Kaos yolunda yavaş yavaş ilerliyor muyuz?

Geçtiğimiz hafta Berlin’de yapılan Libya Barış Konferansı dünya düzenindeki liderlik boşluğunu bir defa daha gözler önüne serdi. Kararlı eylemlere en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde, dünyanın önde geldiği söylenen ülkeleri zayıf birer bürokrat gibi davrandılar; hiçbiri anlamlı bir tutum sergilemezken, barışı inşa etme sorumluluğunu da yöntemleri ve takvimi yeterince tanımlanmamış bir sürece terk ettiler. Ancak, Libya’ya çözüm getirmekteki başarısızlık aslında dünyada yaygınlaşan daha derin bir karmaşıklığın emaresi. Kaos yönünde bir gidiş var.

*****

Prof.Dr. İlter TURAN

Bazı liderler Berlin konferansını bir başarı olarak takdim etmeye çalışıyorlar. Ülke dışındaki güçler toplanmış ve artık Libya’nın iç işlerine karışmaktan kaçınmaya karar vermişler. Siz ne dersiniz?

Bu tür değerlendirmelere biraz tereddütle yaklaşmak gerekiyor. Berlin konferansından beklenen, tarafların sürekli ateşkes ve Libya’nın bütünlüğünü inşa edecek bir mekanizma üzerinde anlaşmaya varmalarıydı. Ancak, toplantıya katılan “büyük devletler” Hafter’e ateşkesi imzalatmayı bile başaramadılar. Ben bu sonucu fazlasıyla şaşırtıcı buluyorum. Hafter kendi silahlarını, teknolojisini üretebilen, güçlü kaynaklara sahip ve iç savaşı bu imkanlarla sürdürebilen özerk bir aktör olmaktan çok uzaktır. Dış desteğe muhtaçtır. Berlin’de onun ateşkesi imzalaması konusunda yaşanan başarısızlık aslında uluslararası camiada ne yapılması gerektiği üzerinde mutabakat olmadığını, fakat bunun görmezlikten gelinerek mutabakata varılmış gibi davranıldığını gösteriyor.

Acaba bu ülkeleri dünya çökerken çevrelerinde olanları fark etmeden birer fincan çay içmek için buluşan züppelere mi benzetelim, yoksa bu çok abartılı mı olur?

Bu değerlendirme biraz sert oluyor. Ben, uluslararası alandaki aktörlerin olanların farkında olmadıklarını ima etmek istemedim. Ama belki benzetmenizin isabetli bir yönü de var. Sonuçta, konferansa katılan ülkelerin Libya’da doğrudan barışa gidecek bir güzergah üzerinde anlaşabildiklerini söyleyemiyoruz. Sorumluluğu, amaçları ve takvimleri belirsiz komisyonlara havale ettiler. Ateşkesi imzalamadığı halde, kimse Hafter’in çatışmaya devam ederek Libya’nın tümünü ele geçirmeye çalışması durumunda ne yapılacağı sorusunu gündeme dahi getirmedi. Eğer böyle bir ihtimal gerçekleşirse, bazı “büyük” devletlerin, barış getirme sürecinin tümünü anlamsızlaştırarak boş bir merasime dönüştürmek pahasına da olsa, Türkiye’nin de desteklediği Trablus hükümetinin maalesef mücadeleyi kaybettiğini söylemekle yetineceklerinden eminim.

Gerçekten de tam bir karmaşa hüküm sürüyor. Diğer yandan gerilimin tırmanacağı tehlikesi de sürekli artıyor!

Şimdi temelde yatan soruna değindiniz. Büyük devletlerin hepsi barışın korunmasına çok önem verdiklerini, çatışmaların tırmanmasından endişe ettiklerini ifade ediyorlar. Buna karşılık barış kurma sorununun üzerine yeterince eğildiklerini, yeterli kaynak ayırdıklarını ve siyasi irade sergilediklerini söyleyemeyiz. Nitekim, Orta Doğu’daki çatışmaların da süregelmesini seyrediyorlar, bunları sonlandırmakta başarı sağlayamıyorlar. Bölgedeki çatışmaları yürüten yerel aktörler ise büyük devletlerin çatışmaları önlemek konusunda kararlı olmadıklarının farkında. Bu zaaftan yararlanarak kendi gündemlerini gerçekleştirmek peşinde koşuyorlar. Büyük devletlerin aralarında çıkar ve siyaset farkları olduğunu çok iyi biliyorlar.

