HAYAT – ÖMÜR – YAŞAM – YAŞANTI
Hayât ve Ömür kelimeleri, 1000 yıldır içinde yoğurulduğumuz İslâm kültürünün verimi olarak dilimizde yaşamakta iken, mânâsız Arapça düşmanlığı yüzünden bu kelimelere karşılık arayan zihniyet, “yaşamak” fiilinden “yaşam” diye bir kelime uydurdu ve başlıca iletişim vâsıtaları olan gazeteler ve televizyon kanalları yoluyla yayıldı. Türkçemizin fakirleştirilmesi ve yavanlaştırılması yolunda kocaman bir adım atılmış oldu. Bâzıları da “yaşantı” kelimesini aynı mânâda kullandı. Halbuki; -ntı soneki, fiil köküne eklenerek, ‘küçüklük”, “azlık” anlatır: kırıntı, süprüntü, gibi. Bu kelime, “kısa süren rûhî tecrübe, hâl” karşılığı kullanılabilir.
Hayât ve Ömür kelimelerini dilden atarsanız, bu kelimelerin geçtiği, milletin olaylarını nakleden hikâyeleri, romanları, duygularını anlatan şiirleri, şarkıları, birkaç nesil sonrakiler anlayamaz duruma gelirler.
Öte yandan, “dirilik” mânâsına gelen bu iki kelimenin kullanılışı da farklıdır: Hayât, insanın yaşadığı belli bir devre için kullanılır: Meslek hayâtı, askerlik hayâtı, siyâsî hayât … gibi.
Ömür ise, insanın doğumundan başlayarak, diriliğinin bütün safhaları, HEPSİ için kullanılır: “Ömrümde yurtdışına çıkmadım”, “ömrümde böyle bir olayla karşılaşmadım” gibi.
Yaşam kelimesinin kuruluşu da sakattır. Yaşa-mak fiilinin masdar eki mak atılıyor, kök’e M eklenerek bu tuhaf kelime meydama getiriliyor: yaşa-m. Bunu uyduran okumuş câhillerin bilmeleri gerekir ki, fiil köküne eklenen M eki, BİR DEFA OLUŞ anlatır:
Doğ-mak masdar eki atılıyor, M ekleniyor: Doğ (u)m. u, kaynaştırma sesi/harfi.
Aynı şekilde: öl(ü)m. İnsan, bir defa doğar, bir defa ölür.
Yazık, Türk dilinin başına, haddini bilmez hevesliler elinde böyle tuhaf işler geliyor.
ULUS – Yine kifâyetsiz muhteris ve heveslilerin ortaya attığı, belli yerlere gelip borazanları öttüğü için “millet” karşılığı olarak yaydıkları, Türkçe ZANNETTİKLERİ bu kelimenin, Türkçe DEĞİL, MONGOLCA olduğunu, bu diploma hamallarına bildiren olmamış anlaşılan, veya, bildiren olmuşsa da, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ tutumu ağır basmış olmalı.
Komiklik burada BİTMİYOR: herkesin anladığı “millî” kelimesini karşılamak için, aşşşşşşşağılık (ş yi istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz) duygusunun da dürtüsüyle, Avrupa’dan -sal eki alınıp Mongolca kelimeye eklenir, olur: ULUSAL! Komik değil, komikkare bir durum!
Bir komik kare kelime daha: Arapça’dan SİYÂSET kelimesini al, hece bölmek münasebetsizliğiyle, (SET hecesini S’den kes,) SİYAS ucubesine Avrupa dilinden -SAL ekle, olsun: SİYASAL. Cehâlet artı zevksizlik karışımı bu kelimeyi de tepe tepe kullan, yöneticilerin yetiştirildiği fakülteye de isim yap: Siyasal Bilgiler!
Yazık olmuyor mu dersiniz?
TÜM – Bildiğime göre, Kayseri yöresinde, orta Anadolu’da, bölünmemiş, bütün ekmeğe “tüm ekmek” diyorlar. Okumuş düşünme özürlülerimiz, tam, tamam kelimelerinin Arapça’dan, “hepsi” kelimesini Farsça “heme” den girmiş olduğunu -nasılsa- keşfetmiş olmalılar ki, “tamâm”,“bütün”, “hepsi” yerine TÜM kelimesini dolaşıma soktular. Bu heveskâr yarı aydınlara nasıl anlatırsınız ki: “tüm”; yekpâre, bütün, demektir; “insanların hepsi” yerine: “tüm insanlar” denilirse, “kolu bacağı kopmamış, bedeni bütün” insanlar mânâsına gelir.
Türk Dilini sevenler, Türk Dili’nin değerini bilenler, konuşurken, yazarken KULLANDIKLARI kelimelere dikkat etmeliler, değil Mİ?
En üstün olduğumuz çağda, Kanûnî Sultân Süleymân, süt kardeşi âlime sordurmuş:
-Devletimize zevâl olur mu?
-Neme lâzım!
diye cevap gelince, bizzât gidip öğrenmek istemiş.
-İnsanlar, yapılan yanlışı görüp de “neme lâzım” derlerse! … denilerek felâketin geleceği anlatılmış.
***