“Şehirlerimizin artık ruhu yok. Hastalanmıyorlar bu yüzden, sadece bozuluyorlar. Bir makine gibi. Cansız bir makine. Ruhsuz. Makinelerin kalbi olur mu? Ve dahî ruhu?”
Güncel bir hadise; Mimar Sinan eseri Çoban Mustafa Paşa Camii’nin bitişiğine yapılan pisuvar görüntülerinin ardından estetik duygularımız, estetik ile olan münasebetimiz üzerine ve barbar şehircilik telakkimiz ile ilgili daha ciddi olarak düşünmek elzem oldu.
Hızlı ve plansız şehirleşmenin beraberinde getirdiği problemler saymakla bitmez. Köyden kente hücum eden kitlelerin yaşadığı sosyolojik ve ekonomik problemler aynı oranda maddeye de yansıyor. Sıvasız, çıplak tuğlalı, derme çatma, bir tarafı mavi, bir tarafı yeşil brandalı çatılar, ana yapıyla uyumsuz çıkartmalar, yağ tenekelerinin kesilip açılmasından meydana getirilen avlular, binbir renge bürünmüş gecekondular ve hepsinin beraberinde insan gözüne yansıyan karanlık bir gölge. İşte sanayileşme diyemeyeceğimiz ama sanayileşmemsi bir sürecin sonunda Anadolu’dan büyük şehirlere kopup gelmiş vatandaşların yarattığı yeni bir şehir portresi.
Bu şehir portresinin ertesinde şehirlerdeki gecekondulaşmanın önüne geçilmek ve insanlara daha rahat ve daha iyi koşullarda barınma imkanı vermeyi sağlayacak bir proje çıktı ortaya: TOKİ… Şehir planlaması ve kentsel dönüşüm planları ekseninde değişime ön ayak olacak olan kurum Toki’ydi. Ancak işin hülasası; en ufak estetik değerlerden ve mimari sanatından yoksun, oldukça pragmatist ve günü kurtaran türden bir zihnin ürünü olarak ortaya çıkan kibrit kutuları. En dar alana en fazla insanı sığdırma projeleri. Dikine bir yerleşme.
Bunun en çarpıcı örneği Bursa’da yaşanmadı mı? Tophane’den şehre baktığınızda en çok ilginizi çeken mimari yapılar “normal şartlarda” hangisi olur: Ulucami? Emir Sultan Türbesi ve Camii? Yeşil Camii? Hayır, bunların hiçbiri değil artık Bursa’nın kuşbakışı simgesi. Bursa’nın can damarına saplanmış gibi duran, gölgesiyle koca Bursa’yı karanlığa boğan, devasa kibrit kutularından mürekkep Toki şaheseri toplu konutlar başrolde artık.. El’an Bursa Tanpınar’ın anlattığı Bursa mıdır? Aziz İstanbul’un şairi Yahya Kemal, eski İstanbul’a karşı hissettiği maziden gelen coşkunluğun zerresini ne bugünün İstanbul’u ne de Bursa’sı için hissedebilecek midir?
Gelelim yazımızın giriş kısmında bahsettimiz felaket haberi ve daha nicelerine. Taş duvarların dibine yerleştirilen pisuvarlar bizim hangi medeniyetimizin bugüne aktardığı tecrübenin ürünüdür? Türkler geçmişten beri yarı göçebeliğin de etkisi ile pratik yaşayan, pratik düşünen, pratik bir hayat süren insanlardır. Peki bugünün bu pratik pisuvar anlayışının geçmişle herhangi bir ünsiyeti olduğunu söyleyebilecek babayiğit var mıdır? Bunun adı olsa olsa medeniyet düşmanlığı, cehalet yahut tarih şuursuzluğudur. Ve elbette taşralı fantezisidir.
Bizim medeniyetimiz değil mi idi Selimiye Camii’ni Edirne’nin manevi mihmandarlığına görevli kılan? Değil mi idi Çifte Minareli Medrese’yi Anadolu’nun kale kapısı Erzurum’a kazandıran deruni zevkler? Değil mi idi Doğubeyazıt’ın puslu tepesine kurulu İshak Paşa Sarayı’nı bugünün üstün mimarisi ile yarıştıran zeka? Şimdi nerede bu medeniyet, bu zeka, bu estetik, bu ince zevkler? Biz bugün hangi medeniyetin evlatlarıyız?
Bugün geçmişin büyük ve ulvi mimari eserlerini korumak, onlardan feyz almak bir yana restorasyon adı altında, birçok örneği ile sabit olmak üzere, baştan yaratıyoruz. İtalya’da binlerce yıllık tarihi esere gururla ismini kazıyan Türk öğrenciden de anlaşılmıyor mu maziye olan ilgimiz ve verdiğimiz kıymet ?
Herhalde tüm bunların ışığında sorulması gereken öncelikli soru “bize ne oldu” olmalı.
O derin mimari zevkin, derin kültür birikiminin yerine hangi içi boş telakkileri giydirdik? Medeniyetimizin devamını sağlama yolu olarak Çamlıca Tepesi’ne taklidî maket cami yapmayı mı seçeceğiz? Safranbolu’nun o nefis ferahlığını ve sadeliğin verdiği dinginliği taşıyan evlerini Germen tipi villalarla mı telafi edeceğiz? Ne yapacağız? Bu dip noktasından, İstanbul’un yedi tepesindeki göğü delen çubuklarla mı çıkacak, yeni medeniyet yahut “Yeni Türkiye”yi bu şekilde mi kuracağız? Soruları cevaplayabilecek olgunluğuna erişebilmek için evvela hangi durumda olduğumuz gerçeğine tam anlamıyla vakıf olmamız lazım. Kuru medeniyet sloganlarıyla, maziyi anlatan seri dizilerin verdiği şevkle naralar atmak yerine evvela geçmişe sahip çıkmamız lazım. Bunun için de güzelce oturup vakitlice düşünmemiz lazım:” Bize ne oldu?” diye.