Dedesi Kemâl Paşa’dan dolayı Kemâlpaşazâde adıyla tanınan büyük âlim, târîhçi, şâir ve devlet adamı İbn Kemâl, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân’ın saltanatında Şeyhülislâmlık makâmında da bulunmuştur. Yine kendisi gibi ilim ve din kutublarından Zenbilli Ali Cemâlî Efendi ile, halef-selef olmuşlardır. 1526 yılında, Ali Cemâlî Efendi’nin vefâtı ile boşalan Meşîhat (Şeyhülislâmlık) koltuğuna, İbn Kemâl oturmuştur. 16 Nîsân 1534 (2 Şevvâl 940) Perşembe günü vefât ettiğinde, hâlâ Türk Cihân Devleti’nin Şeyhülislâmı idi.
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın Mısır Sefer-i Hümâyûnu’ndan dönüşü sırasında, Gazze yakınlarında, zemîni ıslak bir arâziden geçiliyorken, Kemâlpaşazâde’nin atının ayağından sıçrayan çamurlar, az ilerideki Pâdişâh’ın kaftanına yapışmıştı. Hiddet ve şiddetiyle tanınan şânlı Yavuz’un, İbn Kemâl’e ne yapacağı merâkla beklenirken, son derece sâkin görünen Pâdişâh, heyecândan titreyen Hoca’ya hitâben: “Üzülmeyiniz. Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamurlar, bizim kaftanımıza süsdür. Bu kaftanı yıkatmayacağım ve öldükten sonra mezârımdaki sandukamın üstüne örtülmesini vasiyet edeceğim..” demişti. Koca Cihângîr, sözünde durmuş, ve onun bu vasiyeti, bizim nesillerimizin gözüne de o mübârek kaftanla, kaftan üzerindeki ilim nişânı olan çamurları göstermiştir. Asırlardır, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın muazzez sandukasında o kaftan örtülü. 2014 yılı Haziranında, Âciz, Selîm Hân-ı Evvel Hazretleri’nin nûrlu türbesini ziyârete gittiğinde, bahsedilen kaftan, yıpranan yerlerinin tâmiri için ilgili atölyeye gönderilmişti.
İşte bu ulu ecdâdımız Kemâlpaşazâde’nin, ilk on Osmanlı Pâdişâhı’nı anlattığı fevkalâde mühim bir âbide eseri var. “Tevârîh-i Âl-i Osman / Osmanlı Âilesi’nin (Hânedânı’nın) Târîhi” isimli bu hacimli kitap on cilt ve “defter” adı verilen her cilt, bir Pâdişâh’ı anlatıyor. Eserin dokuzuncu cildi Yavuz Sultan Selîm Hân’a tahsîs edilmiş ve bundan dolayı “Selîmnâme” adıyla da biliniyor. Onuncu cilt (defter) ise, Kaanûnî Sultan Süleymân’ın saltanatını, müellifinin vefât yılı olan 1534’e kadar satırlarına alabiliyor.
Şimdi, sizinle, Kemâlpaşazâde’nin 1522 yılında düzenlenen Rodos Sefer-i Hümâyûnu’nu anlattığı paragraflarında inci dânesi gibi parlayan bir beyitini paylaşacağım. Cihân Pâdişâhı Süleyman Hân, Ordu-yı Hümâyûn’un başında, Üsküdar Sahrâsı’ndan hareket etmiş, Bursa-Kütahya-Afyon-Denizli-Nâzilli-Aydın üzerinden güneye yönelmiştir. 21 Temmuz 1522 (26 Şa’bân 928) Pazartesi günü, Çine’de, o zamanki adı ile Kırobası’nda konaklayacaktır. Ordu-yı Hümâyûn, bugün Aydın’a bağlı bir ilçe olan Yenipazar’da Büyük Menderes Nehri’ni geçerek Çine’ye ulaşır. O zaman da aynı adı taşıyan Yenipazar’da gördüğü bu vatan suyunu, yâni Büyük Menderes’i anlatan o hârika Kemâlpaşazâde beyiti şöyle:
“Ol sûnun şöyle tîz idi akışı
Kararırdı gözi, baksaydı kişi”
(O suyun / Büyük Menderes’in öyle hızlı akışı vardı ki, insanın baksa gözü kararırdı.)
Bu ifâde, ne kadar sâde ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmış. Lûtfen, dikkatinizden kaçmasın, üzerinde konuştuğumuz mısrâlar 1522 yılında, yâni 494 sene önce yazılmış. Âcizâne, bir millet târifi yapmaya çalışsam, “Kemâlpaşazâde’nin diliyle konuşan insanlara Türk milleti denir.” cümlesini yazardım. Bu arada, Kemâlpaşazâde lisânında Büyük Menderes’in adı “Boz Menderez” şeklinde anılımış…