Kavga Kavramı Olarak Milliyetçilik

Son aylardaki milliyetçilik tartışmalarını, siyasal partiler arasında cereyan etmesi bakımından değil, her gruptan aydınlar arasında cereyan etmesi bakımından önemli görüyoruz. Siyasal partilerin tartışmaları oy kaygısına dayanır. Aydınların konuşmaları ise insanımızın düşünme biçimini orta vadede etkileme potansiyeli taşımaktadır. Asıl sorun buradadır. Milliyetçilik tartışmaları siyasal projeler çerçevesini aşmış, millî duyarlılıklar çerçevesine sirayet etmiş durumdadır.

Milliyetçilik, gerçekten etrafında kavga edilecek kadar önemli bir kavramdır. Çünkü milliyetçilikten söz etmekle, bir sosyal olgu olarak millet gerçekliğinden, dolayısıyla bireylerin aidiyetlerinden ve insanlık dünyasındaki konumlarından, toplumun siyasal-sosyal yapısından söz etmiş olmaktayız. Bu yönüyle milliyetçilik hem tek tek bireyleri, hem de toplumun tümünü ilgilendirmektedir. Dolayısıyla, bu konudaki tartışmaların, ortak aklı yakalamak için yapılıyor olması gerekir. Fakat tartışmalara baktığımız zaman, “Toplumsal dünyamız için makul ve iyi” olan bir noktada buluşup uzlaşma amacının değil, sadece milliyetçiliği toplumsal yaşantımızdan, değer ve duygu dünyamızdan uzaklaştırma hedefinin güdüldüğü görülmektedir.

Milliyetçilik üzerinde herkes, kendi önyargılarıyla konuşmaktadır. İslamcılar, İslam’ın asabiyeciliği reddettiğini dile getirmekle, Batıcılar milliyetçiliğin karşıtlık doğurduğunu, üstelik ırkçılığın zemini olduğunu söylemekle, sözüm ona entelektüeller zaten millet ve milliyet gerçeğini reddettikleri için, milliyetçilik diye bir şeyin baştan kabul edilemez olduğunu iddia etmekle, kendini milliyetçi diye tanımlayanlar da, daha en baştan milliyetçiliği yüceltmekle işe başlamaktadır. Daha geriye gidince, aslında milliyetçilik aleyhtarı herkesin, 12 Eylül öncesinin kaos ortamına dayanan ve oradan beslenen bir karşıtlık duygusuyla yola çıktığı görülmektedir. Burada en ilginç çizgi, “ulusalcı” diye adlandırılan siyasal grubun çizgisidir. Onlar 12 Eylül öncesi, bırakınız milleti, devleti bile bir kenara itmişken; kavgalarını “halklara özgürlük” sloganı etrafında devletle vermekteyken, şimdi ülke ve millet menfaatinin yegane savunucusuymuş gibi ortalıkta dolaşmaktadır. Onlar bugün, dindışı bir milliyetçilik duygusunun savunucusu konumundadır.

Milliyetçilik tartışmalarında, siyasal İslamcıların vebali daha büyüktür. Çünkü diğer siyasal gruplar Batıcı veya enternasyonalci gerekçelerle milliyetçilik kavramını eleştirirlerken, siyasal İslamcılar toplumun ortak değeri olan dini gerekçe göstererek aleyhtarlık sergilediler. Bir dönem bu grupta açıkça Arap hayranlığı egemen olmadı değil! Ancak bu hayranlık bugün artık bir avuç eski tüfek İslamcı radikallerde kaldı. Bu grup, özellikle “Türk Türk dedikçe başkaları da Kürt Kürt der” propagandasıyla, etnik bölücülüğün de zımnen destekçisi oldular. Türk’e Türk demeyince, Kürt kendine Kürt demeyecek midir? Diyecektir. O halde mesele, Türk ve Kürt diye birbirinden apayrı, farklı değer dünyalarının, yani milliyet niteliklerinin olup olmadığına karar verme noktasında düğümlenmekteyken, iş sadece “adlandırma sakatlığı”na ihale edildi.

Türkiye, bu noktada kendi aydınlarınca tuzağa düşürülmüştür. Milliyetçilerin milliyet vurgusu ile neyi kastettikleri pek hesaba katılmadan, sırf politik karşıtlıkla, milliyetçilik yanlış tanımlanmıştır. Sorun büyük ölçüde adlandırma üzerine spekülasyonlarda yoğunlaşınca, içerik bir kenara bırakıldı ve tartışmalar şirazesinden çıkmıştır. Bu temayı, siyasal İslamcılar, sadece milliyetçilerle yaptıkları politik mücadelede işlemişlerdir. Tabii bir de bütün bunlara, devlet politikası olarak herkese kendini “Türk” diye tanımlatma politikasına karşı reaksiyonu da eklememiz gerekir.

