Siyasi yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır, Arnold J.Toynbee’nin ünlü “Meydan Okuma ve Misliyle Yanıtlama”(Challange & Respond) tezi. Toynbee, tezini Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” olarak değil daha çok medeniyetler karşılaşması ve karşılaştırılması olarak 6 ciltlik “Tarihin Bilinci” (A Study Of History) eserinde açıklamıştı. Aslında fazla ileri gitmeye gerek yok, bu dış politikanın da olmazsa olmazı, meşhur “mütekabiliyet”ilkesinin hem aslı hem de faslıdır. O zaman nedir bu “mütekabiliyet”? Salt sözcük olarak bakıldığında, mütekabiliyet; karşılıklılık, durumu veya koşulu; karşılıklı eylem veya ilişki, bir geri dönüşü olarak tanımlanmaktadır. Mütekabiliyet için sebep, diğer tarafın çıkarlarıdır ve niyet, o tarafın ilişkiden yararını maksimize etmek demektir. Hem karşılıklılık hem de mübadele genellikle bir ilişki içinde karşılıklı fayda yaratma olarak anlaşılsa da bir değişim değildir. Karşılıklılık ve değişim arasında yapılan ayrım, motivasyonlar ve niyetler etrafında döner. (1) Bana kalırsa insan olmanın, toplum halinde yaşamanın bir olmazsa olmaz kuralıdır.
Devletler arası ilişkilerde ise mütekabiliyet maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme prensibidir. Mütekabiliyet, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biridir. Bu ilkeye özellikle antlaşmalar hukukunda, diplomasi ve konsolosluk hukukunda, azınlık antlaşmalarında, insan hakları hukukunda, insancıl hukukta ve mültecilik hukukunda başvurulmaktadır. Uluslararası mütekabiliyet ilkesi aslında, devletlerin birbirleriyle eşit egemenlik haklarına sahip olduğunun bir göstergesi şeklinde düşünülmektedir. Örneğin devletler arasında diplomatik dokunulmazlık ve ayrıcalıklar ile kamu malları hakkında mütekabiliyet ilkesi tam olarak uygulanmaktadır. Mütekabiliyet iki taraflı antlaşma veya ilişkilerde genellikle tam anlamıyla işlemektedir. Eğer taraflardan birisi, aralarındaki antlaşmaya uymayı reddederse diğer taraf da aynı şekilde davranmakta, böylece her iki taraf da işbirliğinin yararını yitirmektedir. Böylece devletler diğer devletlerden beklentilerini mütekabiliyet ilkesi ile ifade etmektedirler. Hukukun ideali olan adalet ile mütekabiliyet arasında da bu nedenle sıkı bir ilişki bulunmaktadır. (2)
Gelelim Türk kamuoyunun mütekabiliyetten ne anladığı algısına. Türk mütekabiliyet ilkesi ise merhum Siyaset Bilim hocası Prof. Dr. Seha Meray’ın ifadesiyle söyleyelim, “Misliyle Mukabele Etmek” demektir. Bu durum biraz da Osmanlı’dan devraldığımız miras da kendini göstermektedir. Biraz da değil bütünüyle “varolma sebebimiz”dir. İlginçtir ama, “Mütekabiliyet İlkesi ve Anlaşması Olan Ülkeler Listesi”ne bakıldığında, tanımasa da Almanya Federal Cumhuriyeti – KKTC arasında bir “Mütekabiliyet İlkesi ve Anlaşması” bulunmaktadır. (3) İki devlet ve yöneticilerinin hukuk ve protokol anlamında birbirlerine eşit sayılmasının bağıtlanmasını içeren ciddi bir ilginçlik numunesidir.
Günümüzde BM nezdinde bir “de facto” veya “de fakto” devlet sayıldığı için sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınan KKTC doğrudan “Mütekabiliyet İlkesi ve Anlaşması” ile doğrudan ilintilidir. “Fiilen”, “gerçekte”, “uygulamada” anlamlarına gelen fiilen var olan, ancak hukuken tanınmayan durumlar için kullanılan uluslararası bir hukukî terimdir” De fakto devlet” ifadesi. Son dönemde Doğu Akdeniz’de ısınan sular ve fosil yakıt kaynakları ile devam eden güç mücadelesi, ABD, Yunanistan ve GKRY’ne artan desteği kapsamında önem taşımaktadır. Hele ki eski Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Lefkoşe’ye Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak atanması sonrası önümüzdeki dönemde dünya kamuoyunun Türkiye’nin daha çok hukuk bazlı atılımlarına ve açılımlarına şahit olacağının da habercisi olmuştur. Sayın Feyzioğlu Lefkoşe’ye atanan hariciyeden olmayan ilk büyükelçi değildir. Daha önceden de Hariciyeden olmayan büyükelçiler KKTC’ye atanmış ve agremanını ilk gün almıştır. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu siyasete yatkın, diplomasi geleneği olan, donanımlı, uluslararası hukuk bilgisi üstün temayüz etmiş tecrübeli bir hukukçudur. (4) Bu zaman diliminde KKTC’de T.C. Lefkoşe Büyükelçisi olarak atanması KKTC yetkililerinden de olumlu ilgisi ile karşılaşmıştır.
Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım. Doğu Akdeniz’de gerginliğin yükselmesinin bir büyük nedeni, AB(D) tarafından gerek Yunanistan gerekse GKRY’ni cesaretlendirilmesi, şımartılması, densizliklere fütursuzluklara yapmalarının desteklenmesidir. Uluslararası hukuka saygılı daha önce yapılan Annan Planında rüştünü ispat etmiş olan Kıbrıs Türkünü ve Türkiye’yi yok saymaktır. Yadsınamaz bir gerçektir ki, Kıbrıs adasında kendini Türk ulusunun bir parçası olarak gören Kıbrıs Türkleri ile kendini Helenizm’in bir unsuru olarak gören Kıbrıs Rumları yaşamaktadır. Adada ABD’li yetkililerin sıkça tekrar ettikleri, Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin tüm çabalarına karşı, kendini Kıbrıslı olarak niteleyen bir kültürel kimlik oluşturulamamıştır. Bu fikrin karşıcıları Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar olmuş, ‘federasyon’u amaçlayan müzakereler en son Annan planının reddedilmesiyle tescillenmiş, bağıtlanmıştır. 50 yıl önceki koşullar gözetilerek görüşülen ve birçok kez Rum tarafının uzlaşmazlığı nedeniyle “federasyon” formülünde ABD’nin halen ısrarlı bir tutum izlemesi değişen ve mevcut koşullar ile bağdaşmamaktadır. Herkes tarafından bilinmelidir ki, adada iki özgür halk ve bağımsız yaşamağa kararlı iki devlet bulunmaktadır. Doğal olarak Kıbrıs Türkünün ve Türkiye’nin çıkarlarını gasp etmeye yönelik hareketlerin hiçbirine izin verilmeyeceği gibi bu doğrultuda KKTC’nin BM Barış Gücü’ne bir aylık çağrının gerekleri yapılacaktır. BM Barış Gücünün KKTC’deki mevcudiyeti ve faaliyetlerini sürdürebilmesi için KKTC ile BM arasında yasal bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu çoğu kez neredeyse tüm müzakere tutanaklarına geçirilmiş olmasına karşı bilmezlikten gelinmektedir. KKTC de BM’nin bu aymaz tutumuna karşı proaktif davranarak BM yetkililerine her iki tarafın çıkarına olacak biçimde bir anlaşma taslağı sunmuş, bir aylık da mühlet vermiştir. BM Barış Gücünün KKTC’deki faaliyetlerinin yolunu açacak bu adımı doğrudan mütekabiliyet ile ilgilidir.
Benzer mütekabiliyet önlemleri alma yoluna Türkiye de aynen iştirak etmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Ekim 2022 tarihinde Çekya ziyareti dönüşünde açıkladığı gibi ‘Dedeağaç’a alternatif üs’se karşılık, doğrudan karşılıklılıkla ilintili bir biçimde ‘İlk işimiz İHA’ları, SİHA’ları Kuzey Kıbrıs’a yerleştirdik. Şu anda İHA ve SİHA’larımız oradalar” bu ilkenin sahadaki karşılığıdır. Nasıl ki uluslararası ilişkilerde itibardan ödün verilemeyeceği gibi, mütekabiliyetten de asla ve kat’a ödün verilemeyeceğinin haklı bir göstergesidir. Aslında bu karar öncesi önemli bir hazırlık da yapılmıştır. KKTC Bakanlar Kurulu, bundan üç yıl önce 13 Aralık 2019 tarihinde, Geçitkale Havaalanı’nın İHA’larla yürütülecek faaliyetler için kullanılması kararı almıştır. Ardından, KKTC hükümeti, Türkiye’nin talebi üzerine Geçitkale Havaalanı’nın Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığına (KTBK) tahsis edilmesine de onay vermiştir. Bu kapsamda Dalaman Deniz Hava Üs Komutanlığında bulunan Bayraktar TB2 tipi İHA, gerekli hazırlıklar sonrası Geçitkale Havaalanına uçmuştur. (5)
Bilindiği üzere, Batı dünyasındaki eğitim sisteminin temelinde eski Yunan mitolojisinin belirleyici bir şekilde kullanılmış olması yanlış bir biçimde eski Yunan’ın Batı demokrasisinin beşiği olarak kabul edilmesi Türklerin de Avrupa’yı tehdit eden barbar olarak nitelendirilmesi sorunlara temel teşkil etmektedir. Bir de kabul etmek gerekir ki gerek ABD’de de gerekse Avrupa’da Yunan lobisinin etkinliğinin yüksek olduğu gerçeğidir. Bu etkili Yunan lobisine karşılık zaman zaman realizmi kullanan Pentagon’un dengeleyici girişimleri Helen densizliği ve fütursuzluğunun önüne geçememektedir. Bir realite de peşinen kabul edilmek zorundadır ki, sadece ABD’de de değil tüm batı dünyasında Yunanlılar her zaman Türklerden daha avantajlı bir durumda görülmüş ve görülmektedir. Kıbrıslı Türklere uygulanan ambargo, insanlık dışı izolasyon önlemleri dünyada Türkiye’den başka hiçbir ulusu rahatsız etmemektedir. Bu durumda eğer bir suçlu aranacaksa Kıbrıs sorununun bir türlü bitirilememesinde suç BM Güvenlik Konseyi üzerindedir. Bu nedenle yukarıda da belirtildiği gibi, her zamankinden fazla hukuka olan ihtiyaç son büyükelçi atamalarında kendisini belli etmiştir.
Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye Cumhuriyeti, hidrokarbon kaynaklarında sismik araştırma yapmak ve gerektiğinde sondaj yapmak üzere Barbaros Hayreddin Paşa ve MTA Oruç Reis adındaki iki sismik araştırma gemisi ile Fatih, Yavuz, Kanunî ve son olarak eklenen Sultan Abdülhamid Han ‘la birlikte dört derin deniz sondaj gemisi tahsis etmiştir Ancak gemilerimizin bir yada birden fazlasıyla Doğu Akdeniz’de faaliyete geçildiğinde gerilim bir anda üst seviyeye yükselmektedir. Türkiye bu durumda KKTC ile birlikte güvenliğini konsolide etmek, sağlamlaştırmak ve perçinlemek amacıyla gerekli önlemleri almaktadır. Kuşkusuz bu noktada “Mavi Vatan” doktrini ufkumuzu açmakta ve yolumuzu aydınlatmaktadır. Bir başka deyişle tüm tehditler ile Kıbrıs Türk’ünün de haklarını korumaya kararlılıkla sürdürmek amacıyla KKTC’de, Karpaz yarımadasında Türk donanmasına hizmet verecek bir deniz üssünün kurulması gerekli görülmüştür. KKTC Bakanlar Kurulu, Vakıflar İdaresi’ne ait Dipkarpaz Zafer Burnu’ndaki bir araziyi askeri kullanım amacıyla 30 yıllığına kirasız olarak KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na kiralamıştır. Tarihe not düşmek adına KKTC Bakanlar Kurulunun aldığı karar aşağıdaki şekilde ete kemiğe büründürülmüştür:
