Kent Romanları ve Kayseri

Hayatlarının bir bölümünü geçirdikleri şehirleri romanlarına konu edinen, o şehrin hayatına ayna tutan ve o şehirle birlikte anılan romancılarımız vardır…

Türk romanının büyük bölümünde mekân İstanbul’dur. O nedenle şu romancı İstanbul ile özdeşleşmiştir demek zordur.  Ama İstanbul deyip de bazı romancıları zikretmemek haksızlık olur.  Ahmet Mithat İstanbul ile anılması gereken ilk romancımızdır. Romanlarının çoğunda o zamanın İstanbul’unu okuyucuya mükemmel bir şekilde aktarmıştır. İstanbul’un sosyal hayatını en güzel anlatan romancıların başında Hüseyin Rahmi Gürpınar gelir. Halid Ziya Uşaklıgil’in kaleme aldığı Bir Ölünün Defteri’nde Beylerbeyi ve Çamlıca; Ferdi ve Şürekâsı’nda Eminönü; Mai ve Siyah’ta Beyoğlu, Erenköyü, Tepebaşı; Aşk-ı Memnu’da ise Boğaziçi önemli mekânlardandır.  Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal, Âkile Hanım Sokağı ve Sevda Sokağı Komedyası’nda istibdat devrinden 1955’lere kadar Fatih ve Aksaray semtlerindeki değişim yansıtılır. Abdülhak Şinasi Hisar; Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği, Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz isimli romanlarında Boğaziçi, Çamlıca ve Büyükada’daki eski yalıları, konakları, köşkleri ve buralardaki eski yaşamı ayrıntılarıyla ve ustaca anlatır. Peyami Safa, İstanbul’u çeşitli yönleriyle ele alır. Şehrin muhtelif semtleri, tarihî unsurlar, mimarî yapılar, sosyal hayat önemli alış veriş yerleri romanlarında geniş yer bulur. İstanbul’un farklı kültüre ve sosyal yaşantıya sahip iki semti bir romanına hem konu olur, hem isim; Fatih Harbiye.  Orhan Pamuk, Ahmet Ümit ve Elif Şafak’ı da romanlarına İstanbul’u mekân olarak seçen yaşayan romancılar olarak sıralayabiliriz…

Ayrıca Abbas Sayar Yozgat  ile Orhan Kemal Adana ile  Tarık Buğra Akşehir ile  Rıfat Ilgaz Kastamonu ile  Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)  Bodrum ile  Safiye Erol Edirne (Uzunköprü) ile Memduh Şevket Esendal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Oğuz Atay da Ankara ile özdeşleşmiş romancılarımızdır.  Ankara’ya ayna tutan yazarlara Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Emine Işınsu hatta Emrah Serbes‘i de katabiliriz.

Kars’ı tanımak için geldiği çok kısa dönem dışında Kars‘ta yaşamamış olmakla birlikte, Orhan Pamuk’u Kar romanındaki Kars anlatımıyla Kars ile özdeşleşmiş sayabiliriz.

Kayseri’yi anlatan romanlar

Mekân olarak kısmen veya tamamen Kayseri’nin seçildiği epey roman var.

Kayseri’den bahseden romanların en tanınanı şüphesiz Elia Kazan’ın Amerika Amerika romanıdır. Kayserili bir Rum olan Elia Kazan’ın, bu romanın kahramanı da kendisi gibi Kayserili bir Rum olan Stavro’dur. Muhtemelen Elia Kazan’ın hayatından izler taşıyan bu romanda Stavro’nun Kayseri’den ayrılışından Amerika’ya varışına kadar olan hikâyesi anlatılır. Ama romanda Kayseri çok az yer tuttuğu için Amerika Amerika’ya bir Kayseri romanı denemez.  

Kayseri’yi anlatan romanlardan edebiyat çevrelerinde bilinenlerden en eskisi, 1930’lı yıllarda Kayseri Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği yapmış olan Cevdet Kudret’in “Havada Bulut Yok” romanıdır. İsmini çok popüler bir türküden alınan roman; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kayseri’de geçer. Cevdet Kudret’in yaşantısından önemli izler taşıyan bu romanda,  Kayseri’de görev yapan İdealist bir öğretmenin mücadelesi anlatılır…

Yine edebiyat çevrelerinde tanınan, Edebiyat Ansiklopedilerine girmiş romanlardan; Erhan Bener’in  “Acemiler”i Kayseri’de, Cüneyt Ülsever’in “Hacı” Kayseri ve Ankara’da geçer. Orhan Kemal’in “Kanlı Topraklar” da Adana’de geçmesine rağmen Kayseri’ye de atıflarda bulunulur. Ama üç yazar da Kayserili değildir ve “Acemiler” dışındaki romanlar ağırlıklı olarak başka kentlerde geçer. Dolayısıyla Kayseri ile özdeşleşmiş romanlar olarak mütalaa edilemezler…  

