Kamu Nakit Yönetimi Açısından Merkez Bankası ve Hazine İlişkisi

Hazine’nin veya “beyt-ül mal”ın korunması, seçilmiş hükumetlerin, atanmış bakanların veya benim diyen kimse onun namusudur. Anahtarı kimde ise, o milletin emanetini korumak ile yükümlüdür. Tabii denetim her zaman gerekli ve hesap vermek mecburiyettir. “Beyt-ül Mal” ve Merkez Bankası, iki kamu kurumu olarak işbirliği yaparken, aralarındaki köprüleri birbirinin ayağına çelme takmayacak biçimde kullanmak zorundadır. Bu konu ekonominin iyi ve etkin çalışması açısından önemlidir. Hazine yönetimi, Maliye Bakanlıklarının uygulama organı olarak, bakanlığın gelir kaynaklarını yönetir, gelir gider kanallarını ve tahsislerini yürütür. Kaynaklara ek olarak, gerektiğinde Merkez Bankası para politikasının sağlayacağı destekle önce kamu bankalarını, sonra ekonomideki diğer mali ve reel sektörleri beslemesi, ama bunu yaparken Merkez Bankasına ekonomik istikrarı tehlikeye atacak(daha da kötüleştirecek) baskıda bulunmaması gerekir.

*****

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU

Her ülkede Merkez Bankaları ile Hazine arasındaki dayanışma ilişkisi para ve maliye politikalarının kalbi gibi işlev görür. Dolayısı ile ekonomideki nakit akışını kan dolaşımı sistemi olarak düşünecek olursak, iki kurum arasındaki ilişki, kanı vücuda pompalayıp, geri toplama, basıncı denetleme gibi, ekonomiyi gerektiği kadar hızlandırma veya yavaşlatmayı açıklar.

Tabii bir ekonomide bu iki kurum arasındaki işbirliğine en fazla ihtiyaç duyulan zaman, kriz belirtilerinin şiddetlendiği zamandır. Böyle zamanlarda Merkez Bankalarının özerkliğini aşındırmadan, kurumu itibarsızlaştırmadan, Hazineyi koruyarak nakit akışını düzenlemek, sorunların reel sektörlere en az zarar vermesini güvence altına alır.                                    

“Son Başvurulacak- İlk Başvurulacak Merci”

Merkez Bankaları devletlerin para kasası ve ulusal egemenliğinin sembolü olan ulusal paranın tek kaynağı ve değerinin koruyucusudur. Bir Merkez Bankasının en önemli yükümlülüğü, dar anlamda parasal, geniş anlamda makroekonomik istikrarı sağlamaktır. Bu nedenle sistemde ortaya çıkan fon açıklarının piyasadan karşılanamaması durumunda, genellikle “son başvurulacak merci”( Lender of the Last Resort) olmasına özen gösterilir. Bu Merkez imkânlarına çok zorunlu nedenler olmadıkça el uzatılmasını engellemek, siyasi amaçlarla, seçim için, yandaş kayırmak için ekonomik dengelerin bozulmasının önüne geçmek amacı ile düşünülmüş bir tür dokunulmazlıktır. Ancak bir ülkenin özel ve kamu borçları yükselmiş, dış borçlanma olanakları daralmış, dış borçlanma faizleri yükselmişse olağan üstü zorluklar ortaya çıkmış demektir. Aynı zamanda piyasaya güven aşınmış, enflasyon etkisinden arındırılmış büyüme düşmüş, bütçe ve cari işlemler açıkları artmışsa, yapısal zafiyetleri ortadan kaldırmak için Merkez Bankaları “geçici süre” için “ilk başvurulacak merci”(Lender of the First Resort) görevi üstlenmeye başlar. “Geçici süre”, krizin ne zaman başladığına, hangi aşamada teşhis edildiğine, spekülatif hareketlerle desteklenip desteklenmediğine, yayıldığı alanın genişliğine, kaynağının içerde mi olduğuna veya dışardan ithal edilmiş bir kriz olup olmamasına göre değişir. Tabii siyasi otoritenin durumu fark etmemesi, görmezden gelmesi ve israfa devam etmesi nakit yönetimi açısından önemli olumsuz sonuçlar yaratır. Ama özellikle bütçe açığı yanı sıra, cari açık olması farklı, cari fazla olması farklı politika önlemlerini gerektirir. Tek açık, tahmin edilebileceği gibi kötünün iyisidir.

