültelerimiz yeni dünya, gelecek, ahlak, insan üzerine odaklanmak şöyle dursun giderek içine kapanıp skolastikleşiyor.
*****
Ayşe BÖHÜRLER
Ahlaki ideallerin insan için büyük bir motivasyon kaynağı olduğu ortada, onları kaldırdığınızda ortaya çıkan boşluğu hiçbir maddiyat dolduramıyor. Daha iyi daha uzun yaşamak tek başına bir amaç olabilir mi? Yoksa bunu yapmak için bir amacımız mı olmalı? Sanki giderek birincisini benimser hale geldik. Artık sohbetlerimizin büyük bölümünü diyetler, sağlıklı yaşam ve yemek, spor işgal etmeye başladı. Daha iyi ve daha uzun yaşamak için “Ne yesek ya da yemesek- koşsak mı yürüsek mi? Sen ne kadar kilo verdin? Operasyon mu diyet mi?” derken hayat bedenimizin görüntüsüne odaklı biçimde gelip geçiyor. Oysa ne uzayan ömür bir işe yarıyor ne de genç kalabiliyoruz. Yaşlı olmanın nesi kötü?
Beden en büyük ilgi odağımız iken sanki olan bitenlere karşı daha da duyarsızlaşabiliyoruz. “Kalp, akıl ve ahlak cephesinde neler oluyor” hiç üzerinde durmuyoruz. İnsan; en güçlü tarafı olan aklını yapay zekâya emanet etmek üzereyken gerçekten başına gelebileceklerin idraki içinde mi? Yoksa bedeniyle meşgul olmaktan etrafını mı göremiyor.
Diğer taraftan da umutsuz bir tablo olduğu ortada. Pozitif idealler bir türlü gerçekleşmiyor. Ne gelir dağılımı düzeliyor, ne şiddet azalıyor, ne savaşlar bitiyor, ne de dünyada karbon salımı azalıyor ne bütün yığışım şirketler gücünü kaybediyor. Dünyayı iyileştirebilecek pozitif idealler gerçek dışı bulunup kenara tıkılıyor. Ahlaki amaçlar reddediliyor. Hayata yön veren tüm mekanizmalarda reel politik dediğimiz şeylerin rüzgârına kapılmış gidiyoruz. İnsanı tehdit eden bir geleceğin farkında değiliz. Dindarı dindar olmayanı içinde durum farklı değil. Önceliğimiz fikrimizi kendimizi ispatlamak güç olduğu sürece dünyayı iyileştirecek hiçbir fikrin yerleşmesi mümkün değil.
Modern dünyayı ortaya çıkartan fikirler felsefenin ve ekonominin, sanatın içinden şekillenmiş. Burada hiçbir etkimiz olmadığı ortada. Postmodern dünyayı şekillendiren fikirler de yine felsefenin içinden çıkıyor. Ancak biz teknolojik determinist bir anlayışla, üniversitelerimizde mühendislik genetik bölümlerini öne çıkartıp bilim insanı yetiştirmeyi odaklanıyoruz. Felsefe bölümlerimiz bir bir kapanıyor. Ya da kendini hiç geliştirmiyor. Oysa bu konulara ilgi duyan gençler de var. Kendilerine üniversitelerde çalışacak yer bulamıyorlar. Hiçbir üniversite ahlak, gelecek ve yapay zekâ ilişkisini çalışmıyor mesela. Sosyal bilimler fakültelerimiz olmuş bitmiş bir geçmişte “her şeyin ne kadar da iyi ve muhteşem” olduğunun ispatı içinde. Çoğu yerde bilimsel çalışmalar yerini hamaset ve öz tatmin sağlayan çalışmalara bırakmış durumda. İlahiyat fakültelerimiz yeni dünya, gelecek, ahlak, insan üzerine odaklanmak şöyle dursun giderek içine kapanıp skolastikleşiyor.
Oysa bu yüzyılda geçmişte olduğu gibi hoşgörüsüyle, ferasetiyle, Anadolu’yu toparlayan, insan bir cevherdir diyerek hikmeti kalplere yerleştirenlere ihtiyacımız var. Çünkü teknolojiyle birlikte insanın hem birbirleriyle hem de yeryüzüyle bağları kesiliyor. Bu nedenlerle bu bağları güçlendirecek insani bilimlere; yapay zekâya devredilemeyecek yanlarıyla “insanı” yaşatmak peşinde olan “bilim” önceliğimiz olmalı kanaatindeyim.
DİJİTAL EKONOMİLERDE NASIL İNSAN OLUNUR?
Nicholas Agar Yeni Zelanda’da Wellington Virginia Üniversitesi’nde etik üzerine çalışan bir felsefe profesörü. Bir sohbet vesilesiyle haberdar oldum ve dikkatimi çekti. Agar dijitalleşmeyle birlikte insana ne olacak sorusuna odaklanmış bir felsefe profesörü. “Dijital Ekonomilerde nasıl insan olunur?” kitaplarından birisinin ismi. Diğer kitapları ve yazıları da böyle provakatif başlıklar taşıyor. “Geleceğin dijital ekonomisinde insanlık lehine bir yer bulmak için çok uğraşacağa benziyoruz. Dijital ekonomide, muhasebeciler, baristalar ve kasiyerler işsiz bırakılabilir; cerrahlar, havayolu pilotları ve taksi sürücüleri de öyle. Makineler bu işleri daha verimli, doğru ve daha ucuza yapabilecek.”
Nicholas Agar bu gelişmelerin güçsüz bir insanlıkla sonuçlanabileceği konusunda bizi uyarıyor. Yapay zekâdaki gelişmeler sadece insanın kas gücünü değil, insan aklının çalışmasını, zihin gücünü de giderek daha çok üstleneceğe benziyor. Nicholos Agar bu noktada çözümün hibrit bir sosyal-dijital ekonomi olduğunu savunuyor. “Dijital ekonominin temel değeri verimliliktir. Sosyal ekonominin anahtar değeri insanlıktır.” Dijital otomasyonu bazı alanlarda reddetmeliyiz derken karma bir sosyal-dijital ekonomi modeli öneriyor.
İnsanlara duyguların yoğun olduğu işler bırakılmalı makineler de veri yoğunluğu olan işleri yapmalı derken iplerin insanın elinden kaçacağı konusunda uyarıyor ve insanların sosyal bağlarını geliştirmek için ısrarcı olmak gerektiğini söylüyor. Bir başka yazısında ise kapasitelerini artırmak için sunulan tüm teknolojik terapileri insanlığın sonunu hazırlayan faktörler arasında sayıyor. Agar, insanın kapasitesini artırmak için çalışan yeni dünyanın önde gelen dört düşünürünü inceliyor. Bunlar “Teknolojinin insan biyolojisinden kaçmamızı sağlayacağını” savunan Ray Kurzweil; “uzun ömürlülük, kaçış hızı” sağlayacak yaşlanma karşıtı tedaviler talep eden Aubrey de Gray; “iyileştirmenin ahlakını ve akılcılığını” savunan Nick Bostrom; ve “gelişmiş ve geliştirilmemiş olan uyumlu bir demokrasiyi” tasavvur eden James Hughes. “Bilişsel güçlerimizi geliştirmenin en dramatik yolu bizi öldürebilir; yaşam süremizin radikal uzatılması, hayatımızdan çok değerli deneyimleri ortadan kaldırabilir ve bazı insanların radikal bir şekilde geliştiği ve diğerlerinin olmadığı bir durum, insanlar üzerinde ölüm sonrası zulmüne yol açabilir.”
Bu düşünürün fikirlerinin yanı sıra genetiğin gizli ideolojisine dikkat çekmek isterim. İnsanlar ve insanlık hakkında bilmek istediğimiz hemen her şeyin kromozomlara yerleşmiş DNA diziliminde olduğuna dair kesin inançla yapılan tüm çalışmalar pek hayra alamet sonuçlar doğurmayacağa benziyor. Teknoloji, ideal makineler ve ideal biçimde insanlarla kuşatılmış yeni dünya düzeninde liberal öjeninin hakimiyetine, yeni versiyon kafatasçılığa ya da meritokrasiye hazırlıklı olmalıyız. Ve de itirazımız olmalı. Akıl gücümüzü nereye teksif edeceğimize karar vermek gerekir.
——————————————-
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/aysebohurler/kalbi-akli-yasatmak-yerine-kalbi-guclendirmek-2056203