Örneğin, herkes Libya’ya barışı getirmeyi derinden arzuladığını beyan ediyor. Sonra bir bakıyorsunuz, Macron, her ne kadar orada aynı anda Fransız güçleri de bulunuyorsa da, yüzü hiç kızarmadan Türk güçleri Libya’dan çekilsin diye diretiyor. Üstelik Fransız hava kuvvetleri geçmişte Libya’yı bombaladı ve Kaddafi’nin öldürülmesinde rol oynadılar. Bütün bunlar, aslında Fransa’nın Libya’ya barış getirmekle ilgilenmediğine işaret ediyor. Fransa’nın ilgilendiği konu Hafter’in kazanması ve Fransız çıkarlarına hizmet etmesidir. Benzer yaklaşımlar diğer ülkelerin siyasetlerinde de hakim. Her biri kendi çıkarlarına en iyi hizmet edeceğini düşündüğü grupları destekliyor. Tabii bu yaklaşımlar sadece Libya ile sınırlı kalmayan evrensel nitelikli olgulardır. Irak’ta, İran ile olan ilişkilerde ya da Afganistan veya Yemen’de de gözlemlenebiliyorlar.

 

Bütün bunlar bizi dünya düzeni konusuna götürüyor. Şu sıralarda ABD dünya düzeninin önderliğini yapma sorumluluğundan çekiliyor. Bu hareketi karşımızdaki bunalımı nasıl etkiliyor?

Trump yönetimindeki ABD, bilinçli olarak dünya yönetişimindeki rolünü azaltmaya karar vermiş görünüyor. Çoğu Amerikalı kendi refahlarının dünyanın tümündeki barış ve refahla ne kadar iç içe geçmiş olduğunun farkında değil. Dünyanın gerisiyle yoğun ilişki içinde olmadan refah içinde yüzen bir Amerika’nın mümkün olduğunu zannediyorlar. Tabii, bu tam bir fantezi. Öte yandan Avrupalılar, dünyada nüfuzlarını hissettirebilmek için kendi aralarında rekabet ederken, sanki Amerika’nın bıraktığı boşluğu doldurabileceklermiş gibi davranıyorlar. Halbuki, küresel siyasette Avrupa’nın nasıl bir rol oynaması gerektiği konusunda bile anlaşabilmiş değiller. Bir örnek olarak Yunanistan’a bakacak olursak, komşumuz şayet Türkiye’nin Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının belirlenmesi için Libya hükümeti ile yaptığı anlaşma iptal edilmezse, AB’nin Libya barış sürecindeki rolünü engelleyeceğini ilan etti. Eğer bir üyesi salt kendi dar çıkarlarını gözetmek gerekçesiyle tüm birliği mefluç kılabiliyorsa, AB’nin küresel siyasette ağırlıklı bir rol oynamasına olanak yoktur.

 

Pekiyi, ister ABD ister Almanya olsun, bir ülkenin liderlik rolünü üstlenmesinden başka yol yok mu? Çok taraflı bir çözümün önü tamamen kapalı mı?

Bu sorunuzla ilgili bir kanaat belirtmek çok zor. Avrupa’nın liderliğini üstlenebilecek tek ülke Almanya olabilirse de, tarihi nedenlerle bu sorumluluğu yüklenmek istemiyor. Bundan öteye, basitçe ifade edecek olursak, gerek küresel gerek bölgesel yönetişim sistemleri iyi işlemiyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin her biri, İngiltere ve Fransa’nın artık gerçek birer küresel güç olmamalarına rağmen, tüm küresel yönetişim sisteminin işlemesini engellemek yetkisine haizler.

Soğuk Savaş döneminde, Sovyet-Amerikan rekabetinin yoğunluğu, her birinin kendi bloku içinde liderliğini kolaylıkla kabul ettirmesini sağlıyordu. Ama bloklar arası rekabetin kalmadığı bir dönemde, küresel mutabakat sağlanması için yeni mekanizmalar oluşturulması gerekiyor. Bu zorunluluğu kabul etmek için daha bir sürü çatışma yaşamamız gerekeceğinden endişe ederim. Barışı inşa etmekte bu güne kadar geliştirebildiğimizden daha etkin bir sistem geliştirmemiz gerekiyor. Şu anda olayların her an daha büyük çatışmalara doğru tırmanabileceği bir ortamda yaşıyoruz. Bizi her an kaosa sürükleyeceği korkusunu veren bir ortamda uzun süre yaşamayı devam ettiremeyiz.

——————————————————

Kaynak:

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kaos-yolunda-yavas-yavas-ilerliyor-muyuz/461250

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen