Post modern zaman içinde gerçeklik her ne kadar anlam değişikliğine gidiyormuş gibi görünse de alfabe, dil olmadan insanoğlunun iletişim kuramayacağından nasıl hemfikirsek terimlerin yanlış kullanımı veya anlamlarının karıştırılmasıyla da doğru bir iletişim ilgili bilim dalları arasında kurulamayacaktır.
Nitekim terminoloji bir bilim dalının kendine ait dilidir.
Başlıktan da anlaşılacağı gibi konu milliyetçilik ideolojisi altında günümüzde sıkça karıştırılan ana terimlerden üçünün birbirinden ayıran ve benzer özellikleri ortaya koymak üzerine olacaktır.
Bunlar arasında en geniş kavram aslında milliyetçilik olması nedeniyle milliyetçiliğin tanımıyla başlamak daha doğru görünmesine rağmen ideolojinin ortaya çıkışı ‘‘millet’’ kavramı üzerinden olması nedeniyle milletin tanımını yaparak başlamak daha iyi olacaktır.
Ziya Gökalp milleti ‘‘dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan bir topluluk’’ olarak tanımlar. Gökalp’in bu tanımı milletin en genel ifadesidir. Özele doğru baktığımızdaysa her milletin, milletleşme sürecini farklı müşterek duyguları etkilemiştir.
Birbirleriyle benzerlik gösterseler de bu duygular tamamen biriciktir.
Almanlar için Protestanlık merkeze oturmuşken her Protestan’a Alman diyemeyiz. İngiltere için yine dil milletleşme de oldukça önemliyken her İngilizce konuşan kişi İngiliz’dir de diyemeyiz keza ABD’nin resmi dili İngilizce olsa da ABD milletini oluşturan temel unsur anayasanın gücüdür.
Tanımlarken aslında zaman zaman ‘‘olmak’’ fiili sıkça kullanılmaktadır. Bu milletin bir süreç sonunda ortaya çıktığını gösterir. Bu süreç Marksist düşüncelerce eleştirilmek üzere merkeze alınmaktadır. Mesela Marx’a göre millet liberal düşüncenin daha kuvvetli bir talep yaratabilmesi için ürettiği bir şeydir. Benedict Anderson’ın eserine her ne kadar Hayali Cemaatler ismini koymuşsa da aslında içeriğini Tönnies’in Cemaat ve Cemiyet eserine dayanarak hayali bir cemiyetin oluşumundaki etkenleri anlatır. Tabii bunu anlatırken bu ulus devletlerin ‘‘daha 150 sene önce’’ olmadıklarından bahsederek de milletin yabancılığına da vurgu yapar
Bu fikirler kendi içinde bakıldığında birbiriyle tutarlı. Özellikle ABD gibi vatandaşlık kavramı güçlü ancak farklı kültürleri içinde barındıran ulus devletlerde bir merkez etrafında oluşturulan (anayasa kavramı) topluluğun cemaat olmadan cemiyet haline dönüşmesi ve devamlılığının sağlanması Anderson’ın düşüncelerini doğrulamakta; ancak bizim gibi kültürel mazisi oldukça derinlere uzanan içtimai bağı kuvvetli topluluklarda bu düşünce ne kadar doğru?
Bağları kuvvetli topluluklar esasen Haldun’un asabiye kavramına kadar götürülebilir. Hatta bu sebeple millet kavramı ile asabiye kavramı birbiriyle ilişkilendirilebilir. Sonuçta Arap yarımadasında da asabiyeti güçlü aşiretler siyasal anlamda da söz sahibi oluyordu.
Bu sebeple millet tanımını tekrar tekrar incelemekte fayda var.
Millet modern bir siyasi terim, yani aslında ortak duygular merkezi teşkil etse de birlikte ortak hareket edebilme yetisini de kazanması gerekiyor. Baktığımızda Gökalp’in tanımı onun daha sonra kültür olarak tanımlayacağı ortak bir kimlik üzerine yoğunlaşmış durumda. Bu, bir milleti var eden şeyler evet; ama bunların olduğu her topluluğa millet diyebilir miyiz o vakit?
Kitabelere baktığımızda Türk budununun tek bayrak altında toplandığı zamanlar var neredeyse Türkler ’in tamamı tek devlet haline gelmiş durumda. O zaman ki topluluğa Türk milleti diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz.
Nitekim o topluluk birbiriyle savaşarak, birbirini yenerek sağlanmıştı. Aynı kültüre sahip olmalarına aynı cihan hakimiyetine inanmalarına rağmen birlikte hareket edememeleri aynı millet olmadıklarını gösterir.
