Prof.Dr. Mehmet YAMAN
Birisi ben dediğinde her şeyin tadı kaçıyor
Gençtim. Bir arkadaşımla gezmeye çıktım. Dedi ki dondurma yiyelim. Birer birer külahta dondurma almak yerine harçlıklarımızı bir araya getirip daha fazla dondurma yemeyi teklif etti. Tamam dedim. Dondurmayı aldık ve oturduk. Baktım ki ne göreyim. Arkadaşım kaşığı daldırdığı gibi süratle ağzına götürüp getirmeye başladı. Panik içinde dondurmayı kaşıklamamla ağzıma götürmem bir oldu. O kadar soğuktu ki boğazım düğümlendi. Acıdan gözlerimden yaş geldi. Attım kaşığı. Böyle dondurma olmaz olsun, dedim. O zaman farkettim ki birisi “BEN” dediğinde her şeyin tadı kaçıyordu.
Sonraları her ne zaman ailede, işyerinde, sosyal hayatta, devlet mekanizmalarında davranışlarıyla “ben” diyen insanlar gördüysem ortamdaki güzelliğin bozulduğunu, hayatın anlamının yitirildiğini hissettim. Her ne zaman, nerede ve kiminle biz demenin, paylaşmanın olduğunu gördüysem insan olmanın onurunu ve güzelliğini kalbimde hissettim. Benim gözlemlediğim dünyada “ben” diyen, sadece kendini düşünen, sadece kendine yatırım yapan bencil, çıkarcı, hayalleri olmayan, dünyaperest insanların günümüzdeki adı kapitalisttir. Tolstoy’un dediği gibi; Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.
Ahlak bir inançtır
Değişim ve dönüşüm geçiren varlıklarız biz. İyiye doğru da dönüşebiliriz, kötüye doğru da dönüşebiliriz (Şems 7-10, Tin 4-6). Özünde her insan iyidir, ahlaklıdır. Peki, nasıl oluyor da kötüye dönüşebiliyor. Bence insanın ahlaklı olması eşya ile doğru bir bağlantı kurmasıyla mümkündür. Doğru bağlantıları kurmadığınızda hayatınızda kaos çıkar. Örneğin bağlandığı hayat görüşüne göre eşyaya emanet olarak bakan bir kişiyle, onu sahiplenen birisinin ahlaki davranışı farklı olacaktır. Örneğin emanet olarak baktığında gölgesinde gölgelendiğin bir ağacın altında ihtiyaçlarını gideriyor, paylaşım içerisinde bir hayat yaşayıp gidiyorsun. Ama tüketim kültürünün bilinciyle baktığın zaman önce bu ağaç benim diyorsun. Eğer benimse ben bununla istediğim şeyi yaparım diyorsun. Ağacın yapraklarını dallarını kırıyorsun, belki de kesiyorsun. Ortada ağaçta kalmıyor. Sen ondan istifade edemediğin gibi başkası da istifade edemiyor. Hayatın, zamanın, gençliğin ve sağlığın bu yolda heba olup gidiyor. Eskiden mahallelerimiz vardı. Mahallede herkes birbirinin derdini kendi derdi, çocuğunu kendi çocuğu, namusunu kendi namusu olarak görürdü. Çıkarcı dünya görüşünde gördüğünüz, baktığınız her şey birer eşyadır. Onlara sadece kendi hayvani ihtiyaçlarınız gözüyle bakarsınız. Sizin için önemli olan tek şey kendi nefsiniz, kendi arzularınızdır. Hayvanlar, insanlar, çevrenizdeki her şey sizindir. Her bireyin önce menfaatini öncelediğini düşünsenize. Bir babanın veya bir annenin. Yuvalar dağılır, çocuklar ortada kalır. Kimsenin kimseye acımadığı, paradan başka hiçbir değerin tanınmadığı bir toplumla yüz yüze gelen şefkat ve merhamet yüzü görmeyen bu çocukların insanlara, kurumlara nasıl kinlendiğini bir düşünsenize. Şefkati tanımayan, acıması olmayan insanların yaşadığı bir dünyaya mahkûm olduğunuzu düşünsenize.
Enerjini nereye koyarsan hayat orada gelişir
Müslüm filmini izlediğimde bir husus dikkatimi çekti. Müslüm’ün babası sarhoş olup annesini dövüyor. Bir gün kendisini kaybedip annesinin ve küçük kardeşinin ölümüne, kendisinin de diğer kardeşiyle birlikte ortada kalmasına neden oluyor. Sesinin güzelliği ve çabaları ona sanatçı olmanın kapılarını açıyor, sevdiği kadınla evlenmeyi de başarıyor. Ancak sarhoş olup kendini kaybeden Müslüm de babası gibi davranıyor, sevdiği kadını dövüyor. Madem babasının yaptığı yanlış, kendisi bu hatayı nasıl yapabiliyor diye sorguladım. Siz özünde güzel bir insan olabilirsiniz. Ancak, içinde bulunduğunuz çevre, inandığınız değerler ve hayatta yaptığınız tercihler davranışlarınızı etkiliyor.
