Bu gece kar yağdı Eskişehir’e.
Kar, önce göğe yakın yerlere, dağların tepelerine yağar. Güneş de önce dağların zirvelerine merhaba der. Bir bozlağımızda söylenir ya;
“Yüceden yüceye Toros Dağısın,
Sabahın güneşi tez değer sana.”
Eğer dağsa, başı karlı olur hep.
“Şu karşıki dağda kar var duman yok” diye hisleniriz.
Sorarız “Karlı dağlar karanlığın bastı mı? diye bir hüzün sonrası.
Bazen biz yağarız; “Yüce dağ başında yağan kar idim” diye söyleniriz. İnsan da kar tanesi gibi olur, birbirine benzemez zaten.
Mehmet Özbek Ağabey “fettan güzeline” gel diyecek ama ilk iki mısrada lâfı dolandırıyor, sonra söylüyor içindekini;
“Dağlar ağardı kardan,
Haber gelmiyor yârdan.
Ya gel ya mektup yolla,
Kurtar beni bu dardan.”
“Kara gözlüm kar yağdırdın başıma” diye söylediğimiz zaman bizim başımıza yağmıştır kar.
Bir Kars Türküsü var “Mendilinde kar getir” diye başlayan.
İki Yesevi dervişi gelmiş Anadolu’ya. Biri dağda çobanlığa başlamış, birisi şehirde ayakkabı tamir etmeye. Aradan yıllar geçmiş, özlemiş dağdaki derviş şehirdeki arkadaşını. Mendiline kar koymuş tertemiz, arkadaşına hediye edecek.
Şehre arkadaşının dükkanına gelmiş, bir hanım ayakkabısını tamir ettiriyor. Gözü kaymış dervişin, mendildeki kar damlamaya başlamış. Dağda dervişlik kolaymış.
Bir mısrada kullanmıştım;
Günleri uzun ettim, zaman çaldım yarından,
Mendilimi doldurdum, aşk dağının karından,
Kır çiçeği kokulu gönül yaylalarından,
Rüzgarları topladım, sana bırakmak için.
Hazar Şiir Akşamları için Elazığ’a davet etmişlerdi vaktin birinde. Harput’a çıkardılar. Baktım sanatçı Hasan Öztürk de orada. Kendimi tanıttım ve ilave ettim; “Kar mı yağmış şu Harput’un başına” türküsünü çok seviyorum. Mümkünde burada, Harput’un başında bu türküyü söyler misiniz?” Kırmadı Hasan Bey, başladı;
“Kar mı yağmış şu Harput’un başına”, ardından bir Kerkük Türküsü, “Altın Hızmav Mülayim”, sonra bir Elazığ Türküsü daha. İnsanlar etrafımıza toplandı. Mutluluğun Harput’una çıkmıştık orada.
Saadettin Kaplan Ağabey bir dörtlüğünde şöyle söylemiş;
“Gönlüme gergef olan yâr hayali nerede,
Gözlerimin izleri tül oldu pencerede,
Düğümlendi türküler paslanan hançerede,
Düştü mızrap, sustu söz, tellere kar yağıyor.”
Feyzi Halıcı Hocamın da ellerine yağıyordu.
Kışın ortasına geldik ama ilk defa kar gördük. Pir Sultan Abdal “Bu yıl bu dağların karı erimez” dese de her yağan erir efendim.
Kar, yüreği soğuk olanın üzerinde fazla eğlenirmiş.
Güvendiğimiz dağlara kar yağdığında en iyisi karı ve dağı baş başa bırakmakmış, öyle diyorlar.
Belki de yalan söylüyorlar.
Yalan da kartopu gibi yuvarlandıkça büyürmüş, vefasızlıkta öyle imiş.
Dün yolda Ahmet’i gördüm, köyden dolaşmaya gelmiş. Ne yaptığını sordum, işleri varmış. Dün meselâ köyden bir- iki saat mesafedeki Şoförler Çeşmesindeki köpekleri doyurmaya gitmiş yayan.
Sabah yedi buçukta da Ali Abi’yi gördüm. Sokağın kaldırımlarındaki karları temizliyor. “Yazın süpürüyor, yıkıyordun. Bari kar yağdığında ara verseydin” dedim. Çocuklar okula, insanlar işe gidiyormuş, kayıp düşerlerse olur muymuş?
Biz türkü dinleyelim efendim.