Burada Orhan Türkdoğan hocanın ‘‘Milletleşmenin özü, fertlerin içinde yaşadıkları toplumla bütünleşmeleri ilkesine dayanır. Bunun gibi millet düzeyine ulaşmış bir toplumda sosyal katılım, yani tebaa durumundan yurttaş durumuna geçiş vardır. ‘’ sözüne kulak asmak gerekli.
Buradaki yurttaşlık kavramı sosyal katılımla güçlendirilerek ‘‘söz sahibi’’ olabilme yetisini ifade etmektedir ki ortak duygular milleti oluşturuyor olsa da milleti var eden bu ‘’söz sahibi olma’’ ortak hareket edebilmektir.
Yani aslında millet var olan bir cemaatin cemiyetleşerek müşterek bir siyasi harekete dönüşmesidir.
İki farklı ifadeyi tek paydada ele alacak olursak; Gökalp’in düşüncesi milleti oluşturan değerleri ifade ederken Türkdoğan’ınki ise bir milletin var olup olmadığını nasıl gösterebileceği ile ilgilidir.
Bu minvalde ‘‘Türk milleti’’ kavramını ele alacak olursak;
Gökalp’in belirttiği ortak kültürel yapı köklü bir geçmişe dayandırılarak mevcuttu. Bu aynı zamanda ‘‘hayali’’ cemaat olmadığımızın da bir ifadesidir. Türkdoğan’ın yurttaşlık ifadesini ise bizde Namık Kemal’in vatan kavramıyla ilişkilendirmek daha doğru olacaktır.
Vatan Yahut Silistre’deki ‘’ vatan, öyle bir galibin kılıcı veya bir kâtibin kalemi ile çizilen hayalî çizgilerden ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, mülkiyet, hâkimiyet, ecdâda hürmet, âileye muhabbet, gençlik günlerini anmak, …. Gibi birçok yüksek duyguların bir araya gelmesinden hâsıl olmuş mukaddes bir fikirdir.’’ İfadesi bizim sadece milliyetçi düşüncemizin değil modernleşme serüvenimizin de başlangıcıdır.
Bu sebeple bizde –Avrupa’da milliyetçilik modernleşmenin bir ürünüyken- modernleşme milliyetçiliğin bir ürünü olmuştur.
Türk vatanının yurttaşı olabilmiş olan kişiler Türk milletinin birer ferdi olmuştur.
Aynı vatanı kurmak aynı vatanın hayalini yaşamak aynı vatanın geleceğini düşünebilmek millet olmak için yetecektir. Nitekim yeri geldiğinde ortak kültüre sahip olmadıklarımız bile Türk vatanının varlığını düşünmekteyken aynı kültüre sahip aynı duyguları yaşadıklarımız bizimle vatanın geleceğini düşünmeyebiliyor.
Bu sebeple Türk milletinin Türk vatanı ile doğruluğunu sağlamak daha garanti olacaktır.
Milliyetçilik kısmına geldiğimiz zaman hangi vatan sorusuna cevap vermeye çalışacağım
Millet kavramını az çok tamamladığımıza göre onunla aynı kökten gelen milli kavramı nedir ona bakalım.
Öncelikle milli son zamanlarda milliyetçilikle gereğinden fazla ilişkilendirilmekte. Milliyetçiliğin ‘‘milli’’ kavramıyla ilişkilendirilmesi doğru olacakken tam tersi ise yanlış olacaktır.
Milli kavramı millete ait olan anlamındadır. Tabi bu aslında yerli malındaki gibi bir patent meselesinden veya üretim meselesinden ibaret olmayıp aynı zamanda bir düşünce meselesidir.
Bir şeyin milli olması onun Türk milletine ait olmasıyla ilişkilidir. Bu kişinin hareketlerinde, düşüncesinde ve geleceğinde Türk milletinin adımlarını taşımasıyla ilgilidir.
Bu düşünce genellikle milliyetçilikle karıştırılmaktadır. Esasen bunun nedeni de ilk nesil milliyetçiler nedeniyledir. Milliyetçilik kısmında bundan daha detaylı bahsedeceğim
Kişinin Türk milletinin hafızasını taşıması, Türk milleti adına adım atması, kendi milletin sevmesi onu milliyetçi yapmayıp milli yapmakta hatta daha doğrusu o milletin yurttaşı yapmaktadır. Bu sebeple milli kavramı ile yurttaş kavramı paralellik gösterir.
Özellikle bir kişinin milli olup olmamasını milletin kurucu unsurlarına olan yaklaşımından anlayabilirsiniz.