Peki kendilerini milliyetçi diye tanımlayanlar neler yaptılar? Onların bu tabloda hiç mi sorumluluğu yoktur? Onlar da, ülke ve millet meseleleri karşısındaki hassasiyetlerini, sadece tepkisel olarak ve hamaset formunda dile getirdiler. Duygusal bir zeminde kalan milliyetçilik tavrı, 12 Eylül öncesinde bu grubun kolayca “kasıtlı olarak yönlendirilmesi”ne de zemin teşkil etti. Onlar geçmişte, içlerine sızan ideoloji ajanlarını engelleyemedi. Daha sonra da kendi genç kuşaklarını bilgi, bilim ve düşüncede derinleştiremediler. Doğal olarak da iş bazen görsel/kabukta kalan slogancılığa dönüştü. Bilgide-düşüncede derinleşmeyenler, bazen kendilerini en kolay yolla, “milliyetçilik karşıtlarıyla kahramanca kavga etme” yoluyla göstermeye yöneldiler. Aslında zaman zaman fikrî derinleşme çabaları görülmedi değil! Mesela merhum Erol Güngör bu entelektüel çabanın zirve ismi oldu. Fakat bu çabalar da ülkenin basın-yayın hayatına egemen olan siyasal gruplarca görmezden gelindi.

Bütün bunlar; yani tartışmanın tüm tarafları, milliyetçilik kavramının doğru analiz edilip ortak anlam içeriğiyle donatılmasına bilerek ya da bilmeyerek engel oldular.

Olayın gelişim seyri niye böyle oldu? Niye herkesi ilgilendiren böyle bir kavram etrafında uzlaşma gerçekleşmedi? Pekala bu uzlaşma, eğer bu kavram çok yanlış ve tehlikeliyse, bu kavramı iptal etme yolunda da gerçekleşebilirdi; sonuçta da mutlaka bir uzlaşma sağlanabilirdi. Bir millete aidiyetten, bazıları niçin tiksinti duyarcasına rahatsız olmaktadır? Dünyadaki bireyler olarak birçok gruba aidiz. Önce insanlığa, sonra belli bir kültür coğrafyasına, sonra belli bir bölgeye ve bir sülaleye/soya ait olarak varlığımızı sürdürmekteyiz. Bu aidiyet halkaları acaba gerçekten uzlaşmaz çelişki mi taşımaktadır?

Asıl sorun, aidiyetlerimizi uzlaştıramamak, aynı zamanda konuyu tartışırken “aidiyetin fenomenolojisi” üzerinden değil, dünya görüşleri ve ideolojiler üzerinden konuşmaktır. Biraz daha derine inince, sorun, dinî veya dindışı anlamda “manevilik” etrafında, dolayısıyla dünya ve hayatın anlamı sorusunda yoğunluk kazanmakta, ayrışma burada yaşanmaktadır. İçerikle uğraşmayıp sırf terimleştirmeye takılıp kaldıkça, sorun çözümsüzlüğe batmakta ve kavga süreklilik kazanmaktadır.

Milliyetçilik ilk başta sadece bir duygu, içsel bir durumdur. Bu duygu dünyasından, olup bitenlere karşı bir tepkinin filizlenmesi de doğaldır. İşte bu tepkinin rengi, onun doğal-mantıklı ve kabul edilebilir olup olmaması, milliyetçiliğin patolojik olup olmadığını ifade eder. Yani her fikir ve dünya görüşü gibi, milliyetçiliğin de patolojisi vardır. Nitekim Hitler’in ırkçı milliyetçiliği bunun yaşanmış bir örneğidir. Aynı şey, din için, hatta ideolojileştirilen başka aidiyetler için de geçerlidir. İslam gibi kelimenin gerçek anlamında evrensel, kuşatıcı bir sevgi dini bile siyasallaştırılıp ideolojileştiriliyor ve militanca yorumlanabiliyorsa, ardından da dinci “militanlar” imal edilebiliyorsa, aynı şey milliyetçilik için de söz konusu olur. Bu bakımdan, bakış açımızı değiştirmek, dikkatimizi duygunun veya fikrin kendisinden onun algılanışına çevirmek zorundayız. Patoloji, tek başına fikir veya duygudan değil, onun algılanış tarzı ve eylemlerin gerekçesi haline gelişinden doğar. Patolojik milliyetçiliğin ya da milliyetçilikten doğabilecek patolojik durumların; patolojik din algısının ya da din algısından doğan patolojik durumların tartışılmasından daha doğal bir şey olamaz. Toplum bu tür tartışmalarla düşünsel olarak gelişir. Fakat bu tartışmalarda, “millî” ya da “dinî olan” tahrip edilmemelidir.

Sormak zorundayız: Milliyetçilik kavramının anlam içeriğini oluşturmadan, onun patolojik yansımalarıyla doğal-mantıki gerçekliğini ayırmadan daha en baştan onu “ifrit” ilan edip, sonra saldırmak; daha önemlisi, bu yapılırken, millîlik kavramını ve millî olan her şeyi aşındırıcı söylemler sergilemek acaba dünyanın hangi ülkelerinde vardır? Her ülke, her toplum kendi varoluş formunu öncelemez mi? Kendi değer ve duygu dünyamıza saldırmaya niçin bu kadar meraklıyız? Düşünsel yapı malzememiz olan kavramların içeriklerini önce bozup sonra onlar üzerinden kavga etmek, bizim gerçeğimiz olmak zorunda mı?

İLK YAYIMLANAN YER: Türk Yurdu Dergisi, Mart 2007, Sayı 235 (https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=3541)

Yazar
Milay KÖKTÜRK

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen