Kemal H. Karpat, Dağı Delen Irmak,
Söyleşi-Emin Tanrıyar, Timaş Yayınları, 2014.
Bir zamanlar Doğu ile Batı’nın sınırı kabul edilen Tuna’nın güneyinde, Romanya’nın küçük bir köyünde doğan Kemal H. Karpat, yaşam rotasını Batı, çalışma eksenini ise Doğu olarak belirledi. Önüne açılan doğal ve kolay yolları izlemedi; belki de tüm yaşamını derinden etkileyecek bir sezgiyle, önüne çıkan ‘dağı delmek’ ve hiç yürünmemiş bir yolda yürümek istedi. Kendini geçmişle bugünkü politik süreçler arasındaki bağları araştırmaya, güncel olanı tarihin ışığı altında incelemeye adadı. Uzun bir ömrü kapsayan bu yoğun çaba, Romanya’da azınlık, Türkiye’de muhacir ve Amerika’da göçmen olan genç bir entelektüeli, yaşayan en büyük tarihçilerden birine dönüştürdü. Yapıtları yirmiden fazla ülkede yayınlanan büyük bir Türk tarihçisine…
Bu kitap, o tarihçinin 87 yıllık yaşamını, dünya çapında bir tarihçinin oluşum sürecini kendi ağzından anlatıyor.
Aşağıdaki yazı sayın Ali Osman Göleç’in, http://www.dunyabizim.com/kitap/372/bir-tarih-aliminin-oykusu sayfasında yayınlanan yazısından alınmıştır. Kaynak gösterilecekse lütfen bu sayfaya atıf yapılması rica olunur.
Ülkemizde, bilhassa son birkaç yılda, sahalarında öne çıkmış alim, edip, şair ve sair mühim zevatla yapılan nehir-söyleşileri ihtiva eden kitapların çokça yayınlandığı hepimizin malumudur. Bu kitapların sevilmesi hem kolay okunur olmalarından, hem dimağlarda adeta bir tür roman tadı bırakmalarından, hem de hayatı esere konu olan zatın yılların imbiğinden süzüp getirdiği hayat tecrübelerini sunmalarından kaynaklansa gerektir.
Bunun son örneklerinden birisi de Emin Tanrıyar’ın kıymetli tarihçi Kemal Karpat ile yaptığı söyleşiden yola çıkarak hazırlanan Dağı Delen Irmak adlı eser.
Karpat kitapta doğduğu, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Romanya yıllarını; Romanya, Türkiye ve ABD’de geçen tahsil hayatını ve entelektüel macerasını tatlı tatlı anlatıyor.
Her hayatın ne kadar nevi şahsına münhasır olduğunu ama ne kadar da başka hayatlara benzediğini aynı anda görüyoruz sayfalar arasında dolaşırken.
İlginç anektodlarla karşılaşıyoruz. Kader sırrına aşina oluyoruz. Ne kadar çok “plan”ın boşa gittiğini ve “nasip”in nasıl da hedefi hep on ikiden vurduğuna şahit oluyoruz.
Peki öyleyse neden bu kadar şaşırıyoruz?
Karpat Pek Başarılı Bir Öğrenci Değilmiş
Dünyaca ünlü tarih profesörümüz Kemal Karpat tahsil hayatında pek de başarılı bir öğrenci değilmiş. 1930’larda Müslüman bir Türk çocuğu olarak Romanya’daki ilk okul serüveninde başarısızlık ve hayal kırıklığı yaşamış. Sonra ver elini Dobruca Mecidiye Medresesi. Ardından hiç düşünmediği bir Türkiye macerası. Haydarpaşa Lisesi’nde ilk sömestr, kimya dışındaki bütün derslerden kırık not. İkinci sömestrde muazzam bir gayret ve bunun ödülü olarak 97 kişilik sınıfta mezuniyet sevincini tadan 5 kişiden biri oluş. Zorluklarla geçen Hukuk Fakültesi günleri. Fatih Medresesi yurtlarında bedava dağıtılan bulgura şükrederek, kalan vakitleri kütüphanede soluklayış. Amerika’da doktora, vesaire…
Başarıyı karne ile, OKS ile, ÖSS ile değerlendiren günümüz anlayışını nasıl da yalanlıyor bu hayat hikayesi.