Söylemlere bakıldığında herkes vatanını milletini sever ancak Nietzche’nin dediği gibi gerçeği hayatın kendisinde aramak gerekiyor. Türk milletinin ortak değerleri olduğunu aynı zamanda vatan kavramının milletin oluşumunda merkeze alındığından bahsettik. O zaman bir kişi milli ise vatan kavramından asla taviz veremez. Ortak kültürün belirli bir kısmını eleştirir, farklı yorumlarda bulunabilir hatta sahiplenmediği alanlar da olabilir; ancak bağımsızlık yurttaşlık ve vatan gibi kavramlardan asla taviz veremez.
Kişi ne söylerse söylesin bu konularda şayet bilinçli bilinçsiz taviz veriyorsa onu milli olmaktan çıkarır.
Özetle düşüncesi hareket noktaları yurttaş, vatan ve ortak kültür olan kişiler millidir.
Milliyetçilik kısmına geçmeden milli ile milliyetçiliğin ayrımına yine de bir değinelim;
Milliyetçilikten ayrımına ise şöyle yaklaşmak gerekiyor; milliyetçilik bir ideoloji, siyasal bir düşünce. Yani yönetim üzerine kurulu bir kavram. Milli ise sosyolojik bir kavram. Benzer özellikler taşısalar bile iki ayrı çıkış noktasına sahipler. Milliyetçi olan bir kişi milli olmak zorundadır ancak milli olan bir kişi milliyetçi olmak zorunda değildir keza farklı ideolojilere de mensup olabilirler.
Milliyetçilik;
Milliyetçilik tanımı itibariyle siyasal yapıda bir milletin söz sahibi olmasıdır. Mevcut ulus devlet yönetimleri milliyetçiliğin ürünüdür. Bunu sağlarken temel şartlardan biri eşit yurttaşlık meselesidir.
Bizim de anayasamızda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları devlet önünde eşittir. Aralarında herhangi bir sınıf, din, ırk yönünden ayrım yoktur.
Aslında bu tanım birinci nesil milliyetçiliğe daha uygun bir tanımdır. Yani öncelikli olarak yurttaşlık kavramını ön plana çıkarmağı hedeflerler. Daha sonraki süreçte ise milliyetçiliğin tanımını yapacak olursak kişinin kendi benliğini millet kavramı için eritip milletin faydasını her şeyin üstünde tutma fikri oluşmaktadır.
Bu Marksist ekolün milliyetçiliğe karşı yaptıkları eleştirinin de reddini sağlar; çünkü sosyalizm nasıl dünyaya sınıf mücadelesi olarak bakıyor realiteyi sınıf zemininde ele alıyorsa milliyetçilik de milletler arası mücadeleyi kabul eder; ancak milliyetçilik daha sade bir şekilde karşımıza çıkıp milletin menfaati zeminindedir.
Hatta bu sebeple Andrew Heywood’un ‘‘milliyetçilik şizofren bir ideolojidir’’ söylemini benimserim. Nitekim milletin faydası o gün o an içinde neyi içeriyorsa onu savunur sabit bir görüşte ilerleyemez bu da aynı zamanda kişiyi daha gelişmeci bir hale sokar
Türk milliyetçiliğini bu minvalde elimize aldığımız zaman karşımıza millet ve ulus ikileminden doğan iki ayrı pencere çıkar:
Birinci pencere bütün tüm Türk dünyasını kapsayan Türk milliyetçiliği bakışıdır.
Türk milletini vatan kavramı üzerinden ele almıştık. Türk milliyetçileri için vatanı en güzel tanımı Gökalp’in dizeleridir. O ‘‘vatan büyük ve müebbet bir ülkedir turan’’ derken bir Türk milliyetçisi için ‘‘Türk milleti’’ kavramını var olan bütün Türklerle tamamlar. O sebeple bir Türk milliyetçisinin gerçekleşen bir olay hakkında karar verirken direnek noktası Türklerin faydasına olup olmamasıdır. Yani düşüncesinde Türkistan’ı, Balkanları, Kıbrıs’ı, Kerkük’ü vs yok sayamaz.
Diğer penceremize gelecek olursak bu Anadolu çerçevesinde sınırlandırılmış olan 80’lerden itibaren Kemalist düşüncenin de merkezine aldığı ulusalcılık meselesi. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte tarih tezi, dil tezinde olduğu gibi Anadolu ile seküler bir ulus inşası sürecine girilmişti. Bu aslında Namık Kemal’den bu yana devam eden milletleşme sürecimizin de kırılma noktalarından biri olmuştu.
Bu pencereye göre Türk ulusu Anadolu’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlardı. Bu Türk milliyetçileri dışında ki vatandaşlarımızın çoğunun da etkisinde kaldığı bir düşüncedir. Hatta bu sebeple ulusal veya şu an ki kullanımıyla milli bir davranış güden kişi aslında ayakları Anadolu’ya basan kişidir.
Herhangi bir sosyalist, muhafazakâr hatta liberal bir kişinin hareketlerinin dayanakları Anadolu’dan başladığı müddetçe bu onu milli bir kişi yapar.
Ancak bir Türk milliyetçisinin ayakları bütün Türk dünyasına basmak zorundadır.
Milliyetçi düşüncenin farklı bir meselesi de kültürel ve siyasal milliyetçiliktir.
Kültürel milliyetçiliğe göre aslolan şey milli kültürün korunması ve devamı meselesidir. Bu düşünceye göre siyasi arenayı merkeze almadan kültürel çalışmalarla kadim Türk kültürünün korunması, geleceğe aktarılması, ‘’bize ait’’ olan şeylerin benimsenmesi ve vatandaşların da bu düşüncede olması bir milletin kendi kendini yönetmesini sağlar.
Bu fikir esasen birinci nesil milliyetçiliğin düşüncesidir. Millet inşası sürecinde mevcut kültürel bağlar korunur vatandaşlık hukuku sağlanır. Bu zeminde oluşan bir millet her zaman kendi için en iyi tercihi sağlar, politikadan veya ideolojilerden daha az etkilenir.
Tocqueville’nin ideal bir demokrasi için olmazsa olmaz dediği vatandaşlığın da bir örneğidir bu; çünkü ona göre milletleşme sürecini tamamlamış bir toplumda vatandaş her zaman milletin istikbalini birinci sıraya koyacağından partiler, particilik sadece araç olarak kalacaktır.
Bu düşünce hala devam ediyor. Kimi düşünürlere göre milliyetçilik aslında Türk milletini her şeyiyle sevmek ve kabul etmektir.
Bu düşünceyi katılmamakla beraber önce hangi milleti seviyorlar diye sormak gerekiyor. Türk milleti denildiğinde bir milliyetçinin anladığı nedir farklı bir görüşteki vatandaşın anladığı nedir?
Kemal Tahir de Türk milletini sevmekte Ecevit de Topçu da Erbakan da Atilla İlhan da. Peki bunların hangisi Türk milliyetçiliği fikrini ifade etmekte?
Bu yüzden diğer bir mesele devreye giriyor.
Siyasi milliyetçiliğe göre aslolan şey siyasal alanda ki milliyetçiliktir. Evet kültürel bağlar millet olmak için elzemdir; ancak siyasi bir arenada karar verici merkezde diğer ideolojilerle karşı karşıya gelindiğinde kültürün dışında olan etkenlerde olacaktır.
Mesela karar verici konumda farklı ideolojilerden ancak ayakları Anadolu’ya basan yani milli olan insanlar olsun. Bir konu görüşülürken liberal kişi serbest piyasayı, bireyciliği ele alacaktır. Sosyalist kişi sınıf mücadelesini göz önünde alarak bu kararı verecek. Feminist bir kişi kadın hakları ve kadın erkek mücadelesini göz önüne alacaktır.
O halde bunların hiçbiri Türk milliyetçiliği ile eşdeğer değildir ve olamazdır da. Bu sebeple milletleşme süreci bir asrı aşan bir toplumda kültürel milliyetçiliğin etkisini yitirerek siyasal milliyetçiliğin etki alanını artırması gerektirmektedir.
Özellikle uluslararası düzlemde Türk dünyasının etkisinin giderek artacağı, dünya doğal kaynak merkezinin Türkistan coğrafyasına kayacağı öngörüldüğünü düşünecek olursak Türk milliyetçiliğine olan ihtiyaç da muhakkak artacaktır.
Kısaca sonuç kısmına gelecek olursak;
Millet, ortak değerleri olan organik bir yapının kurucu unsurları üzerinde ortak hareket kabiliyeti olan siyasi bir üründür. Milli kelimesi ülkemizdeki kullanılan anlamıyla hareket ederken ayakları Anadolu’ya basan kişiler veya ürünler üzerine kullanılır. Türk milliyetçiliği ise ayakları Türk dünyasına basan Türk milletinin tamamını bir bütün olarak gören ve karar merkezinde bu bütünlüğün direnek noktası olmasını savunan bir fikirdir.
Kaynakça:
Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp
Milliyetçilik Kuramları, Umut Özkırımlı
Cemaat ve Cemiyet, Ferdinand Tönnies
Hayali Cemaatler, Benedict Anderson
Amerika’da Demokrasi, Alexis de Tocqueville
Siyasi İdeolojiler, Andrew Heywood
Milli Kimlik, Anthony D. Smith
Milli Kültür ve Kimlik, Nevzat Kösoğlu
Cereyanlar, Tanıl Bora
Çağdaş Türk Sosyolojisi ve Sorunları, Orhan Türkdoğan
Vatan Yahut Silistre, Namık Kemal