Ramazanın mübarek günlerini baharda yaşamamız iki güzeli bir arada görmenin hazzını veriyor insana. Bahar mevsimi hem gözümüzü hem gönlümüzü şenlendiriyor. Ramazanla birleşince de bu şenlik kat kat fazlasıyla hissediliyor. Bahar ve Ramazan, koku duyularımızı da hassas hale getiriyor. Güzel kokular orucumuzu kuvvetlendirirken[1], yemek kokularına karşı duyarlığımız da artıyor. Hayal ettiğimiz yemeğin kokusunu burnumuzun dibinde duyar gibi oluyoruz. Duyduğumuz koku o kadar gerçekçi hale geliyor ki ağzımız sulanıyor. Demek ki neye karşı açlık hissediyorsak onun hayalini de o denli gerçekçi hissediyoruz.
“Kokuların da hafızası var” diyor bilimsel araştırmalar. Beynimiz kokularla insanları, olayları, eşyaları özdeşleştiriyor. Mutfakta iftar hazırlıklarıyla meşgulken pek çok değişik kokuyla muhatap oluyoruz. Ve pek çok hatıra geliyor aklımıza. Mesela vanilya kokusu bana çocukluğumda satılan kokulu mektupları anımsattı. Güzel yazı dersinde el yazısıyla mektup yazmayı öğrenirdik. Mektuplar da tıpkı kokular gibi hatıralar barındırır. Mektuplar kokuları da taşır…
Küçük bir çocukken Kur’ân’la mektup arasında benzerlik kurardım. Mercimekli mantı kokusu eşliğinde hayale dalardım…
Kalabalık bir iftar sofrasında diz çöküp oturmuşuz. Anneannem büyük tepsilerde mercimekli mantısını yapmış. Bizim buralarda meşhurdur yeşil mercimekten yapılan mantı. Kuzinede pişer, miss gibi de kokar. Üzerine sarımsaklı yoğurdu gezdirdin mi doyum olmaz yemeğe. Akşam ezanını beklerken duvarları süzüyorum. Kadife duvar halısının üzerindeki Kâbe’yi inceliyorum. Hemen yanındaki çivide asılı duran Mushaf’a kayıyor gözüm. Mektupla Mushaf arasında benzeşimler kurarken, mantının kokusuyla mest olmuş vaziyette hayallere dalıyorum. Büyük kanatları olan iki melek gökyüzünden nurlar içinde bir mektubu yeryüzüne indiriyorlar. Onun için insanlar Kur’an’ı güzel örtüler içinde muhafaza ediyor ve Allah’ın mektubunu evlerinin duvarına yüksekçe bir yere asıyorlar diyorum kendi kendime. Tabi Kur’ân’ı mektuba benzetmemdeki en büyük etkenin bu zarf biçimindeki örgü kılıf olduğunu söyleyebilirim. Derken ezan okunuyor ve kaşık çatal seslerinin cümbüşü sessizliği bozuyor.
Benim hatıram mercimekli mantı kokuyor. Mektuplar ise hasret kokar, evlat kokar, vatan kokar, sevda kokar… Mektup kimden ve nereden geliyorsa kokusuyla birlikte geliyordur. Mektubun sahibine sarılır gibi bağrımıza basmamız ondandır. Sonra zarfı büyük bir özlemle açar, merak ve heyecanla satırları okuruz. Okurken kendi sesimiz kaybolur. Mektubu yazan kimse onun sesi gelir kulağımıza. Sanki o anda karşılıklı konuşuyor gibi oluruz. Mektup muhabbettir…
Mektuplardan ve kokulardan bahsedip Tübba’nın aşk ve özlem dolu mektubunu hatırlamazsak yazımız eksik kalır efendim. Asırlar evvelinden Sevgili’nin kokusunu duyan ve O’na bağlılık mektubu yazan Tübba’yı rahmetle analım.
Tübba’nın Mektubu
Beklenen bir Sevgili vardı. Yedi asır evvelden O’nun kokusu kâinatı sarmıştı. Hem Hıristiyan hem Yahudi âlimler kitaplarında yazan Ahmed’i bekliyorlardı. Medîne’ye geleceğini biliyor ve buraya gelip yerleşiyorlardı. O günlerde dört yüz Yahudi âlim de Medine’ye yerleşmişti.
Bir de Medîne’yi işgal etmek için ordusunu hazırlayıp savaşa gelen Yemen kralı Tübba vardı.[2] “Her şer, bir hayra gebedir” derler. Tübba bütün şerriyle ve hışımla geliyordu. Yakacak yıkacak ve teslim alacaktı şehri. Fakat kendi aşk oduna yanacak ve bütün ruhuyla teslim olacaktı. Medîne’nin âlimleri Tübba’yı durdurmuş ve kutsal kitaplarında bahsi geçen nebînin bu beldeyi şereflendireceğini ona duyurmuşlardı. Gelmesi beklenen Sevgili’yi Yahudi âlimlerden dinledi. “Anlatın” diyordu, “anlatın bana O nasıl biri?” Dinledikçe daha çok sevdi müjdelenen Ahmed’i. Tüm kalbiyle O’na erişebilmeyi istedi. Günlerce bekledi, yollarını gözledi. Hemen yarın gelecekmiş gibi O’na bir ev bile yaptırdı. O’dan haber verenlere hediyeler dağıttı. Fakat dönmeliydi geldiği yere. Ayrılık vakti geldi Sevgili’nin şehirden. Bir mektup yazdı Sevgili’ye kalbinin en derininden. Mektubunu altın bir mühürle mühürledi. Âlimlerden O gelinceye kadar mektubu saklamalarını istedi.
Dünyaya sığmayan kral aşkın mürekkebine daldı ve ruhunu eritip bir mektupta sırladı. Yedi asır ötesineydi hasret yüklü sözü. Kendisi gitti ama Medine’de kaldı gönlü. Kime baksa Ahmed’ini aradı gözü.
Mektup elden ele geçerek asırlar aştı. En sonunda temiz eller vasıtasıyla Halid bin Zeyd Eyyub el-Ensârî’ye ulaştı. Beklenen gün geldi. Resûl’un Mekke’den yola çıktığı haberi Medine’ye erişti. Eyup Sultan Hz. mektubu bir an evvel Nebî’ye teslim etmek istiyordu. Bunun için Ebû Leylâ’ya mektubu verdi ve Resûl’e ulaştırmasını istedi. Kendisi gibi Ebû Leylâ da kutlu misafirin evinde kalacağından habersizdi. Hâlbuki Eyup Sultan’ın kaldığı ev Tubba’nın arsasını satın alıp Peygamber (s.a.v.) için yaptırdığı evdi.
Ebû Leylâ hızla yola koyuldu. Muhacirlerle Medîne yolunda buluştu. Peygamber Efendimiz’i görünce heyecanla yanına yaklaştı. Ağzını açıp bir kelime dahi etmeden Efendimiz, “Sen Leylâ’mısın?” dedi. Ebû Leylâ şaşkınlık içinde sadece “evet” diye cevap verebildi. Efendimiz Tübba’ın mektubunu isteyince Leylâ şaşkınlığını saklayamayıp sordu. “Efendim adımı nasıl bildiniz, bu gizli mektubu ve sahibini nasıl bildiniz?” Efendimiz (s.a.v.), “ben Allah’ın peygamberiyim. Ben Muhammed’im.”dedi. Hz. Ebû Bekir’den Tübba’nın mektubunu okumasını istedi. Mektupta şöyle yazıyordu: “Şehadet ederim ki Hz. Ahmed Allah’ın peygamberidir. Şayet ömrüm olur da O’na ulaşırsam O’nun yardımcısı veya amcasının oğlu gibi olurum. O’nun yanında yer alırım. O’nunla şavaşır yükünü hafifletirim.”
“Selam Tübba “dedi Resûl, “aramıza hoş geldin, henüz beni görmeden İslam’la şereflendin.”[3]
Selam olsun Tübba’ya. Yedi asır evvel Gül’ün kokusunu duyan Yemen kralına. Peki ya bize de bir kutlu selam gelir mi dersiniz? Tübba gibi selâmate erebilir miyiz? Duyabilir miyiz biz de o güzel kokuyu. Acıkınca duyduğumuz yemek kokuları kadar canlı ve gerçekçi alabilir miyiz Sevgili’nin kokusunu. Cennetin kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulurmuş[4] oysa ki. O güzel kokuları alamıyorsak sebebi nedir peki?
“Bad-ı sabaya sorsunlar canan illeri kandedir
Bilenler haber versinler canan illeri kandedir
Zikrederim aklım ermez yürek kaynar taşar durmaz
Bilenler de haber vermez canan illeri kandedir
Hayli zamandır sorarım bir dertli aşık ararım
Kalmadı sabr-u kararım canan illeri kandedir
Şol bahrım kaynadım taştım mevc uruban hadden aştım
Diyar-ı gurbete düştüm canan illeri kandedir”[5]
Dipnotlar
[1] Râmuz el e-hadis, 69/7.
[2] Himyerî krallarına tübba adı verilmektedir. İslâm kaynaklarında Yemen krallarına Sebe, Himyer ve Hadramut’a sahip olmadıkça tübba‘ denilmediği belirtilmektedir. Bkz. Ömer Faruk HARMAN, “Tübba”, DİA, İstanbul, 2012, C. 12, s. 455,456.
[3] Bkz: https://www.fikriyat.com/tarih/2018/02/13/peygamber-efendimize-dogumundan-7-asir-once-yazilan-mektup.
[4] Ramuz el e-hadis, Hz. Ebû Hüreyre (r.a.). s. 250.
[5] Bolulu Âşık Himmet