Suyu ateşe koyarsan kaynar. Yüksek bir yerden kendini atarsan ölürsün. İyi bir şey yaparsan mutlu olursun. Yanlış şeyler yaparsan hem kendini hem başkalarını mutsuz edersin. Yaşamın fiziki ve duygusal manevi kanunları vardır. Enerjini nereye koyarsan hayat orada gelişir. Bu Allah’ın koyduğu son derece dinamik bir sistemdir. İnsan yönelişi nereye doğruysa oraya gider. Biz nasıl bir şey olacağını tasavvur eder (kafamızda şekillendirir) niyet ederek yönelirsek hayatımız ona göre oluşuyor. Diyorlar ki sağlık olarak yediğinizden ibaretsiniz… Aynı bunun gibi zihninize ne alırsanız ona dönüşüyorsunuz… Yanlış beslendiğinizde sağlığınız nasıl bozuluyor tepki veriyorsa zihnimizde öyledir, içini yanlış şeylerle ideolojilerle, fikirlerle doldurduğumuzda fıtratımız bozuluyor.
Ahlak kendin için yaşamak değil, başkalarını da hesaba katarak yaşamaktır
İnsanlar Türkiye nasıl bir yer oldu diyorlar. Nasıl bir yer olduğunu bize bağlı. Örneğin kapitalist düşünen, pragmatist düşünen, para kazanmam, mal yığmam önemli diyen bir hayvan sahibi hayvanına hormon verir. İlaç verir ve sonra onun etini başkalarına satar. Artık zararlı bir şeye dönüşmüş hayvanın etini kendisi tüketmek istemez ama başkalarına satar. En ufak vicdan azabı bile duymaz. İyi yaptım, para kazandım der. Göz ardı ettiği şey, diğer insanların da kendisi gibi yaptığında ifsat olan hayatın bir ucundan kendisine dokunacağıdır. Etini yediği, sütünü içtiği hayvanlar, bitkiler, üzerine giydiği elbiseleri üretenler bunların hepsi sadece kazançlarını düşünen insanlarsa onun ürettiğini başkaları, başkalarının ürettiğini de kendisi tüketir. Sonuçta kanser gibi hastalıklar yaygınlaşır. Aslına bakarsan kazandığını zannettiği para da hastalıkların ve hukuksuzlukların yaygınlaştığı sistem içerisinde harcanır gider. Peki olması gerektiğinden fazla kazanmış mıdır? Hayır. Belki helal olsun, temiz olsun, insanların sağlığına uygun olsun deseydi de elinde kalan, yararlandığı miktarla aynı olacaktı. Ama insanlığından olmayacaktı. İşte Allah’ın bize teklif ettiği sistem budur. Yalnız Allaha kulluk ediniz. Böylece yalnız Allaha kulluk eden, onun koyduğu yasalara göre varlıklarını devam ettiren evren ve yeryüzü ve içindeki her şey nasıl rızkını eksiksiz buluyorsa insanda aynı yasalara tabii olduğunda sistem düzgün işleyecektir.
Ahlaklı olmak bir duruştur
Ahlak çoğu zaman bir duruşu ifade eder. Bugün hayata nasıl bakıyoruz? İlişkilerimizi ne üzerinden kuruyoruz? İlişkilerimizi sorumluluk, saygınlık, ilim ve irfan üzerinden mi kuruyoruz? Ben ortama ne katabilirim. Nasıl daha güzel yapabilirim diye mi düşünüyoruz. Çözümden, ıslahtan yana mı davranıyoruz. Yoksa herkese ve her şeye eşya gözüyle mi bakıyoruz. Örneğin erkek ve kadının birbirlerinde sükûn ve huzur bulması için yaratılmış, aradıkları huzur ve mutluluğu bulabilmeleri için onlara sevgi ve rahmet verilmiştir (Rum 21). Bu bir çerçevedir. Önemli olan bizim bu çerçevenin içini nasıl dolduracağımızdır. Eşler birbirlerini anlamaya çalışır ve diğeri için hayatı kolaylaştırmaya ve güzelleştirmeye çalışırlarsa oluşan paylaşım ortamıyla eviniz huzur dolu bir yuvaya, bir cennete dönüşür. Tersine egolarını yükseltir, kendilerini dayatırlarsa oluşan kavga ortamıyla evler birer cehenneme dönüşür. Nasıl bir şey olmasını istiyorsak niyetlerimiz neye yönelik oluyorsa, ne ile karşılaşmak istiyorsak ona dönüşüyor evliliğimiz. Hayatımız ve içinde yaşadığımız toplum da aynen böyledir. Hayatı, toplumu, evimizi, kendimiz için cehenneme de dönüştürebiliriz, cennete de.
Zaman zaman ben niye böyleyim, neden bunları yapıyorum, neden iyiye doğru değişemiyorum diyoruz ya. Belki de beslendiğimiz kaynaklara bakmamız lazım. Nelerle meşgul olduğumuza bakmamız lazım.
Çözüm tasavvurlarımızın ve tercihlerimizin ne olduğuna bağlıdır.
Önce karar verin iyi mi olacaksınız yoksa kötü mü olacaksınız
İyinin yanında mı duracaksınız kötünün yanında mı duracaksınız.
İyilik için mi savaşacaksınız kötülük için mi savaşacaksınız.
Eşrefi mahlûk mu olacağız, esfeli safiline mi dönüşeceğiz.
——————————————
Kaynak:
https://www.akademikakil.com/kendi-mutlulugundan-baska-hedefi-olmayan-insan-kotudur/mehmetyaman/