Konak İçine Gizlenmiş İmparatorluk

Semih GÖNÜL

İbrahim Efendi Konağı
Roman
Samiha AYVERDİ
Kubbealtı Yayıncılık

Roman İbrahim Efendi’nin ekseninde dönmekle birlikte bir devrin portresini yansıtmaktadır. Değişen siyasi ve ekonomik yapı bu konak üzerinden basitleştirilerek anlatılırken bir yandan olay akışı kesilerek okuyucuya bilgi aktarımı da yapılır. Anlatıcı olayları doğuran nedenleri, olayların gelişim aşamalarını ve sonuçlarının birbirinden kopuk olmamasına dikkat ederek bir zincirin kırılmaz halkaları şeklinde itina ile dizmiştir. Olaylar bir konak sakinlerinin yaşadıkları şeklinde görülürken bir anda okuyucu kendini farklı bir diyarda bulur. Bu teknik yazarın ustalığını göstermesi açısından takdire şayan bir hamledir. Dikkatini küçük fotoğraftan büyük fotoğrafa aktarabilen okuyucu birbirinden bağımsız görülen olayların metin içinde birleşimine odaklandığında bir devrin fragmanını izlerken bulur kendini.

İbrahim Efendi’nin babasından kalma mirasıyla sahip olduğu bir gücü vardır ve bu gücü mesleğiyle paralel olarak arttırarak dönemin etkili isimlerinden biri olur. Bu etkinin en çok görüldüğü yer oturduğu konaktır. Dış görünüşüyle hayran bırakan bu yapının içinde değişen rüzgarla birlikte yönünü kaybeden dallar gibi bir oraya bir buraya savrulan hayatların çığlıkları duyulur. Çığlık konağın dört duvarına yansımış ve bu acı feryatlarla birlikte sonsuzluk ülkesindeki yerini almıştır. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun uğradığı mutlak son gibi. İbrahim Efendi’nin Konağı başlı başına Osmanlı İmparatorluğu ile bağdaştırılabilir. İbrahim Efendi ise dönemin hükümdarı eleştirilen kendisinden hep daha iyisi beklenilen ama bir türlü ilerisinin göremeyen dönemin aydınları ya da hükümdar olarak ele alınabilir. Bu bağlantıyı kurabilen okur ona yol gösterecek olan zihin haritasını oluşturmuş olur ve bunun da yardımıyla medeniyet daireleri arasında yapılan geçişi aklının bir köşesine koyar.

Konağın beyi İbrahim Efendi’dir ondan sonra gelenler onun hanedanının üyeleridir. Bunların başını Şevkiye Hanım çekerken diğer konak üyeleri ise üstlendikleri görevin önemine göre hiyerarşik yapılanmanın birer taşını oluşturur. Tespihin taneleri gibi dizilen bu yapıda her tanenin önemi imameye olan yakınlığıyla ölçülür. Diğer bir deyişle imameye en yakın olan boncuk Şevkiye Hanım’dır.

İbrahim Efendi’nin küçük fotoğrafa bakıp büyük fotoğrafı gördüğümüzde Sultan İkinci Abdülhamid olduğuna değinmiştim. Küçük pencerede ise dönemin ilerisini göremeyen aydınlarını temsil eder İbrahim Efendi. Alanındaki bilgisi okyanus olan bu adamlar tefekkür dehlizlerinin açıldığı pınarlardan nasıl girileceğini henüz kestirememiş olmalarıyla devletin içinde bulunduğu sorunu ve Batı’nın ilerleme nedenlerini bir türlü doğru analiz edememiş olmalarıyla bilinir. Küçük resim bize bunları söylerken büyük resim ise aydınların girişimleriyle değiştirilmek istenen düzenin varlığına ilişkin fikirler vermektedir.Farklı bir açıdan bakıldığında büyük kare Sultan İkinci Abdülhamid Han ise denge politikasını ustalıkla yöneten bir siyaset cambazı görünümündedir, siyasi dehasının yanında ileriye dönük hamleleriyle yetiştirdiği genç bir nesil ve temiz kadrolarla aydınlık bir yolun mimarı olma yolunda büyük adımlar atmıştır. İbrahim Efendi yani Osmanlı İmparatorluğu ile dostluk kurmanın büyük onur ve şeref olarak görüldüğü o dönemden hasta adamın çöküşüne uzanan yolu bu konaktaki ailenin yaşamı üzerinden anlatılması okuyucuda mukayese kuvvetini geliştirmeye yönelik çalışmanın ürünüdür.

Kendisini dev aynasında gören İbrahim Efendi egosunu şişirdikçe şişirmiş Batı’da doğan siyasi değişimleri dedikodu rejimi olarak görmesinin ceremesini imparatorluktan ulus devlete geçmesiyle ödeyeceğinin farkında değildir. Toplumda sınıf ve aidiyet kavramlarını bu açıdan yorumladığımızda Batı’daki gibi olmasa da Osmanlı toplum yapısında da tabakalaşma ve sınıf ayrımı görülmektedir. Bu ayrım uçurum boyutuna erişmediğinden Batı’daki gibi yaşanan sancılara dönüşmez. İbrahim Efendi’nin konağında mutlak hakimiyet İbrahim Efendi’ye aittir.Diğer görevliler ona hizmet etmek için çabalayan piyonlar diğer bir deyişler figüran oyunculardır. Bizdeki sınıf ayrımı kast sistemi gibi katı kuralları olan bir ayrım değildir. Bu ifademi doğrular nitelikte olan örneklere kitap içerisinde rastlamak mümkündür. İbrahim Efendi kızı Şükriye’nin ikinci evliliğini yapması için Yusuf Bey gibi düşük bir memuriyete sahip olan bir kişiyle izdivacına onay verir. Bundaki asıl sebepler Şükriye’nin saf ve nerde nasıl konuşacağını bilememesidir. Yusuf da ailesinin de etkisiyle başına konan bu devlet kuşunu geri çeviremez. İbrahim Efendi’nin kızını tüm soyluluğuna rağmen kendisinden statü bakımından düşük olan bu genç memur ile evlendirmesi Osmanlı İmparatorluğunun kendisinden daha küçük devletlere verdiği veya vermek zorunda kaldığı tavizler olarak yorumlanabilir. Davul bile dengi dengine iken nasıl olurda gümüş altınla eşdeğer sayılır diye bir soruyu da buraya bırakıyorum.

Eserde İbrahim Efendi’nin kardeşi olarak okuyucuya sunulan Hilmi Bey ağabeyinin tam tersi sularda kulaç atan bir denizciyi andırıyor. Derin bir tefekkür dehlizinden baktığımızda İbrahim Efendi’nin aristokrasinin bir ferdi olduğunu, Hilmi Bey’in ise avam tabakasına yakın biri olarak resmetmek yanlış olmayacaktır.

Parasına göre muamele eserde görülen ve toplumun dinamiklerine olumsuz etki yaratan bir başka husus olarak işlenmiş. Doktor Salih Bey’in İbrahim Efendi’ye ve Yusuf Bey’e davranışlarına baktığımızda adamına göre muamele olmuş sana akçeye göre fistan. Ne kadar paran varsa o kadar heybetli sözlerle karşılanır derecene göre saygı görürsün hesabı. Olmuş armutu yiyemeyince Şevkiye Hanım’dan ayrılan Salih Bey Birinci Dünya Savaşı’ndaki İtalya’ya benzetilebilir bu açıdan bakıldığında. Kim daha fazlasını verirse onun tarafındayım, başka türlü kurtarmıyor bey baba, tavırlarının Salih Bey de vücut bulduğunu düşünüyorum.

İbrahim Efendi’nin konağını ayakta tutabilecek olan sevgiden eksik olması büyük ölçekle bakıldığında İmparatorluğun yönetimindeki birimlerini  birbiriyle iyi iletişim kurmasını güçleştiren yolsuzluk, rüşvet ve çıkar ilişkileri olarak görülebilir ki İbrahim Efendi’nin konağında yaşayanların birbirine bakışı bu şekilde işlenmiştir. Bu çatı altında sevgi gerekirken bu husus bir türlü sağlanamamış ve kendilerini bekleyen mutlak sonun altında kalmışlardır. Çünkü sevgi ruhlar arasında aşıkane bir mülakat olduğu kadar devlet ilişkilerinde sadakat ve liyakat da bu perspektif içerisinde değerlendirilmelidir.  Sayıp döktüğümüz değerlerden fakir durumda bulunan konak içerisindekiler için konak olmaktan çıkmış altından bir kafesi andıran zindanlara dönüşmüştür. Kelepçeler ellerde değil gönüllerdedir.

Sınıfsal ayrım ve aidiyet açısından değerlendirdiğimiz gibi bir de kadına bakış açısından değerlendirmeye çalışalım. Algıladığım kadarıyla kadının adı statüsüne göre varlığını bulmuş romanda. Söz konusu Şevkiye Hanım’sa fakirleşene kadar zirvedeki dağcıyı oynarken Edâdil ise alınıp satılan bir nesne olmaktan ileri gidemeyen bir kadından bahsedebiliriz. Kadının adı statüsüne göre şekillenir demek yanlış olmasa gerek. Kadının adını ne tam olarak silmişiz ne de belirginleştirmeye çalışmışız.

II.Abdülhamid döneminde yetiştirilmeye çalışılan imparatorluğun genç fidanları, devlete demokrasi aşısını vurmaya kalktıklarında karşılarında mutlak otoritenin kılıcını bulsalar da akacak kan damarda durmamış ve istenilen devrim zamansız da olsa gerçekleşmiştir. Zamansız diyorum çünkü Batı’da yaşanan süreç o kadar uzun ki bizim demokrasi sancılarımız onlarınkine baktığımızda oldu bitti gibi görülebilir. Demokrasi özünde iki kavram yatar ki onu meydana getiren hasletler bu iki kavramla ilişkili olarak gelişir. Bunlardan biri eşitliktir diğeri ise hürriyet. Eşitlik, iyi ama kime ve neye göre eşitlik. Batı toplumları yıllarca kilisenin diktatörlüğünün ve kralların otoritesinin altında ezilmiş ve başkaldırmıştır. Kilise yani din ve soyluluk insanları o kadar bezdirmiş ki sınıfsal ayrımların oluşmasının önüne geçilememiştir. Alt tabaka piramitin üstüne karşı içten içe beslediği kini zaman zaman dışa vurmuş ve bu dışa vuruşların neticesini yıllar sonra gelen demokrasi ile almıştır. Eşitsizliğe karşı oluşan isyan hareketleri hürriyeti getirmiştir. Bizde ise sınıfsal ayrım din ve otorite ile oluşmamıştır. Osmanlı vatandaşı kimliğini benimseyen yurttaşlara verilen haklar onlarda millet bilincini körüklemiş ve böylece biz eksenli bakış yerine sen ve ben eksenli anlayış gelmiştir. Devlet yöneticileri bunu görse de İbrahim Efendi’nin konağında çalışan kadınlardan birinin oğlunda olduğu gibi Ermeni komitacıların çıkmasını önleyememiştir. Osmanlılık bilinci gün geçtikçe azalmış yerini ümmetçiliğe bırakmıştır. Cihad-ı Ekber ilan edilmek zorunda kalınmış ama tam bir netice alınamamıştır. Nihayetinde İttihat ve Terakki’nin benimsediği Türkçülük anlayışıyla yeni bir devletin temelleri atılabilmiştir. Eserde İttihat ve Terakki’ye karşı aşırı yüklenme görülür. Balkan Savaşları’ndaki particilik anlayışı, Trablusgarp’taki örgütlenemeden  girilen savaş, on iki adanın İtalyanlara bırakılması gibi hatalardan dem vurularak yapılan yanlışların üzerine gidilmiş. Tarih anlayışımıza baktığımızda bu durumu normal karşılıyorum. Bizdeki anlayış yiğidi öldür hakkını ver anlayışı değildir, bizdeki anlayış vur deyince öldürmektir. İttihat ve Terakki tecrübesizliğinin kurbanı olmuştur. Her şeye rağmen bugünkü parlamenter sistemin temellerini  onlardır. Türk Devleti’nin temel dinamiklerinden olan Türk milliyetçiliğinin öncüleri olarak da görülebilir.

İttihat ve Terakkiyi öcü olarak göstererek Osmanlı İmparatorlunun yıkılışının tek nedeni olarak görmek çok doğru olmasa gerek. Zaferden zafere koşan Osmanlı ordusunun sarayda yaşanan entrikalardan nasıl etkilendiğini, Hürrem Sultan’ı örnek vererek göstermiş. Lale devri ve israf edilen kaynaklara da değinmesi paragrafın başlangıcında değindiğim hatadan kaçındığını gösteriyor. Debdebeli ve şatafatlı dönemlere halkın tepkisi isyan hareketlerini başlatmasıyla olmuş, yapılan saraylar yerle bir edilmiştir. Ülkede baş gösteren manevi buhran İbrahim Efendi’nin konağında da yerini almıştır. Salih Bey evi terk etmiş, Râtibe verem olmuştur. Hastalanan Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış yani İbrahim Efendi(II.Abdülhamdi) vefat etmiştir. Ardından idareyi eline alan İttihat ve Terakki yani Şevkiye Hanım tecrübesizliğinin kurbanı olmuş ve imparatorluktan ulus devlete geçiş süreci ivme kazanmıştır. İbrahim Efendi ve ailesinin o büyük servetinin nasıl yok olduğu anlatırken Osmanlı’nın tutunmak için sarıldığı son dal olan Almanya Şevkiye Hanım’ın Fuat isimli bir kahyaya güvenmesi olarak düşünülebilir.  Şevkiye Hanım sonunda yavaş yavaş tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.

İbrahim Efendi Konağı bir imparatorluğun ecel sancılarıdır…
Yazar
Semih GÖNÜL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen