Kâmile Nene

O kimilerinin nenesi, kimilerinin bibisi, kimilerinin de ezesiydi. Onun varlığından taşan sevgi muhitindeki herkesi etkisi altına almıştı. Onu sevmek ve saygı duymak için ekstradan bir çabaya hiç ihtiyaç yoktu. Çünkü onun yüzü samimiyetin yüzüydü. Onu herkes severdi. Fakat herkesten ziyade ben severdim. O’nun nurlu yüzünü vaktiyle görülen bir rüyânın ışıltılı lezzeti gibi hatırlıyorum.

Bunca senelerin üst üste istiflediği hatıralar arasında; o zihnimin en latif köşesinde yer etmiş ışıldayan pırıl pırıl bir avizedir. Gözümün önünde bazen onun nur yüzünü, ipek kadar yumuşak simâsını beli bükülmüş halini görüyorum. Başındaki beyaz tülbentiyle daima itinalı tavır içinde hiçbir zaman zerâfetten vazgeçmemişti. O’nu incelik ve titizliğiyle elinde kuka tespihi bahçedeki erik ağacının altında bükülmüş beliyle oturup tesbih çekip hep Allahı niyaz ederken görürdüm. Sabah namazlarının serinliğinde göl mehtabına bakan odasının penceresini açar “melekler evin içine dolsun balam” derdi. O pencereden evin içine dolan gölün serin rüzgârı yaprak ve su hışırtılarıyla birlikte evin içine dolar her tarafı huzur bucağına dönderirdi.

Güneş değirmen deresi tarafından yavaş yavaş ışıklarını bağa bahçeye düşürmeye başlayınca o evin arkasındaki bostana giden kanaldan su taşıyarak bütün bağı bahçeyi süpürmüş toprağın semaya yayılan temizlik kokusu bütün muhiti kaplamış olurdu.

Bahçenin bir köşesinde tutuşturduğu semaverin dumanı kıvrıla kıvrıla semaya yükselirdi. Parmak kalınlığındaki mis gibi yoğurt kaymağını tap tapa ekmeklere sürerek kemal-i lezzetle yerdik.  Sabahın aydınlığında yaşlı erik ağacının altına sermiş olduğu şilteler üzerine minderleri özenle dizerdi. Mis gibi akıllara sezâ çökeleğin içine kendi elleriyle yaptığı tereyağının cacığa refakat ettiği lezzet karışımı kahvaltılar akıllara ziyan bir nefâsete dönüşürdü.

O’nun o tenha bağdaki üç göz odalı evi her daim tertemiz ferâh fahur bir evdi. Balkonunda tenekelerde yetiştirdiği renk renk zakkum çiçekleri, bahçesini sıra sıra çiçek tarhlarıyla bezenmişti. Hem gölge, hem ışık içinde, hem serin, hem ılık bahçesinin sağ köşesindeki leylakları Mayıs yağmurunu yedikten sonra o ıtırlı kokusu hafızamın en güzel köşesinde yer etmiş.

Ben o zaman çocuktum bütün bunları bilemezdim. Onun şahsiyetinin esâs yapıcı unsurlarını aklım kemâle erdikten sonra anladım. Kamile Nene bir yerlilik zevkinin etrafında oluşmuş asırların tezgâhında süzülüp biçimlenmiş bir zevk ve terbiyenin son temsilcisiydi. Onun şahsında teşekkül etmiş bu zerâfetin bütün biçimlerini onun insan ve tabiatla olan ilişkisinde görmek mümkündü.

O’nun kimseyle yüksek sesle konuştuğu görülmemişti. Hatta kendisinin haklı olduğu bir meselede haklılığını hiçbir zaman ortaya çıkarıp söylemezdi. Onun hep gülümseyen ağırbaşlılığı insanlara hep iyilikten konuşan ve iyilik tavsiye eden müşfik tavrı yüzünde öyle bir tatlılıkla insanı büyüleyen tavrı en hiddetli olanların bile hiddetti söner, gözyaşları diner, somurtkan çehreleri yumuşatırdı.

Ben o evin en çok denize bakan odasında oynamayı severdim. Fikriye ablanın odanın içindeki divanın bembeyaz patiskalarındaki o pembenin en güzel tonuyla işlemiş olduğu kaneviçe gül desenleri sanki bir cennet bahçesinin neşesini hatırlatırdı insana. O sadece evinde barkında değil oturuşunda kalkışında tavrında tarzında her daim sade ruhlu bir zerâfet içindeydi.

O’nun bütün çocuklar arasında hususi ehemmiyeti ve müstesna bir mevkii vardı. Ekmek yaparken tandır başında çocukların hiç bir isteğini geri çevirmezdi. Benim pek sevdiğim “Koç” diye tabir ettiğimiz hamura çeşitli şekiller vererek tandıra yapıştırır onun pişmesini sabırsızla beklerdim. Piştikten sonra nar gibi kızaran o ekmekleri alır bahçeye koşardık. Bazen çocukları başına toplar bahçe etrafında halka oluşturur masallar anlatırdı bize. O’nun çocukken bize anlattığı bu masalları kulaklarımın içinde kalan sesinin akislerini büyülenmiş efsunlu bir zihnin hayret ve hayranlık duygusuyla dinlerdim. Onun masalları çocuk muhayyilemizi yıldızlara kadar kanatlandırır varlığımıza kozmik bir tasavvur tedai ettirirdi.

Ben Ankara’dayken bir gün telefonda “Kamile Nene hasta!” Dedi annem, meğer benden saklamışlar. İhtiyar nenem ölmüştü. Hayatımın en iyi kalpli varlığı hissi terbiyemde çok büyük katkısı olan o piri fani bu dünyadan göçmüştü. Ona soracağım sorular vardı soramadım. Sorular ben de kaldı. Şimdilerde aradan kırk beş yıl geçmesine rağmen halen onu düşünürken onun nur yüzünü sanki bulutların arasından sıyrılıp uçuyor gibi görüyorum. Şimdi düşünüyorum da onun bizim iç nizamımızda ruh peyzajımızda his terbiyemizde bıraktığı bu ruh peyzajını hangi mektep verebilir. O öleli bunca sene geçmiş aradan onun varlığı ve hayali etrafında toplanmış bütün hatıraları uzak senelerin ardından hâlâ tatlı bir tebessümle hatırlıyorum

Yazar
Sait EBİNÇ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen