Kişisel tecrübelerimin penceresinden beyin göçü

Tam boy görmek için tıklayın.

Taklitten kurtulmak için buluş yapmak gerekir. Yaratıcı olmak, buluş yapmak için bilim gerekir. Bilimin gelişmesi için özgür üniversite gerekir. Çoğu borsa kursuna çevrilmiş ve büyük bir talihsizlikle adına “üniversite” denen mektep çatılı binalarda bilim yapamazsınız. O binalardan çıkanların edindikleri ile ömrü 200 yıla uzanan ve aynı zamanda gelişmeyi, ilerlemeyi hâkim kültüre dönüştürmüş bir toplum yaratamazsınız.

*****

Arda TUNCA

1988’de Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun oldu. 1992’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede, Para-Banka anabilim dalında yüksek lisansını 1993’te tamamladı. 1992-1996 arasında akademik alanda çalışmalar yaptı. Akademik çalışmalar amacıyla 1994-1996 arasında Berkeley (ABD)’de yaşadı. 1996’da, AIESEC bursu ile DuPont de Nemours International S.A. şirketinin Avrupa merkezi Cenevre’de (İsviçre) çalışmaya başladı. 1998’de Türkiye’ye dönerek bankacılık sektöründe çalışmaya başladı ve zaman içinde çeşitli finans ve reel sektör kuruluşlarında yönetici olarak görev aldı. Pazar araştırmaları, tedarik zincirleri yönetimi, pazar geliştirme, finans ve finansal danışmanlık alanlarında çalıştı. Profesyonel yaşamının yanı sıra, çeşitli televizyon kanallarında, ekonomi programlarında yorumcu olarak yer aldı, mesleki dergilerde yazarlık yaptı.

Türkiye’de yaşamaya devam etsem de, ben de rotayı dışarıya çevirmiş bulunuyorum. Fiziki olarak Türkiye’deyim. Ama, beynim göç etti bile.

Daha lise düzeyindeki öğrencilerin yurt dışına kaçışlarına tanık oluyor Türkiye. Umutsuzluk, geleceğe yönelik plan yapamamak, Türkiye’de iyi bir üniversite eğitimi alma olasılığının son derece sınırlı olması gibi nedenlerle ve daha da önemlisi, mutluluk arayışıyla gelişmiş ülkelere kaçmaya çalışıyor ülkenin çocukları, gençleri.

Geçen hafta Cenevre’deydim. AIESEC adlı öğrenci kuruluşunun ABD’de girdiğim sınavını kazandıktan sonra profesyonel yaşamım İsviçre’de başlamıştı. Yaklaşık 30 sene sonra, hayata beraber başladığım arkadaşlarımla bir araya geldim. Bu bir araya gelişin bir bölümü, aradan geçen yıllarda kimin neler yaptığını konuşmakla geçti.

Kurumsal alt yapı, kurumsal sürdürülebilirlik gibi kavramları Türkiye sıkça konuşuyor ve tartışıyor. Hatta, bu konular üzerine seminerler, konferanslar düzenleniyor. Bu seminerler ve konferanslar bana o kadar anlamsız geliyor ki, nedenini yaklaşık 30 sene önce Cenevre’de başlayan tecrübelerimde buluyorum.

Dünya’nın bambaşka kıtalarından arkadaşlarımla bir araya geldiğim görüşmelerin tespitini özetleyeyim: Benim gibi gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerden çıkan ve hayatının bir noktasında ülkesine dönmüş hiç kimsenin tecrübesi kendi ülkesinde hiçbir işe yaramamış. Konuşmalar bunu anlattı bana ve küresel boyutta yalnızlığımı giderdim. 30 sene önce, bugün bu tespitte bulunacağımı hiç düşünemezdim.

Cenevre’de, bir Amerikan firması olan DuPont’ta başladı iş yaşamım. Şirketin kuruluş yılı 1802’dir. Yani, bugün 221 yaşında olan bir şirketten söz ediyorum. Benim çalıştığım dönemde yıllık cirosu $45 milyar idi ve hemen hemen 105.000 çalışanı vardı. Şirketi kuran, E.I. du Pont’tur. Babası Pierre Samuel du Pont de Nemours, politik iktisatçıdır ve Türkiye’de iktisat okumuş olanların çok iyi bileceğini düşünmek istediğim Fizyokrasi akımının temsilcilerindendir. E.I. du Pont, ünlü kimyacı Antoine Lavosier ile çalışmıştır. E.I. du Pont, Fransız İhtilali sonrası dönemde ABD’ye göç eder ve bugün 221 yaşında olan şirketi kurar.

Şirkette çalışmaya başladıktan sonra, özellikle iki konuyla çok ilgilendim. Biri, kurumların ömürlerinin nasıl uzun süreli olabildiğini anlamaya çalışmaktı. Yani, bir kurum neleri başarıyor da iki asırdan fazla ayakta kalabiliyordu? Üstelik, sürekli buluşlar yaparak, yeniliklere imza atarak. Aslında, bu kadar uzun süre ayakta kalmanın sırrının sürekli buluş yapmakta yattığını gördüm. Peki, o zaman buluş yapmayı sürekli kılan neydi? Amerikan iç savaşını, iki tane dünya savaşını, 1929 Buhranı’nı ve çok sayıda krizi göreceksiniz ve kurum ayakta kalmaya devam edecek! Şirkette, bu konuların özellikle araştırıldığı çalışmalar vardı. Kurum kültürü, yeni nesillere aktarılıyordu. Tanıştığım çok sayıda mühendisin bazıları buluş yapmış insanlardı.

Özellikle ilgilendiğim diğer bir konu, çok uluslu bir firmanın organizasyon yapısı ve bu yapıda verimin nasıl yaratılabildiği idi. Bir yandan işte gördüklerim, diğer yandan bu alanda çok nitelikli eserleri olan Michael Porter’dan okumalarım çok besliyordu beni. İşte bir şeyler öğrenip, öğrendiklerimin akademik alt yapısını kitaplarda buluyor, sonra da kitaplarda bir şeyler okuyup uygulamasını işte görüyordum. Teori ile uygulamanın birbirinden farklı olmadığını o zamanlarda görmüştüm. Ta ki Türkiye’ye dönene kadar.

Ekonomi, finans, yönetim bilimi, organizasyonel davranış gibi konular ve kavramlar soyut değişkenler içeriyor. Bu alanlarda, toplumsal ve bireysel davranışları şekillendiren kültür, algı, psikoloji gibi kavramlar var. Bir insanın profesyonel hayatının bir bölümünü yurt dışında geçirip ülkesine döndüğünde, başka bir ülkede gördüklerini uygulamaya çalışması bu alanlarda kolay değil. Bunu kabul ediyorum. Örneğin mühendislikte, elle tutulur, gözle görülür somut ispatları sunar ve çalıştığınız kurumlarda insanları bazı yeniliklere daha kolay ikna edebilirsiniz. Ancak, insanın elde ettiği tecrübelerin hiçbirini ülkesine getirememesi de başka bir durum.

Yukarıda saydığım alanlarda yenilik yaratmak kolay değil ama kurumsal altyapı yaratmak konusunda hiçbir gelişim kaydedemeyen bir kültürde yaşamak da insana profesyonel ıstırap veren bir hal. Bunu, Türkiye için ve ülkenin istisnasız tüm şirketleri, holdingleri ve iş organizasyonları için söylüyorum. İstisnasız!

Türkiye’deki firmaların çoğu üretimi iyi bilir. Üretim için hammaddeyi nereden alacağını da iyi bilir. Ürününü nereye satacağını da iyi bilir. Fakat, bu sürecin sürekliliğini yeniliklerle sağlayacak kurumsal alt yapıyı kurmazlar. Bu nedenle, ar-ge adıyla yarattıkları departmanlar, sadece taklit uygulayan departmanlardır. Bu çerçevede, Türkiye’de inovasyon başlığı ile düzenlenen seminerler ve konferanslar da anlamsızdır. Taklitle inovasyon olmaz.

Taklitten kurtulmak için buluş yapmak gerekir. Yaratıcı olmak, buluş yapmak için bilim gerekir. Bilimin gelişmesi için özgür üniversite gerekir. Çoğu borsa kursuna çevrilmiş ve büyük bir talihsizlikle adına “üniversite” denen mektep çatılı binalarda bilim yapamazsınız. O binalardan çıkanların edindikleri ile ömrü 200 yıla uzanan ve aynı zamanda gelişmeyi, ilerlemeyi hâkim kültüre dönüştürmüş bir toplum yaratamazsınız.

Türkiye’deki bazı firmalar bana finansman ihtiyaçlarını anlattılar geçmişte. “Para bulunur, sorun değil bu” dedim her zaman. Önemli olan, şirketi para bulabilecek bir kurumsal düzene sokmaktır. Finansman sorunu olmayan büyük şirketlerde de özgürce düşünebilen, yaratıcı yönünü kullanabilen insan kaynağına rastlamadım Türkiye’de. Geçmişte gördüklerimle kıyasladığımda, aradaki farkın büyük olduğunu bariz olarak gördüm. Anlattım, çalıştım ama olmadı.

Arjantin, Çin, Güney Afrika, Filipinler gibi ülkelerden çıkıp gelenler ve geri dönenler ile ortak bir yönümü gördüm yaklaşık 30 sene sonra. Olmuyor. Bu ülkelerin kültürel ikliminde olmuyor. İşin ilginç yanı, bu ülkelerdeki sürekli koşma temposundaki çalışma hali gelişmişlerde yok. Nedeni, sistem ve kurumsal alt yapıya dayanıyor.

Kurumlar, bireylerin uluslararası alandaki başarısında da büyük pay sahibi. Gelişmiş kurumlarını yaratmış ülkelerin insanları uluslararası alanda daha fazla dinleniyor. Aynı yaklaşımla, Nobel ödülleri yukarıda adı geçen ülkelerin insanlarına gitse de, o ülkelere gitmiş olmuyor. Zira, o ödüllere layık görülenler, içinde bulundukları kurumların verdiği güçle gelişmiş ülkelerin gelişmiş kurumlarında çalışmalarını yapabiliyorlar.

Çok anlattım, çok konuştum. Sonunda pes ettim. Hele ki geçen haftayı Cenevre’de geçirdikten sonra yaşadığım tecrübeler, çabalarımın anlamsızlığını anlattı bana. Değişmek için niyet etseniz, yüz yılda ancak bir miktar mesafe kaydedeceğiniz konular bunlar.

30 sene sonra, hüzün dolu tespitlerimle, Türkiye’de yaşamaya devam etsem de, ben de rotayı dışarıya çevirmiş bulunuyorum. Fiziki olarak Türkiye’deyim. Ama, beynim göç etti bile.

———————————-

Kaynak:

https://www.politikyol.com/kisisel-tecrubelerimin-penceresinden-beyin-gocu/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen