Kafa karışıklığı, tedâvîsi son derece güç bir illettir. En yakın ve en hafif etkisi, kişiyi gülünç duruma düşürmesi ve eğlence konusu yapmasıdır. Kişinin bütün işlerini karmakarışık, içinden çıkılmaz hâle getirmesi, onu, hayâtı boyunca en basît konularda bile bocalamağa mahkûm etmesi, artçı sarsıntılardır.
İnsanımızın “kafa karışıklığı” 1838 yılında ilân edilen Tanzîmât’la başlar. Evet, yenilenmeğe ihtiyaç vardı; ama, ‘tanzîm’ (düzenleme) yapılırken, kendi hâlimize bırakılmadık. Yüzyıllardır savaştığımız düvel-i muazzama işe burnunu soktu, tanzimlerin nasıl olması gerektiğini âdetâ dikte etti. 17 yaşındaki Abdülmecîd, mason sadrâzam Mustafa Reşîd Paşa’nın hazırladığı metni Gülhâne’de ilân etti.
İkinci darbe, 1856 yılındaki islâhâtla geldi : Gayrı Müslimlerin ödediği cizye kaldırıldı, Müslümanların yüzyıllar boyunca, Müslüman olmayanlar için kullanageldiği kâfir (apaçık İslâm Gerçeğini örten) kelimesini kullanmak, Müslümanlara yasak edildi. Bir karikatürde, bu durum şöyle gösterilmişti: Bir gayrı müslim, kendisine ‘gâvur’ (kâfir’in halk ağzındaki söylenişi) diyen Müslümanı şikâyet etmiş. Karakol görevlisi, Müslümana diyor ki :
“Hâlâ anlatamadık mı! Artık gâvura gâvur demek yasak!”
Kırılma noktaları, 1876, 1908 yıllarıyla devâm etti ve bu günlere geldik. Artık, bu topraklarda yaşayan herkes, kimyâ’daki deyimlerle, renksiz, kokususuz, tatsız birer kişi oldu; öyle ki, fitnevizyon’daki filmlerin etkisiyle, çocuklarına yabancıların adlarını koyanlar oldu. Halbuki, isim, son derece mühimdir; devlet için bayrak ne ise, şahıs için isim odur. Öyle ki, Arapça’da ‘alem; hem bayrak, hem de özel isim (şahıs ismi) demektir.
Bu kimliksizlik o raddeye vardı ki, artık içimizdeki bâzıları için, tamâmen islâmî bir deyim olan, “Kâinâtın Yaratıcısının buyruklarını yeryüzünde hâkim kılmak uğruna savaşan, kutlu savaş, cihâd’da yer alan asker” demek olan GÂZİ sıfatı, lâkabı; İslâm’a yabancı, hattâ İslâm’a ve Müslümanlara düşman yabancı askerler için kullanılmağa başlanmıştır ve daha da acı ve düşündürücü olan, o gazeteleri okuyan Müslümanlardan o, okudukları gazetelere yönelik hiçbir tepkinin gelmemiş olmasıdır. Meselâ o gazeteye telefon açıp bu fâhiş hatâ hatırlatılabilir Evet şuur (bilinç) diri ile ölü arasındaki farktır.
Evet, Afganistan’da birçok Müslümanın katili Amerikalı asker, “veteran” (eski asker, tecrübeli asker) kelimesini tercüme etme zahmetine katlanmayan karışık kafa eliyle “gâzi” oluyor.
Böyle cehl-i mürekkeb (hem bilmemek, hem de bilmediğini bilmemek) sâhibi kimesnelerin, yüzbinlere hitâb eden medya kuruluşlarında sorumluluk sâhibi (!), yetkili olmaları da ayrıca düşündürücüdür. Kendi kafalarının karışıklığını yüzbinlere bulaştırmaktadırlar.