Hagi Romen Değilmiş
Balkanların renkli coğrafyasından eğlenceli bilgilere rastlıyoruz satır aralarında. Mesela Galatasaray’ın efsane futbolcusu “Romenlerin Milli Kahramanı” Hagi’nin Dobruca’nın Çamurlu köyünden bir “Makedon” olduğunu öğreniyoruz.
Duyun da şaşırmayın.
İlim Bir Nokta idi…
Kitapta bir itiraf cümlesi gibi bir ifade var ki; Hz. Ali’nin “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” sözünün modern zamanlarda yeniden ifade edilişi gibi.
Şöyle diyor Karpat: “Bilgi ve tecrübem arttıkça içimdeki boşluk da o derece genişledi.”
Ne diyelim, hayırsız ilimden O’na sığınalım.
Umre İzlenimleri
Ömrünü maddeci-pozitivist akademik ortamlarda geçiren Kemal Karpat’ın İslam ile ilişkisi çoğu zaman akademik bir uğraştan ibaret kalmış. Karpat kendi ifadesi ile “medrese İslamı”na mesafeli. Yine kendi deyişi ile “halk İslamı”na yakınlık duyuyor.
Onun yine akademik nedenlerle gitme fırsatı bulduğu Umre’deki izlenimleri ise, dine akademik bakışını bir tarafa bıraktığı nadir satırları teşkil ediyor. Şöyle diyor:
“Giderken ‘Yaa ne olacak ki, bunları yapmak nedir ki!’ diyordum. Orada da soğukkanlılığımı muhafaza ettim. Fazla heyecanlanmadım. Fakat o muazzam kitlenin gücü, inancı, tek vücut gibi hareket etmesi bana mucize gibi geldi. Eğer İslam’da bir mucize istiyorsanız, gidiniz Umre’deki insan topluluğunun hareketini görünüz. Kendiliğinden oluşan, açıklanması imkansız bir gücün emrinde gibi hareket eden bir insan kütlesi. Görmeden anlaşılmaz…
Öyle uzaktan oturup laf söyleyen zavallıların, uzaktan yorum yapan sosyologların bu hadiseyi görmeden konuşmaları abestir. Ben Kudüs’te Hz. İsa’nın gömülü bulunduğu kiliseyi de ziyaret ettim. Yahudilerin ‘Mukaddes Duvar’ dedileri Al-Aksa Camii’nin yanındaki yerde de bulundum. Oradaki sahneler de ilginçti. Fakat hiçbirinde Mekke’de, Umre zamanı gördüğüm hayatı, canlılığı, kendine has kimliğin tezahürünü görmedim.”
Bir Bakarsınız ki, Yarın Kalmamış!
Değerli tarihçi Kemal Karpat bir faninin görebileceği pek çok şeyi sığdırdığı uzun ömrünün bu deminde içinde ukde kalan bir arzusunu da dile getiriyor kitabında.
Kitap gibi, bu yazı da bununla sonlansın:
“Edebiyat sayesinde insanlara güzel şeyler vermeyi isterdim. İlmi çalışmalar soğuk eserlerdir, edebiyatın yerini tutamazlar. Yapmadım, yapamadım… Çeşitli sorumluluklar, öğrenciler, araştırmalar, akademik zorunluluklar, hayatın pratik yönleri, para kazanma ihtiyacı gibi nedenlerle olmadı. Kendimizi hep avuturuz ya, yarın yaparım, diye, bir de bakarsınız ki yarın kalmamış…”