“Bakanlar Kurulu, önergede belirtilenlerin ışığında, Vakıflar İdaresi ve Din İşleri Yönetim Kurulu’nun 21 Eylül 2021 tarih ve K/112/2021 sayılı kararı uyarınca, İskele kazası Dipkarpaz köyü hudutları dahilinde bulunan ve önergeye ekli haritada belirtilen, aşağıdaki tabloda ayrıntılı bilgileri verilen Vakıflar İdaresine ait emlakların, askeri kullanım alanı olacağı dikkate alınarak kira bedeli alınmayacak şekilde 30 yıllığına KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığının kullanımına verilmesine karar verdi.”(6)
Evet sevgili okurlar, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun açıkça belirttiği gibi, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların silahlanma girişimlerine karşı Karpaz yarımadasında Türk donanmasına hizmet verecek bir deniz üssünün kurulması Seha Meray’ın da açıkça belirttiği gibi misliyle mukabele etmenin önde gelen bir açılımıdır.
Dipnotlar
(1) “Mütekabiliyet Nedir? Mütekabiliyet İlkesi ve Anlaşması Olan Ülkeler Listesi”, Hürriyet Gazetesi, 09 Haziran 2021; https://www.hurriyet.com.tr/egitim/mutekabiliyet-nedir-mutekabiliyet-ilkesi-ve-anlasmasi-olan-ulkeler-listesi-41828847/Erişim Tarihi 06.11.2022/
(2) Süleyman Dost, “Milletlerarası Hukukta Mütekabiliyet İlkesi”, S.D.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi C.5, S.2, Yıl 2015, s.1
(3) Mütekabiliyet İlkesi ve Anlaşması Olan Ülkeler Listesi : Amerika Birleşik Devletleri – Kazakistan; Almanya Federal Cumhuriyeti – KKTC; Arnavutluk – Kosta Rika; Avustralya – Liechtenstein; Avusturya – Litvanya; Azerbaycan – Lüksemburg; Arjantin – Macaristan; Bulgaristan – Makedonya; Çek Cumhuriyeti – Meksika; Çin Halk Cumhuriyeti – Mali; Danimarka – Malta; Endonezya – Norveç; Finlandiya – Pakistan; Güney Kore (Kore Cumhuriyeti) – Paraguay; Gürcistan – Portekiz; Hırvatistan – Peru; Hollanda – Polonya; İngiltere – Rusya Federasyonu; İrlanda – Romanya; İsveç – Senegal; İsviçre – Sırbistan; İspanya – Slovakya; İsrail – Slovenya; İtalya – Tacikistan; Japonya – Uruguay; Karadağ – Ukrayna; Kanada – Yunanistan.
(4) Fatih Doğan, “Türkiye’den KKTC Geçitkale Havalimanı’na ilk İHA havalandı” Anadolu Ajansı, 16.12.2019https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiyeden-kktc-gecitkale-havalimanina-ilk-iha-havalandi/1674630/Erişim Tarihi 06.11.2022/
(5) Dünya, “Deniz üssünün Gerektiğini Düşünüyorum”, Yeni Birlik Gazetesi, 5 Kasım 2022, s.11.
(6) “Türkiye’den bölgede dengeleri değiştirecek hamle! Kıbrıs’taki Karpaz Yarımadası’nda askeri deniz üssü kurulacak…” Vatan Gazetesi, 20.10.2021; https://www.gazetevatan.com/gundem/turkiyeden-bolgede-dengeleri-degistirecek-hamle-kibristaki-karpaz-yarimadasinda-askeri-deniz-ussu-kurulacak-1420119/ Erişim Tarihi 06.11.2022/