Bünyan doğumlu Latife Tekin’in “Sevgili Arsız Ölüm” isimli romanı Bünyan’ın bir köyünde başlarsa da, roman “Büyülü Gerçekçilik” anlayışına bağlı olarak kaleme alındığı için kurguda mekân arka plandadır, hatta hiç önemli değildir.  Dolayısıyla bir Kayseri romanı denmesi mümkün değildir…

Gürsel Korat da Kayserili bir romancıdır. Kaleme aldığı tarihi romanlar genelde Niğde, Nevşehir ve Kayseri’de geçer. Kalenderiye 14 ve 16. Yüzyılda ağırlıklı olarak Kayseri’de geçse de, günümüz Kayseri’si ile doğrudan bir ilişki kurmamız mümkün olmayan Kalenderiye bir kent romanı olmanın çok uzağındadır.

Bir de edebiyat mahfillerinde  yeterince tanınmayan yazarlardan; Kayserili olmamakla birlikte, çeşitli nedenlerle bir süre yaşadıkları Kayseri’yi bazı romanlarında  konu edinen  Zeynep Uzunbay, Filiz Özdem yanında, Süleyman Sağlam, Hüseyin Türkmen, Abdullah Ayata,  Vedat Ali Tok gibi Kayserili yazarların Kayseri’den bahseden romanlarını okumadığım için, bu romanların  gerçek anlamda bir kent romanı olup olmadıkları konusunda bir yorum yapmam çok doğru olmaz..

Kayseri deyince, tadına doyulmaz hikâyeleri ile tanıdığımız Emir Kalkan’dan bahsetmemek olmaz. Hikâyeleri ile Kayseri ile özdeşleşen ve 2015’de kaybettiğimiz Emir Kalkan büyük bir hikâyecidir. Ama yanılmıyorsam Kayseri’yi anlatan romanı yoktur…

Ve Kayseri’yi Anlatan Kayserili Bir Romancı…

Geçtiğimiz günlerde “Kayseri ile özdeşleşmiş” denebilecek iki romanla tanıştım. Yılmaz Gürbüz’ün konusu Kayseri’de geçen iki romanını okuyunca; “İşte bu romanlar Kayseri ile özdeşleşmiş” dedim..

Yılmaz Gürbüz’ün romanlarıyla ilk kez 1975 veya 1976 yılında tanıştım. Yılmaz Gürbüz ilk romanı “Balkan Acısı” ile “1975 Peyami Safa Roman Ödülü”nü kazanmıştı. Balkan Acısı’nı çok beğenmiş ve “Meyve Tadında Romanlar” isimli kitabımda tanıttığım romanlar arasında yer vermiştim.

Yılmaz Gürbüz 1975’ten sonra 15 civarında roman kaleme almıştı. Balkan acısından sonra, “Mübadiller” ve  “Mehlika”  romanlarını da okumuş ve beğenmiştim. Kayseri-İncesu doğumlu emekli bir Cumhuriyet Savcısı olduğunu bildiğim Gürbüz;  2019 yılında Ankara’da açılan kitap fuarında İleri Yayınlarının standında kitaplarını imzalıyordu. Orada tanıştık. Okumadığım romanlarını incelerken “Erciyes Tutkusu”nun arka kapağındaki tanıtım cümleleri dikkatimi çekti; “Ünlü tarih romancısı Yılmaz Gürbüz, bu yeni eserinde okurlarını 30’lu yıllarda Kayseri’ye bir yolculuğa çıkarıyor. Atatürk döneminde Kayseri’de açılan Sümerbank Bez Fabrikası ile Uçak Fabrikası’nın öyküsü… Bir şehirde verilen sanayileşme mücadelesi……. Erciyes Tutkusu aslında sadece bir şehri değil tüm Türkiye’yi, sadece bir dönemi değil Cumhuriyet tarihini anlatıyor. Romanı okuduğunuzda günümüz Türkiye’siyle çarpıcı bağlantılar da kuracak, “Nereden geldik?” ve “Nereye gidiyoruz?” sorularına yanıtlar bulacaksınız.”

Kitabı imzalattım aldım. Yılmaz Bey “Hemşehrim bu da onun devamı” diyerek “Ankaralı Gelin” isimli romanını gösterdi. Onu da aldım.

Geçenlerde alıp da hâlâ okuma fırsatı bulamadığım kitapları karıştırırken Erciyes Tutkusu’nu gördüm ve artık Kayseri’de yaşamaya başlamanın etkisiyle okumaya başladım.

Erciyes Tutkusu 400, Ankara’lı Gelin 444 sayfa… Bu iki kitabı bir haftada bitirmem kitapların ne kadar akıcı olduğunun göstergesi…

Bir sonraki yazımda ERCİYES TUTKUSU’nu anlatacağım.

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen