-MELEKE
Bu kelime yerine çoğu zaman yetenek, yatkınlık, kabiliyet, gibi kelimeler kullanılmaktadır. Meleke kelimesi, “Melek”le ilgili olmalıdır. Cenab-ı Hakk, işlerini Meleklere yaptırır. Işıktan yaradılmış olan melekler, çok güçlüdürler, (İbrâhîm Aleyhisselâm’ın misâfirleri gibi, Hz. Ömer’in naklettiği, Kıyâmetle ilgili hadîsteki gibi), insan şekline girebilirler, çok beceriklidirler; onlarda nefis yoktur, kötülük bilmezler.
İnsanda ise; Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın “En azılı düşmanın: iki böğrün arasındadır” buyurarak belirttiği nefis (ego) vardır ve kendisinin en büyük düşmanı, en zorlu sınavıdır. İnsan, nefsine üstün gelirse, melekten daha üstün olur. Melekler, insanın atasına, Âdem Aleyhisselâm’a secde etmiştir, Şeytân ise egosu yüzünden lânete uğramıştır.
Bâbil’de Hârût ve Mârût adlı iki meleğe nefis verilince, -hiç alışık olmadıkları bu düşmana karşı tamâmen savunmasız yakalandıklarından- kısa zamanda birçok yanlışa düşmüşlerdir.
Toparlarsak:
Meleke kelimesini kullandığımızda, bir ilâhî, mânevî havaya dokunmuş, kulluğumuzu, yaratılmış olduğumuzu, farkına varmasak da, tasdîk etmiş oluruz.
-KISMET
Müthiş bir kelimedir: yüzyılların kültür mîrâsını taşımaktadır. Bin yıldır İslâmla, inançla yoğrulmuş bu millet, cihâd buyruğunu şerefle, en uzun süre yürütmüş topluluktur. Türk târihinin zirvesi olan Osmanlı Devleti, cihâd için çoğu zaman, “sefer” kelimesini kullanmıştır ve Osmanlı’nın ömrü, seferde geçmiştir: dede, baba, oğul, torun hep sefere katılmışlardır; sâdece 1740-1768 yılları arasında sefer olmamıştır, diğer yıllarda, aralıklarla da olsa cihâd buyruğuna uyulmuştur.
Kâinâtı (Evreni) Yaradan, Muhammed (A.S.) ümmetine ganîmeti helâl kılmıştır. Elde edilen ganîmet, gaziler arasında eşit olarak taksîm edilmez; kısmet edilirdi.
Her iki kelime de bölmek, bölüştürmek demektir; şu farkla ki: taksîm, -deyim yerindeyse- “nötr” dür, sâdece, “bölmek” demektir. Kısmet ise “bir nevi bölmek” demektir, “tarz” anlatır. Fi‘let فِعْلَةkalıbı, fiilin olma tarzını anlatır. Ganîmet paylaştırılırken, atlı, yayadan daha çok pay alır. Komutanın payı farklıdır, Serdarınki daha farklıdır. Bu paylaştırma “sıradan” olmadığı için fiilin “kısmet” masdarı kullanılır.
Evlenme çağındaki kızlar için kısmet son derece mühimdir, ömrünün en mühim dönüm noktasıdır, işidir; hayırlı kısmet, kısmeti açılması için duâ edilir.
-SOFRA
Atalarımızın ömrü seferde, cihâd yolunda geçtiği için, yediği yemek sofra olmuştur. Sofra: ‘Sefer’de (yolculukta) yenilen yemek’ demektir. Bizim “sofra” dediğimizin Arapçası “Mâide”dir ve Kur’ân-ı Kerîm’deki beşinci Sûre’nin de adıdır; bu millet kızına Mâide adını koyar, ama yemeğini sofrada yer.
Kısacası; “sofra” kelimesi, cihâd hâtırasıdır. Biz unutuyoruz, çok rahatız, rahatlığımız bâzan gaflet derecesine varıyor, ama “karşımızdakiler” unutmuyorlar ve biz, geçmişimizin sorumluluğunu taşıyoruz. En canlı örnek: Avrupa Birliğine girmek için yarım yüz yıldan beri bekletirler, ama, kendilerinin kültüründe olanları, şartları hiç uymasa da hemen alırlar. Karşımıza hangi kâfir çıkarsa, onu desteklerler, zâten dillerinde “hak” kelimesi olmadığı için, zihinlerinde de “hak” kavramı yoktur.
Yüz yılların hâtırası, kültürümüzün taşıyıcısı olan, dilimizde yaşayan, rastgele, dikkatsizce kullandığımız kelimelerin değerini bilelim ve koruyalım, onları, “dili sâdeleştirme, öztürkçeleştirme” gibi eğilimlere fedâ etmeyelim: millet, kültürüyle vardır ve mânâlıdır; kültürünü yitirmiş halk, “insan sürüsü” hâline gelir.
***
10 Mart 2023