Değer verdiğimiz bir arkadaşımız “kara trenle ilgili bir şiir var mı?” diye sordu, bilemedim. İçinde tren geçen türkülerimiz vardı, onları biliyordum. Gerçi kimin içinden nasıl geçerdi, o da meçhuldü ya..
“Tren gelir hoş gelir,
Odaları boş gelir” diyordu.
Yan yana gelip ayrı yönlere giden trenler de olurdu bazen. Tren yolları da birbirine paralel uzanır giderdi. Birleşmezdi belki ama ayrılmazdı da. Biri olmasa biri eksik olurdu. Gerçi kavşakları da yok değildi elbet. Oralarda makas değiştirirlerdi.
Bir başka türkü de;
“Kaleden indirdiler,
Trene bindirdiler,
O benim nazlı yâri,
Askere gönderdiler.” idi.
Bizim Eskişehir’in tren garında askerler giderlerdi. Çocuktum o zaman. Vagonları bile bir başka olurdu onların. Sanki garipler için özel vagonlardı. Askere gidecekler tıka basa doldurulur, kapıları da sıkıca kapatılırdı. Civar yerlerden gelenler de bekletilirdi bir kaç gün vagonların içinde.
Gideceklerine yakın trenin düdüğü öterdi acı acı. Her duvar dibinde, askerlerin göremeyecekleri yerlerde analar, yavuklular ağlardı içli içli.
“Ah tren, kara tren,
Odur yâri götüren” der di elleri böğründe bir hanım. Her tren düdüğünde çoğalırdı göz yaşları.
Sonra beklemeler başlardı;
“Kara tren gelmez mola,
Düdüğünü çalmaz mola,
Gurbet ele yâr yolladım,
Mektubunu salmaz mola.”
Mektup gelse ne olurdu ki. “Dinleyenlere de selâm ederim” cümlesinin içinde olurdu gönderdiği.
Başka trenler de giderdi tabi. Onların yönü Avrupa’ya idi. Ali Akbaş Ağabey yazmıştı;
“Su serperler ya
Gidenlerin ardından
Dün askere
Hind`e Yemen`e
Bu gün ekmeğe
Yaban ellere
Dönmezler de ondan
Yoksa niye serpsinler.
Sirkeci`den tren gider
Ona binen verem gider
Bir kampana çalar
Analar ağlar
`Oğuuuul oğul`
Çocuklar öksüz
Gelinler dul.
Sirkeci`den tren gider
Evim barkım viran gider
Biz hep atla geçtik Tuna`dan
Böyle geçmedik
Avrat uşak
Biz hiç böyle geçmedik
Beyler utansın.
Sirkeci`den tren gider
Vağım yoğum törem gider
Tuna bizden utanır
Biz Tuna`dan
Yüzüne kapatır ellerini
Aldırma be Tuna`m
Yiğit çıplak doğar anadan.
Sirkeci`den tren gider
Erzurumlu Duran gider
Burada ezan var
Orada çan
`uyaaaan
Uyaaaaan
Uyan!`
Sirkeci`den tren gider
Bir yıldızlı Kur`an gider.”
“Ankara’da yedik taze meyvayı” türküsünde de şu mısralar vardı;
“Trene bindim de tren salladı,
Zalım doktor ciğerimi elledi,
İy olursun diye geri yolladı,
Söyleyin anama, anam ağlasın,
Anamdan gayrısı yalan ağlasın.”
Ağlarsa analar ağlardı elbette. Ananın eli değdiğinde azalırdı acın.
“Tren gelir kışladan” diye başlıyordu bir türkümüz.
Trenle askerler dönüyor Yemen’den. İnen son askere de bakan anne oğlunu göremiyor. İki çocuğunu göndermiş, ikisi de yok. Gidiyor kumandana, çocuklarını tarif ediyor;
“Alnında parıldar kaşı,
Ağzında ışıldar dişi,
Ben getirdim iki oğul,
Birin bana ver yüzbaşı.”
Arkadaşımızın istediği tren ile şiiri bir türlü bulamadım. Şunu yazdım sonra;
Yürürüm aşk ile bir uzun sese,
İçine gam çökmüş binen beklerim.
Dünyayı taşırım nefes nefese,
Sevdayı sevdayla yenen beklerim.
Ne ağır yüküm var içimde gezen,
Ne dertli yazım var susulup yazan,
Sonsuza varmaya kurulmuş düzen,
Hasreti gönlünde dinen beklerim.
Koygun acıları yollar emende,
Öksüzler boy verir yaşlı çimende,
Galiçya, Kafkasya, belki Yemen’de,
Gözlerim ufukta dönen beklerim.
İçimde ateş var, soğuk bedenim,
Dört mevsim sevdayla gelip gidenim,
Ben insanlık yüklü kara trenim,
Ya beni beklerler, ya ben beklerim.