Tüm bunları duyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü bu hocalar ilahiyat fakültesinde. Derste ülkenin sosyolojik durumundan, dindarların sekülerleşmesinden vb. dert yanıyorlar ama kendi en asli işlerini yapmıyorlar. Bu nasıl bir anlayıştır? Düşünüyorum, düşünüyorum içinden çıkamıyorum. Nasıl olur da ilahiyattaki bir hoca ders işlememekten mahcubiyet duymaz! Nasıl olur da bunu helal sayar! Çıldıracak gibi oluyorum. Ülke kötüye gidiyor demeye doymuyorlar üstelik. Kimin yüzünden kötüye gidiyor? Bu kötüye gidişte kendi mesuliyetini yerine getirmeyişinin etkisini düşünen var mıdır?
*****
Fatma BARBAROSOĞLU[i]
Meşhur sözümüzdür bir bakan olsak en fazla üç günde Türkiye’yi düzenleriz.
Meşhur sözümüzdür, Ah orada ben olacağım ki! Orada “ben” değil de “sen” olduğun için işler yürümüyor zannetmek egomuza iyi gelir.
Meşhur sözümüzdür memleket kötüye gidiyor.
Niye kötüye gidiyor çünkü herkesin ufuk çizgisini “ah bir bakan olsam” hayali kesiyor. Bakan olmak hayali ile millet kendi sorumluluk alanına bakmaz oluyor.
Milli sporumuzdur, herkes başka birinin yerinde olduğundan kendi yerini boş bırakır.
Yerleri dolu olanlar bir tek işsizler diyeceğim de… Onlar da her türlü sosyal güvenceden mahrum bir şekilde “ne iş olsa yaparak”, kendi hanelerini boşa düşürüyor. Çok çalışıp hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadıkları için işsiz sayılıyorlar, boş durdukları için değil.
Velhasıl bazıları “iş” bulamaz iken bazıları da “çok işli” olduğundan işin sorumluluk alanı boşa düşüyor.
Ve fakat “çok işli” bazı hocalarımız ile öğrencilerinin başı dertte.
Ekran-çalıştay-sempozyum üçgeninde aşırı yoğun hocalar ders yapmıyor.
Mesela vakıf üniversitesinde hukuk profesörü olan “hocamız” öğrencilerine “Benim dersime gelmek zorunda değilsiniz. Kitap yazdım. Kitabı okumanız yeterli” DİYOR.
Hukuk demek bakış açısı demektir. Hukuk demek yorum demektir. Tartışmadan, soru sormadan nasıl bakış açısı kazanacak hukuk öğrencileri!
Mimarlık hocası öğrencilerine proje ödevi veriyor. Proje ödevinin inceliklerine dair ders vermek yerine, internete yönlendirip, başkalarından çalacaksınız elbet diyor. Dikkat buyurun esinleneceksiniz demiyor. Çalacaksınız diyor. Nitekim gönül rahatlığı ile başkalarının projelerini çalıyor bazı öğrenciler. Çalanlar yüksek notla geçiyor, kendi emeği ile yapanlar kalıyor ELBET.
Türk Dili ve Edebiyatı hocası roman okumayı sevmediğini, ancak uykusu kaçtığında roman okuduğunu, üç sayfa okur okumaz derin bir uykuya daldığını anlatıyor öğrencilerine. Bu öğrenciler okulu bitirip mezun oluyor, onlar da öğrencilerine hiç okumadıkları romanları ödev olarak vermeye devam ediyor. Sonra biz ülke çapında öğrencilere okuma zevki kazandırmak için proje üzerine proje, çalıştay üzerine çalıştay yapıyoruz.
İlahiyat hocaları… Onların ne yaptığını öğrencilerinden biri anlatsın. Neden mi? Biraz önce verdiğim örnekler lisans öğrencilerinin şikayetleri idi. Aşağıda doktora öğrencilerinin maruz kaldığı “hoca” tipini göreceksiniz. Buyurun:
“Merhaba,
Çarşamba günkü yazınızı okuyunca size muhakkak yazmam gerektiğine karar verdim. Çünkü bu dönem daha önce ders dönemini tamamladığım bölümü bırakıp çok ilgi duyduğum Din… bölümüne başladım. (Geçen dönem sadece bir öğrenci almışlardı, o yüzden özel öğrenci olarak ders almıştım. Bu dönem sınavı kazandım çok şükür ve müthiş bir heyecanla derslerin başlamasını bekledim. Ama tam üç hafta oldu, dersler hâlâ başlamadı. Özel öğrenci olarak ders aldığım hocanın disiplinini görünce sandım ki, diğer hocalarım da öyle olacak. Sonra öğrendim ki, bu bölümdeki diğer hocalar ders işlemeyi pek sevmezmiş. Üstelik bunu öğrencilere duyurmak gibi bir nezaketleri de yokmuş. Biz her hafta gidip ders var mı diye soracakmışız. Hocayı bulabilirsek ne âlâ! Çünkü hocalar kendi odasını bırakın, okulda bile olmazmış. (Geçen hafta bir arkadaşımız hocayı okulda bulamayınca, telefonunu arıyor, aldığı cevap şu: “Bu hafta çalıştaydayım. Arkadaşlarına söyle, haftaya başlayalım.” Başka bir hocanın idari işleri çok olduğu için derslere vakit ayıramıyormuș. Kitap özeti versek yetermiş. Zaten ödevi vermesek de A ile geçirirmiş. Bir başkası, bu haftaki ders iptal gerekçesi olarak “bu hafta biraz işim var” diyebiliyor.
Bir arkadaşa daha önce nasıldı diye sordum: “Dersi alan beş öğrenciydik, derse gelir, oda oda hocayı arardık. Hoca kaç kişi olduğumuza bakardı, bir kişi eksik olursa ders yapmayacağını söylerdi. Yalvar yakar hocayı derse ikna ederdik. Zaten kendimiz çalar kendimiz söylerdik. Hoca da buna rağmen B ile geçirdi. Çünkü hocanın yıllardır en iyi notu 85’miş.”
Tüm bunları duyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü bu hocalar ilahiyat fakültesinde. Derste ülkenin sosyolojik durumundan, dindarların sekülerleşmesinden vb. dert yanıyorlar ama kendi en asli işlerini yapmıyorlar. Bu nasıl bir anlayıştır? Düşünüyorum, düşünüyorum içinden çıkamıyorum. Nasıl olur da ilahiyattaki bir hoca ders işlememekten mahcubiyet duymaz! Nasıl olur da bunu helal sayar! Çıldıracak gibi oluyorum. Ülke kötüye gidiyor demeye doymuyorlar üstelik. Kimin yüzünden kötüye gidiyor? Bu kötüye gidişte kendi mesuliyetini yerine getirmeyişinin etkisini düşünen var mıdır?
Bu hocaları görünce hayretim, öfkem, kırgınlığım geçmiyor. Üstelik bu durumu besleyen öğrencilere de kırgım. Çünkü yüksek lisans, doktora çoğunlukla, bir merakla, bir konudaki bilgi, görgüyü arttırma, o alana dair literatüre bir katkı sağlama amacıyla değil bir tür mesleki zorunluluk, yükselme aracı, evlilik veya askerlikten kaçış gibi görülüyor. Bu durum öğrencilerin çoğunun “işine geliyor”. Yani alan razı, satan razı. Benim gibi razı olmayanlar idealist oluyor, idealist olmak hiç ama hiç iyi karşılanmıyor.
Hâsılı dediğimiz gibi “öğretmen var, ÖĞRETMEN var.” Ne yapacağız, bu sarmalı nasıl kıracağız bilmiyorum” E.E.
Mektubu okudunuz. Öğrenci arkadaşlar, üniversite hocaları yukarıdaki satırlara bazı hocaların hal ve tavırları yüzünden ziyadesiyle aşina.
Bu sorunun, bir sisteme bakan yüzü var bir de hocaların vazife ahlakına sahip olmayışlarından kaynaklanan yüzü var.
Sistem sorununu çözmek YÖK’ün alanına giriyor. İdari yükü olan hocaların ders yükünün azaltılması şart. Vazife ahlakına sahip olmayan hocaları takip etmek de her fakültenin kendi görevi olmalı. Ders yapamayacak olan hocalar fevkalade bir durum olmadığında, bunu önceden öğrencilerine ilan etmeli, yapılmayan derslerin telafisi için ayrıca seferber olmalılar. Biz hocalarımızdan böyle gördük. İşlenmeyen dersin telafisi muhakkak yapılırdı. Hatta o telafi bazen hocanın evinde bazen de haftasonu fakülteye gelmek şeklinde olurdu.
——————————————–
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/fatmabarbarosoglu/kendi-yerinde-olmayan-universite-hocalari-2044677
————————-
[i] 1962 yılında Afyon’da doğdu. Ortaöğrenimine İstanbul’da devam etti, 1980 yılında Afyon Lisesi’nden, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini, aynı bölümde “Türk-İslam Felsefesinde Tasavvufî Eğitimin Değerlendirilmesi” başlıklı bir tez hazırlayarak 1987 yılında tamamladı. İ.Ü. İktisat Fakültesi Sosyal Yapı-Sosyal Değişme Anabilim Dalı’nda “Modernleşme Sürecinde Moda-Zihniyet İlişkisi” başlıklı teziyle sosyoloji doktoru oldu. “Gün Akşamsızdır” adlı hikâye kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2000 yılının en iyi hikâyecisi seçildi. Akademik çalışmalarının yanı sıra edebiyat ile de meşgul olan Barbarosoğlu, roman, hikâye ve deneme türünde birçok kitap kaleme almıştır.