Hazine (“Beyt-ül Mal”) ve Merkez Bankası İşbirliği

Hazine’nin veya “beyt-ül mal”ın korunması, seçilmiş hükumetlerin, atanmış bakanların veya benim diyen kimse onun namusudur. Anahtarı kimde ise, o milletin emanetini korumak ile yükümlüdür. Tabii denetim her zaman gerekli ve hesap vermek mecburiyettir. “Beyt-ül Mal” ve Merkez Bankası, iki kamu kurumu olarak işbirliği yaparken, aralarındaki köprüleri birbirinin ayağına çelme takmayacak biçimde kullanmak zorundadır. Bu konu ekonominin iyi ve etkin çalışması açısından önemlidir. Hazine yönetimi, Maliye Bakanlıklarının uygulama organı olarak, bakanlığın gelir kaynaklarını yönetir, gelir gider kanallarını ve tahsislerini yürütür. Kaynaklara ek olarak, gerektiğinde Merkez Bankası para politikasının sağlayacağı destekle önce kamu bankalarını, sonra ekonomideki diğer mali ve reel sektörleri beslemesi, ama bunu yaparken Merkez Bankasına ekonomik istikrarı tehlikeye atacak(daha da kötüleştirecek) baskıda bulunmaması gerekir. Aslında bir anlamda Merkez Bankaları, aynı zamanda Hazine yönetimlerinin de bankalarıdır. Hazine’ye çeşitli hizmetler sağlar ve onun banka nezdindeki tek hesabını yönetirler. Hazine bonosu ihracında aracı da olabilirler. Kamu bankalarına ve mevzuat müsait ise özel bankalara da ihaleye girme yolu açar, para arzını kısma veya arttırma yolunu denetlerler. Ama Hazine ve Merkez Bankasının hesapları ayrı olup, birbiri ile karıştırılamaz. Aralarındaki işbirliği, ister nakit akışı ve borç, ister rezerv yönetimi açısından olsun her iki kurum da hesapların doğru ve şeffaf tutulması sorumluluğunu taşır. Bu bağlamda hazine yararı (eski dilde nef-i hazine), milletin parasından ona, buna kaynak aktarılmasını engellemeyi gerektirir.     

Borç yönetimi, özellikle mali kriz dönemlerinde, Maliye Bakanlığı, Hazine İdaresi ve Merkez Bankasının makroekonomi politikaları açısından işbirliği içinde olmasını gerektirir. Ancak ayrı ayrı ve özellikle Merkez Bankasının özerk kimliğine saygı gösterilerek hareket edilmesi esastır. Amaçların farklılaştığı kavşaklarda bile Merkez Bankalarının ekonomik rasyonaliteden taviz vermemesi, ekonomik istikrarı daima ön planda tutması önemlidir. Piyasanın nakit ihtiyacının salgın gibi dışsal etkenlerle arttığı dönemlerde bile Merkez Bankası kaynaklarından önce, hazinenin ödeme listelerini gözden geçirmesi, acil ödemeler dışındaki ödemeleri ertelemesi, ertelenen ödemelere (garantili köprü ve yol geçişleri karşılığı gibi) karşılık garantili tahvil ihracı yolu ile güvence verilmesi, atılması gereken ilk adımlardır. Tabii Maliye bakanlıkları ve Hazine idareleri siyasi tercihlerin girdabına kapılabilir. Bu girdaba Merkez Bankalarını çekmemeleri çok önemlidir. Kendi yasal sınırları içinde Merkez Bankaları açık piyasa ve repo işlemleri, faiz ve rezerv oranları gibi araçlarla, piyasaya nakit akışını arttırıp, azaltır. Ama hükumet için tahvil çıkarıp, bütçe açığı finansmanı sağlayamaz.

Mali Krizlerde Hazine ve Merkez Bankası

Japonya’da 1990 lı yıllardan beri görülen ekonomik krizler, hep cari işlem fazlalarının himayesinde olmuştur. Bu güvence ile Japon Maliye Bakanlığı(MoF) önce Keynesyen tercihle kamu harcamalarını arttırmıştır. Daha sonra Japon Merkez Bankası (BoJ), dünya para otoritelerine de ilham veren “miktar kolaylaştırma”(Quantitative Easing: QE) politikası ile tahvil satın alarak, piyasaya nakit sürmeye başlamıştır. Böylece BoJ  “ilk borç veren merci” haline gelirken MoF ile ahenkli bir işbirliği içinde daima etkin bir kriz yönetimini hedeflemiştir. 

Japonya QE politikası ile BoJ e “ilk borç veren merci” rolü vererek, dünya Merkez Bankalarına, kriz yönetiminde ulusal ve yabancı Hazine tahvillerinin Merkez tarafından alınıp satılması yolunu açmıştır. Bu yol, hazine işbirliği ile artık dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. ABD de 2007 den itibaren uygulanan QE, Federal Reserve Bank(FED) a piyasaya acil nakit akışı sağlama imkânı vermiştir. ABD de hem bütçe, hem de cari işlemler açığı olduğu için, aslında bu politika Japonya’daki kadar etkin uygulanamamaktadır. Yine de FED bu rolü üstlenmeseydi, ABD, işsizine iş yaratmakta başarılı olamazdı. QE yi AB de önce PIGS(Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya) krizi sırasında, sonra salgınla derinleşen mali krizde ECB nin çok sık başvurduğu bir yöntem olarak gördük. Ancak Japonya, ABD ve AB de istenen enflasyon oranlardan çok aşağıda olduğu için BoJ, FED ve ECB “ilk borç veren merci ” rolünü,  durgunluğu engelleme misyonu ile oynamaktadırlar. Oysa enflasyonun ve işsizliğin yüksek olduğu ve çift açıktan mustarip Türkiye gibi ülkelerde, bu rol hala sakıncalı ve mali disiplini tehdit tehlikesi olarak görülmektedir.

Rezerv Yönetiminde Özen ve Özensizlik

Merkez Bankasının yabancı para olarak tuttuğu rezervlerin kullanılması ise ancak yine bankanın kendi özerk iradesi ile alacağı kararlara bağlı olmak ve ulusal paranın değerini gözetmek zorundadır. Nakit ve rezerv yönetimi ve para politikası elbette iç içedir. Ama eğer kıt (veya aşırı fazla) ulusal parayı piyasaya sürmek(veya piyasadan çekmek) açısından Merkez Bankalarının repo araçları yetersiz kalıyorsa, kriz zamanlarında, banka kasalarındaki yabancı rezervler(giriş veya çıkış)  telafi edici araç olarak kullanılabilir. Yani ulusal para olarak nakit miktarının artması(azalması) gerekiyorsa Merkez Bankası, döviz alır veya satar. Bu ihalelerde kayıtların iyi tutulmuş olması, yarattığı kur ve faiz değişmelerinin izlenmesi ve kendi parası rezerv para olmayan ülkelerde, önceden belirlenmiş rezerv ihtiyacının banka kasasında kalmasına özen gösterilmesi önemlidir.

Rezerv yönetiminin Merkez dışında bir kuruma devredilmesi ile ilgili örnekler, Latin Amerika’nın keyfi yönetimlerinde olabilir. Ama bizde Hazine ile Merkez arasında işbirliği konusundaki en rahatsız edici gelişme, Merkez Bankası ve Hazine arasında 2017 yılı başında imzalanan protokol gereği, Hazine’ye rezerv yönetimi konusunda yetki verilmiş, kur farklarından doğan zararın ise Merkez’e faturalandırılmış olmasıdır. Merkez Bankasının karı, Varlık Fonu’na, Hazine’nin zararı ise Merkez’e formülü, Merkez Bankası gibi köklü bir kuruluşa ve onun özerkliğine vurulmuş en büyük darbelerden bir tanesidir. Bu darbenin reel boyutunun 128 milyar Dolarlık rezervin çok üzerinde olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.

———————————————–

Kaynak:

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/kamu-nakit-yonetimi-acisindan-merkez-bankasi-ve-hazine-i-liskisi

Kullanılmayan İtibar Kartı ve İtibarsızlaştırma

Arjantin, Meksika, Brezilya veya Hindistan gibi ülkelerde de son iki yıldır salgının etkisi ile artan ekonomik sorunlar, bu ülkelerin Merkez Bankalarını “ilk borç veren merci” ye dönüştürmüştür. “İlk borç veren merci” politikası, kısa devreli güven krizlerini aşmak için kullanılırken, özellikle çifte açık sorununa ilaveten tasarruf açığı olan bu ülkelerde, IMF desteği ile yapısal sorunların giderilmesi yoluna gidilmekte, IMF nin bu ülkelere piyasa faizlerinin altında bir faiz ile mali destek sağladığı bilinmektedir. Ayrıca IMF güvencesi bu ülkelerin kredi notlarını da olumlu etkilemektedir.  Bu nedenle yüksek dış faizden kurtulmak ve IMF üyeliğinin kalkanını kriz saldırısını durdurmak için kullanmak isteyen Arjantin ve diğer örnekler, şimdi kriz fırtınasına Türkiye gibi yalnız yakalanmamışlardır.

Evet,  IMF desteği, yeniden güven tesisi ve yüksek dış borç faizlerinden kaçınmak, borç artışlarının ülkeyi iflasa (Moratoryum) götürmesini engellemek için iyi bir tercihtir. Türkiye kurucu üyesi olduğu IMF ye olan borçlarını ödeyerek, bir itibar ve güvenilirlik kazanmıştı. Ama dara düştüğü zaman bu kartı bir imkânı olarak kullanacağı yerde, uluslararası piyasalardan yüksek faizli borç almaya devam etmiştir. Üstelik Merkez Bankası kasasındaki rezervleri nereye ve nasıl kaydırdığı belli olmayacak biçimde harcamış, daha da önemlisi, ulusal para otoritesinin itibarını, Hazine’ye zorla devrettirilen rezerv yönetimi yetkisine ilaveten, Banka yönetimine yapılan sık müdahalelerle zedelemiş ve siyasileştirmek gafletini göstermiştir. Yazık bu ülkeye ve bu ülkenin köklü kurumlarına.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen